Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

Başlık, İsmail Coşkun ve Mehmet Güven Avcı’nın editörlüğünü yaptığı Kemal Tahir’in 1950 sonrası yazıları, soruşturmaları ve söyleşilerini içeren ve KeTeBe yayınları tarafından 2024 Mayıs ayında yayımlanan kitaba ait. Kemal Tahir, yazdığı romanları, soruşturmaları ve yazıları ile ülkemizin Tanzimat’tan itibaren içerisine düştüğü türbülans ve bu türbülanstan çıkış çabalarına çok önemli katkılar sağlayan ve tarihiyle tutarlı yeni bir dil inşasında yol gösteren bir deniz feneridir.

63 yıllık ömrünün 13 yılı hapiste geçer. Mahkûmiyetinin nedeni Sabahattin Ali’nin hikâye kitaplarını asker olan kardeşi ve arkadaşlarına vermesidir (sh.140). Kemal Tahir küsmez ve bu süreci verimli bir hazırlık evresine dönüştürmeyi başarır. Hapishanede Sağırdere, Körduman, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu ve Kelleci Memet romanlarını yazar (sh.142). Ayrıca, yeni romanların hazırlık dosyalarını oluşturur. 

Haberin Devamı

Kemal Tahir gerçekçi bir romancı olmanın çok ötesinde bu toprakların tarihini çok iyi bilen ve dolayısıyla ne olduğumuza dair güçlü bir öz güvene sahip bir aydınımızdır. Tarih en büyük dayanağıdır. Bu sağlam dayanakla geleceğin inşa edilmesi gerektiğine inanır. Bu nedenle ‘Türk romancısı, romanına aldığı insanının tarihteki kökenini bilmek zorundadır’ der (sh.216). Kemal Tahir’in Osmanlı değerlendirmesi oldukça sağlamdır: “…Osmanlı Devleti’nin, rastlantıların meydana getirdiği bir kuruluş olmadığını, devlet kurma ve bunu yaşatma “deha”sına sahip bir topluluk karşısında bulunduğumuzu ve zanaatları devlet kuruculuğu olduğu için, Osmanlıların, bulundukları coğrafya parçasındaki toplumların isteklerine günümüz tarihçilerini bile şaşırtacak bir ustalıkla cevap verebildiklerini ispatlıyor. Bence Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundaki ana unsur, Osmanlı toplumunu meydana getiren insanlardaki ileri devlet kuruculuğu yatkınlığı, dehasıdır.”(sh.154).

Hal böyleyken Kemal Tahir’e göre Tanzimat’tan itibaren girdiğimiz türbülans ve yaşanan gerilimlerde bu tarihi dayanak görmezlikten gelinerek ‘çift gerçeklilik belası’ üretilmiştir (sh.110). Dönemin aydınların yaşadığı gerilimler bu nedenle şiddetlidir. Ancak, bu belaya dayalı çözüm arayışları Kemal Tahir için beyhudedir (sh.64). Kemal Tahir için 1970 yılında yazdığı bir yazıda ifade ettiği gibi bu savruluş geçicidir ve tekrar güçlü tarih çizgisiyle irtibat sağlanacak ve gelecek bu minvalde yeniden inşa edilmeye başlanacaktır: “Hiçbir toplum dağıtılıp külleri havaya savrulmadıkça tarihine dönmemezlik, gelecek için ondan hız ve güç almamazlık edemez. Biz de er geç tarihimize dönecektik. Bugün, bu çizgiye-bu idrake-ulaştığımızın alametleri belirmiştir…”(sh.65). Hatta, Turgut Uyar’ın Divan adlı eserini bu dönüşün önemli bir işareti olarak selamlar (sh.65). Sinemadaki bu dönüşün belirtilerini de büyük bir sevinçle karşılar: “…Şimdi hemen hepsinde görüp hayran olduğum meziyetse yerli olmaya gerçekten yönelmeleri, memleket ve dünyaya yerli değer ölçülerimizle tutarlı, sağlam, işe yarar açıdan bakmayı artık başarmış bulunmalarıdır. Bu davranış yalnız yerli sinemamızın değil, bütün öteki sanat kollarımızın, halkımızı bulup onunla kaynaşmayı kolaylaştırmakta çok yararlı olacağına inanıyorum.”(sh.167)

