Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Bir sihirli değneğim olsa romantik ilişkiden önce kabalığı çıkarırım”. Şu sıralar YouTube’da karşıma en çok çıkan videolar psikiyatrist Gülcan Özer’in konuşmaları. Kah katıldığı programlar kah “İnsan Halleri” adlı kendi kanalında çeşitli konuları ele aldığı sohbetler. Kendisi “Aşk tesadüfleri sever” romantik cümlesini bile literatürümüzden çıkaracak bilgiler verirken tabii bu da bir tesadüf değil. Algoritmanın kararı. Ben de hiç atlamayarak hayatımızın efendisini haksız çıkarmamayı başarıyorum. “Bunu sevdiysen bunu da seveceksin”. Hay hay.

Haberin Devamı

En başta yazdığım cümle ise izlediğim bu konuşmaların ardından edindiğim ve elimden bırakamadığım Yenal Bilgici imzalı nehir söyleşi kitabı “Bu İlişkiyi Konuşmalıyız”dan (Kronik Kitap). “Romantik ilişkiden önce kabalığı çıkarırdım. Nezaket eklerdim” diyor. Nezaket size de bir anda yapmacık bir şeymiş gibi geldi mi? Hani çok da yakın olmadığımız insanlara karşı gösterdiğimiz bir özelliğimizmiş gibi. Dışarıda harcadığımız, evde lazım olmayan, yakınlarımıza kalmayan. Ve ne kalıyor geriye? Hoyratlık.

İlişkiler için sihirli değnek

İşte Gülcan Özer, ilişkilerin en büyük sorunlarından birinin hoyratlık olduğunu söylüyor. Özellikle de romantik ilişkilerin; sevgilimizle, karımızla, kocamızla kurduğumuz ilişkinin. Bunun da sebebinin fazla yakınlık, artık karşımızdakini kendimizden farksız görüşümüz olduğunu söylüyor. O kadar birbirimizin içinde erimişiz ki artık sen / ben yok biz varız. Ama işte bu ‘füzyon’, bu kulağa hoş gelen “bir elmanın iki yarısı olma” hali aslında ilişkinin en büyük düşmanlarından biri. Çünkü biz artık ‘öbür yarımıza’ bizden kesilip alınamayacağından emin olduğumuz bir uzantımız gibi davranmaya başlıyoruz. Özensiz oluyoruz, kaba oluyoruz. Sınırlarını ihlal ediyoruz diyeceğim, ne sınırı zaten, o bizim öteki yarımız. Eleştiride alabildiğince cömert davranabiliriz, kelimelerimizi özenle seçmemize, dilimizi korkak alıştırmamıza gerek yok, “yakınız” ya. Böyle böyle ilişki denen şeyin tarafların kendilerini yetersiz, eksik, beğenilemez, sevilemez hissettiği bir yere dönüşmesi işten değil. Halbuki biz bu insanı beğenip almıştık değil mi hayatımıza? Gülcan Özer’in buna önerisi, çiftler arasında ‘samimiyetli mesafe’. Karşımızdakini görebileceğimiz / duyabileceğimiz bir mesafede durmak. Onun başka bir insan olduğunu görmek / hatırlamak.

Haberin Devamı

Kitapta insanın bağlanma biçimlerine, bütün kurallardan azade ama sınırlı ömürlü aşka ve bunun kaybolduğu noktada elimizde kalanlara; yani asıl o zaman başlayan ilişkiye dair çok faydalı ve keyifli bir sohbet akıp gidiyor. Yenal Bilgici’nin son derece ilginç soruları sohbeti çerçeveleyip doğru bir yön verirken Gülcan Özer de herkesin anlayıp üzerine düşünebileceği şekilde anlatıyor meseleleri.

Çağımızın kendi tabirlerini yaratan üç popüler ilişki meselesi ‘lovebombing’ (aşk bombardımanı), ‘ghosting’ (hayalet olmak) ve ‘gaslighting’ (gerçeklerden koparmak) da son derece aydınlatıcı şekilde yer alıyor kitapta. En azından tanıştığının üçüncü haftasında gelecek planları yapmaya başlayan adam görünce arkada sallanan kırmızı bayrağı fark etmemiz yarayabilir. Bu arada Yeşilçam filmlerinin de ‘ghosting’lerle dolu olduğunu ama onların bir acı gerçeği saklayıp karşıdakini üzmemek için yapılmış iyi niyetli ‘hayaletlikler’ olduğunu hiç düşünmemiştim. Belki de biz bu yüzden her ‘yok olan’ insanın bir sebebi var sanıyoruz. Oysa belki o sadece kolaycı ve karşısındakinin duygularını incitmeyi önemsemiyor.

Haberin Devamı

Bence ‘bu kitabı neden okuyalım?”ın bir cümlelik cevabı Gülcan Özer’in önsözünde saklı. Dünyanın bu döneminde “ruh sağlığının en önemli koşulu” dediği güven duygusundan yana bolluk içinde olduğumuz söylenemez. Diyor ki Gülcan Özer; “Dışarıdaki hava puslu, içerideki hava puslu. Yaşayacaksak içerideki pusu azaltacağız ve birbirimizi göreceğiz”. Bu da bir sihirli değnek sayılmaz mı?