Uluslararası medya, Libya’da olanları ‘Libya devrimi’ başlığı altında veriyor. Ne devrimi? Kimin devrimi? Geçmişte devrimler, işler sonradan sarpa sarsa da, insanlığa bir şey vaat ederlerdi. Yirmi birinci yüzyılda gelişmiş ülkelerin isyanları çapulculuk şeklinde tezahür ediyor. Ortadoğu’da başladığı umulan ‘bahar’ın ibresi ise çoktan ‘umut’tan, ‘kaygı’ya dönmüş vaziyette.
Libya keşke gerçekten, Kaddafi kâbusundan kurtularak selamete çıkmış olsaydı. Oysa, temenniler başka, olan biten başka. NATO güçleri altı aydır Libya’yı sadece Kaddafi rejiminden kurtulsun diye bombalamıyor. Libya’nın kaynaklarını paylaşmak üzere kurulan sırtlan sofralarını bilmeyen yok. Kaddafi’den sonra oluşacak otorite boşluğunda, Libya belli ki kapanın elinde kalacak.
Bu işte bir yanlışlık yok mu?
‘Bu ne biçim ülke, demek ki, başlarındaki zorba devrilince geride kimse kalmıyor’ demeyin. Ne Libya, ne diğerlerinin, bu ülkelerin insanları, dünyanın geri kalanındakilerden eksik değil. Bu noktaya nasıl gelindiği uzun hikâye, mevcut otoriter rejimler bu uzun hikâyelerin hazin sonları. Ama, otoriter rejimlerin en kötü yanı, kendisine biat edenler dışında herkesi, her fikri, her yolu yok etmesi, ülkesine sahip çıkacak, umut olacak insan kaynağını kurutması.
Sonuçta, dış müdahaleler ile yerlerinden edilen zorbaların yerini, umut değil, kaygı dolduruyor. Yeni iktidar namzetleri, yeni zorba adayları, kaderini sadece petrol şirketlerine değil, yabancı ülkelerin askeri güçlerine, hatta özel güvenlik şirketlerine bağlayan işbirlikçiler oluyor. Afganistan’da böyle olmadı mı? Çok değil, on sene önce Afganistan müdahalesi, demokrasiyi getirecek ‘Kalıcı Özgürlük’ harekâtı diye pazarlanmıştı. Bırakın ‘kalıcılığı’, bırakın ‘özgürlüğü’, bırakın ‘demokrasi’yi, bu talihsiz ülke o günden bugüne, gün yüzü görmedi, rahat nefes almadı. Özgürlük getirilen Irak’ın durumu da ortada.
Sağınıza bakın savaş ve yıkım, solunuza bakın savaş ve yıkım! Sizce de bu işte bir yanlışlık yok mu? Sizce de dünyada neler olup bittiği üzerine daha derinden düşünmenin zamanı gelmedi mi? En çok da bu ülkede yaşayan bizlerin, kaygı duymak için daha fazla sebebi yok mu?
Tekrar tekrar düşünelim
Etrafımızdaki ateş çemberi daralıyor. Şimdi hedef Suriye. Türkiye’nin Suriye’deki rejime kanlı tedbirlerden uzak durması için baskı yapması kadar doğal bir şey olamaz. Ama, diğerlerinde olduğu gibi belli ki, asıl mesele Suriye’de rejimin mahiyeti değil, Suriye’nin İran merkezli ittifakın içinde yer alması. Suriye rotasını değiştirmediği sürece, sorun ve üzerindeki baskı bitmeyecek.
Bu kuşkusuz yeni bir durum değil, Suriye Irak işgalinden sonra ikinci müdahale hedefi olarak belirlenmişti ama Irak işgali beklendiği kadar başarılı seyretmeyince, Suriye üzerindeki baskı kısa bir süre hafifledi. Sonra Lübnan’da Hariri suikastı ile Suriye bir kez daha kriz merkezi oldu, ancak o dönem Lübnan’dan asker çekmesi dışında daha fazla sıkıştırılamadı. Ardından, diplomatik yollar ile ikna siyaseti gündeme geldi. Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin çok yakınlaşması da, bu döneme denk gelir. Şimdi o dönem bitti. Bölgesel krizin merkezi haline gelen Suriye, Libya düştükten sonra yeni savaş alanı olacak.
Kısacası, kâbus tablosunun giderek merkezine yaklaşan bir ülkeyiz. Tam bu noktada, Kürt meselesi gibi yakıcı bir sorunu bir kez daha, askeri yöntemler ile çözme siyasetine girişmiş vaziyetteyiz. Bıraktık demokrasiyi, insan haklarını, vicdanı, ‘akıl’ işi değil. Gelin tekrar tekrar düşünelim.