Haberin Devamı

Dolayısıyla, Kemal Tahir için öncelikli olan sağlam tarihi müktesebatımıza dayanarak savrulmadan hayatın akışkanlığını sağlayacak bir yaklaşım, dil geliştirmek ve bunun için çabalamaktır. Burada da taklit yerine tahkik öne çıkmaktadır: “…Aynen alıyorsunuz. Kendinize uyduramıyorsunuz. Kendi dertlerinize çare bulur hale getiremiyorsunuz. Ölümdür o da. Başka türlü parçalanmak.”(sh.73). Kemal Tahir bu derin anlayışını romanlarına yansıtır. Bu yaklaşıma ‘hikâyede yerlilik’ olarak vurguda bulunur (sh.75) ve bu şekilde sanat eserlerinin ‘geniş halk kitleleriyle sağlam ilintiler’ kurabileceğini ifade eder (sh.107). Böylesine güçlü bir yerlilikle üretilen sanat eserlerinin giderek ‘dünya insanlığını zenginleştirecek’ güce ulaşabileceği ve evrenselliği yakalayabileceğinin de altını çizer (sh.93). Aksi takdirde, “…Düşünce ve edebiyatta, birer “gönüllü sömürge kölesi” olmayı peşin peşin kabul edenlerdense, ne yerli ne de evrensel eser çıkamaz. Olsa olsa, sömürücülerin egzotik eğlencesi, gayet “uslu” kozmopolit maskaralıklar çıkar.”(sh.147-148)

Haberin Devamı

Kemal Tahir’de yerlilik içe dönme anlamında değildir, tam tersine her iki kazanımı da tahkik etmeyi ve kendi gerçekliklerimize akışkanlık sağlayacak şekilde bir te’lifi gerektirmektedir: “…Batı kültürü kadar kendi toplumsal özelliklerimizin ve tarihsel gerçekliklerimizin de derinden bilinmesi gerektiği, bu bilgilerle Batı kültürünün kendi gerçeklerimize doğru aşılması zorunluluğu hiç akıldan çıkarılmamalıdır.” (sh.104) Bu nedenle, Batı kazanımlarını ‘yerli meselelerimizi çözmek için aşmayı’ düşünmemeyi, ‘kaytarmacılık’ olarak nitelendirir (sh.147). Kaytarmamak için “…memleketin gerçeklerini bıkıp usanmadan, aralıksız yeniden araştırmak, eleştirmek gerekir…”(sh.152)

Diğer taraftan, Kemal Tahir, yaklaşımında o kadar öz güvenlidir ki, bu yaklaşımın sadece kendi ülkemiz için değil, komşularımız ve diğer ülkeler için de çok anlamlı olacağının altını sürekli çizer. 1969 yılında yayımlanmış bir yazısında buna UNESCO bağlamında değinir: “…Öyleyse biz, UNESCO’nun ilgilendiği birçok konularda kendimizi öğüt vericiler arasında saymalıyız. Öncelikle imparatorluğumuzun yayıldığı toprakların, ekonomik, sosyal-politik meselelerinde yol göstermeyi ödev bilmeli, buna göre hazırlanmalıyız.” (sh.52). 1974 yılında aynı yaklaşımı farklı bir bağlamda tekrarlar: “Biz acele eğitim sistemini değiştirip yerli yapmak, tarihten birikmiş insan potansiyelindeki işe yarar tarafları geliştirmek ve onları kendimize ve komşularımıza faydalı hale getirmek zorundayız. Ve bunu hemen harekete geçirmek zorundayız.”(sh.79)

