Hafta sonu Tahran’da düzenlenen uluslararası basın fuarı ve İslam Dünyası Basın Birliği (İttihadı Matbuatı Cihanı İslam) toplantılarına katıldım. Daha doğrusu, bu daveti, İran’da son duruma ilişkin biraz gözlem yapabilmek için vesile yaptım.
Fuara tüm Müslüman ülkeler veya Müslüman azınlıkların çıkardığı yayın organlarının yanı sıra Müslüman olmayan bazı ülkelerden mesela Ermenistan’dan da katılım vardı. Basın Birliği toplantısı ise sadece Müslüman ülkeler ve Müslüman azınlıkların basın organlarını kapsıyordu. Toplantının amacı, isminden de anlaşılacağı gibi, Batı medyasının hegemonyasına karşı Müslümanlar basın dünyasında daha güçlü iletişimi sağlamak üzere bir koordinasyon kurmak idi. Ben gitmeden, katılımcıların daha ziyade Irak, Suriye ve Lübnan ağırlıklı olacağını düşünüyordum, ama öyle olmadı. Gana, Uganda, Nijerya gibi Afrika, Endonezya, Malezya, Sri Lanka gibi Uzakdoğu, Orta Asya Cumhuriyetleri ve tüm Arap ülkelerinin temsilcileri vardı.
İran Kültür Bakanlığı’nın ev sahipliği yaptığı toplantının genel teması, doğrudan İran ve Ortadoğu siyaseti olmaktan ziyade, ‘kapitalist dünya hegemonyası’ ve ‘neokolonyalizm’ çevresinde seyretti. O kadar ki, İslam dünyasının dayanışmasına yapılan göndermeler ve zaman zaman öne çıkan Siyonizm vurgusu olmasa, kendinizi herhangi bir kapitalizm karşıtı toplantıda hissetmeniz işten bile değildi. İranlılar belli ki, bu hususa özellikle titizleniyorlar ve birlik çağrısının sadece Müslümanların değil, tüm dünyanın baskı altında olan insanları için olduğunu, Hıristiyanlık veya başka bir dine karşı cephe almadıklarını her vesile ile vurguluyorlar.
11 Eylül sonrası Batı dünyasının ilan ettiği ‘terörle savaş’ söylemine karşı son derece alaycı bir şekilde onlar da ‘terörizmle savaş’ çağrısı yapıyorlar. Ama, ekolojik, finansal kriz ve iletişim dünyasının tekelleşmesi de dahil olmak üzere kapitalist dünyanın ‘insan hayatını tehdit’ ettiğini söyledikleri her şeyi ‘terör’ diye adlandırıp, insanlığı bunlara karşı mücadele etmeye çağırıyorlar.
‘Manalı’ bir video
Bilindiği gibi İran, Arap Baharı konusunda temkinli bir dil kullanıyor, hak ve özgürlük talep eden Arap halklarını desteklediğini söylemekle yetiniyor. Yine de, Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın konuşma yapacağı toplantı Libya lideri Kaddafi’nin Batılı liderler ile birlikte görüldüğü, Mübarek’in Obama ile el sıkışma görüntüsüne yer veren ‘manalı’ bir video sunumu ile başladı. Ahmedinecad, toplantının genel temasını özetlediği kısa konuşmasında en çok Arap Baharı konusuna değindi. ‘Kimler gidiyor, yerlerine kimler geliyor?’ sorusunu sormak ve olanları ‘iyi analiz etmek gerektiği’nin altını çizdi, ‘Libya’da eski rejimin suçlarının benzerlerini şimdi diğerleri işliyor’ dedi. Ama en önemlisi, ‘NATO güçleri Doğu’ya doğru, Suriye, Irak ve İran’a doğru geliyor’ uyarısı yaptı, Birinci Dünya Savaşı’nda ‘Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın’ Batılı güçler tarafından istila edildiğini hatırlattı. Ancak, bu tehditlere rağmen ‘hiçbir ülkenin iç işlerine karışmak’ gibi bir niyetlerinin olmadığını belirtti.
Türkiye’ye eleştiri
Soru sorma imkânı olmadığı için Türkiye’nin Suriye ve İran politikası hakkında ne düşündüğünü soramadık. Tahmin edilebileceği gibi ne onun konuşmasında ne de diğer konuşmalarda konu hiç Türkiye’ye gelmedi.
Toplantı aralarında konuştuğumuz Arap gazetecilerden bazısı fazla bir şey söylemedi, bazıları Türkiye’nin son politikalarını eleştirdi. Dikkatimi çeken diğer bir nokta, Türkiye’den bir haber ajansı ve bir gazeteci istisnası dışında hiçbir temsilin olmayışı idi. Oysa hatırladığım kadarıyla düne kadar İran ile ilişkiler çok ‘dostane ve kardeşçe’ idi.