Benzer yaklaşımı Türk romanı için de tekrarlar ve yeni yaklaşımla üretilecek Türk romanlarının insanlığın sorunlarına da ışık tutabileceğini ifade eder: “…Böylece özü çürümüş Batı romanı karşısında çok sağlam olan Türk romanı son derece ilginç bir değerdedir ve dünya romanına da çok güçlü katkılarda bulunabilecek durumdadır, elverir ki, Türk romanını temsil eden sanatçılar kendilerini Batı kopyacılığından çabucak kurtarsınlar ve bir taraftan tarihimizin derinliklerine gidip, öte yandan günümüzün olaylarının nedenlerine akıl erdirerek bizi de kurtaracak ve dünyaya ışık tutacak, insan ve sosyal meseleleri hemen işlemeye başlasınlar.”(sh.198-199).

Kemal Tahir’in eserleri arasında özellikle ikisi çok özeldir: Devlet Ana ve Yorgun Savaşçı. Devlet Ana’da bugünün toplumsal koşullarını, sosyoekonomik yapıyı anlamak için Osmanlı’nın kuruluş günlerine döner (sh.153). Yorgun Savaşçı’da ise ‘… son yüz yıldır bütün iç ve dış cephelerde yalnız milli devleti, yani vatanı savunmak için hiç kimseden ve hiçbir rejimden kendisi için çok bir şey istemeden vuruşmuş Türk subaylarının dramını’ anlatır (sh.158). Her iki roman, ‘altı yüz yıllık bir farkla iki Türk devletinin kuruluş günlerini’ (sh.161) anlatarak birbirine bağlar ve ortak karakteristiklerdeki sürekliliğe işaret eder.

Özellikle Devlet Ana romanından sonra kendisine yönelik saldırıların artmasını Kemal Tahir çok manidar bulur: “Bu saldırıların Devlet Ana’dan, o romandan sonra başlaması üzerinde de dikkatle durmak gerekir. Ben Devlet Ana’da, herhangi bir topluma onur verecek bir tarihsel başlangıcımız olduğunu ve buna layık insan birikimine sahip olduğumuzu belirlemek istedim. Anadolu insanının taşıdığı potansiyele duyduğum sonsuz saygıyı dile getirmeye çalıştım. Karşımıza çıkanlar, sanırım, bunu kabul etmeyenlerdir. Bunlar, cevheri özel yöntemlerle çürütülmek istenen bir toplumda, elli yıllık tarihle var olunur, yaşanabilir sananlardır.”(sh.223)

Özetle, Kemal Tahir ne olduğumuz, nereye ve nasıl gitmemiz gerektiğine dair de çok güçlü bir düşünce sistematiğine sahiptir. Bu sistematik, romanlarında, yazılarında, soruşturmalarında ve söyleşilerinde bazen çok açık görülür bazen de gömülü bir şekilde hissedilir. Büyük sanatçıların ve aydınların her bir eseri bu bağlamda bir yolculuğun, bir çerçeve inşa sürecinin çıktılarıdır. Büyük çerçeve oluşturma çabası devam ettiği için bir sonraki eser, öncekilerden izler taşır ve kapsamını genişletir. Dolayısıyla, her bir eser bütünün parçaları olarak değerlidir. İnşa süreci ürettikçe devam eder. Büyük sanatçı ve aydınların ulaştığı bütün anlaşıldığında her bir ayrık eserin gerçek değeri çok daha iyi ortaya çıkar. Bu durum, Balzac için nasıl geçerliyse Kemal Tahir için de öyle geçerlidir. Bu nedenle Kemal Tahir yeniden yeniden okunması gereken aydınlarımızdandır. Bu vesileyle Kemal Tahir’in sadece romanlarını değil, ayrıca daha önce basılmamış yazılarını ve Kemal Tahir üzerinde yeni değerlendirmeleri de yayımlayarak Kemal Tahir’in anlaşılmasına çok önemli katkı sunan KeTeBe yayınlarını, yayın yönetmeni Furkan Çalışkanı ve proje yöneticisi İsmail Coşkun’u kutluyorum.