Yeni kabine, iktidarın ‘milliyetçi-muhafazakâr’ kimliğinin altını çiziyor. Bunun Türkiye’nin geleceği açısından ne anlam ifade ettiğini, siyasi krizin seyrinin ne yönde gelişeceğini izleyerek göreceğiz. Diğer taraftan, Başbakan’ın, yemin etmeyen milletvekilleri için 15 Temmuz’un son tarih olduğuna ilişkin açıklamaya sürç-i lisan yorumu, siyasi krizden haysiyetli bir çıkış yolu bulunması açısından umut vaat edici görünüyor. Yine, umut edelim ki, Başbakan en yakın çalışma arkadaşlarından oluşturduğu kabinesi ile krizi aşma yönünde ciddi adımlar atmayı planlıyordur.
Türkiye’de yaşayan hepimizin geleceği, ‘haysiyetli’ bir çıkış yolunun bulunmasına bağlı. Şimdi, iktidar partisinin anlaması gereken, bu yönde en büyük sorumluluğun iktidara düştüğü gerçeğidir. Büyük bir çoğunlukla iktidara gelmiş bir hükümetin, karşısındaki muhalefeti haysiyetli bir çıkış yoluna yönlendirme gücü ve sorumluluğu vardır. Muhalefet çevrelerinin burnunu sürtmek, dayatmalarla rencide etmek yolu yol değildir, böyle bir anlayışın kimseye faydası olmaz. Dahası susturulmuş muhaliflerdense, haysiyetli muhalefet ile konuşabilen bir iktidar tablosu, geleceğimizi kurmak açısından çok daha kalıcı ve sağlam bir temel teşkil eder. Bunu herkes görmeli.
Samimi olarak barış istiyorlar
Başbakan’ın BDP’nin Diyarbakır’da grup toplantısı yapmasına ilişkin açıklaması da, eski açıklamalarına göre sert değil, ama yine dışlayıcı idi. Başbakan’ın, iktidarın ve tüm Türkiye’nin BDP’nin tavrına ilişkin kuşkulardan kurtulması hayati bir önem taşıyor. Kürt siyasal hareketini, özellikle son dönemde yakından izleyen biri olarak, bu konudaki izlenimlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Dahası bunun büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle, bu ülkede yaşayan hepimizin kaderinin ortak olduğu gerçeğinin, tüm diğer kaygıların önünde gelmesi gerektiğini anlamak zorundayız. İzleyebildiğim kadarıyla, Kürt siyasal hareketi bu gerçeğin farkında, ancak bu gerçeği ifade ettiklerinde, bunu ‘tehdit ediyorlar’ diye algılıyoruz. Kürt siyasal hareketine ilişkin önyargılarımız, yerleşik algı kalıplarımız gerçeğin karmaşıklığını anlamamızın önünde bir büyük engel olarak duruyor. Birçoklarımız çözüme giden yolu halen, Kürt siyasal hareketinin ‘itaat’ dili ve politikalarını benimsemesinde görüyor. Kürtler, maraza çıkarmak değil gerçekten ve samimi olarak barış ve çözüm istiyor. Ancak bu barış ve çözümün onların ‘haysiyet’ini zedeleyecek çerçevede dayatılmasına da sonuna kadar karşı çıkıyorlar. Bu konuda en ufak bir tereddüt, Kürt siyasi temsilinin toplumsal meşruiyetini zedeler. Barış ve çözüm yolunda en büyük engel işte o zaman karşımıza çıkar.
Bu tavrı daha önce de gördüm
BDP, grup toplantısını, maraza çıkarmak için Diyarbakır’da yapmıyor, çözüm için adım atılmamasına karşı bir tepki sergilemek için yapıyor. Bu yönde atılacak adımların karşılık bulacağını düşünüyorum. Kürt siyasal hareketinin demokratik zemindeki temsilcileri bizim ‘sert’ bulduğumuz tepkileri göstermezse, dayandıkları toplumsal taban, demokratik siyaseti çıkar yol olarak görmekten giderek uzaklaşacak. Bunu görelim. Yoksa, uzun zamandır, bu çevrede dinlediğim, sohbet ettiğim, tartıştığım hiç kimsenin, ‘gizli emeller uğruna ve maraza çıkarmak için’ samimiyetsizlik ettiği izlenimi edinmedim. Yakından tanıma ve anlama çabası gösteren herkesin benzer bir izlenim edineceğinden eminim.
Bunları söylerken, birçoklarının en iyi ihtimalle, ‘kandırıldığım’ veya sempati duygularına kapıldığım düşüncesine varacağını biliyorum. Ben bu tavırla daha önce de karşılaştım. İslamcı kesime ilişkin söylediklerim de, bazı çevrelerde böyle değerlendirilirdi. O dönemde, ‘aklı başında’, eğitimli birinin ‘İslamcılar senin beynini yıkamış’ dediğini bile hatırlıyorum. Oysa, İslamcı kesimin söyledikleri son derece samimi, birçok itirazları son derece haklı ve anlamlıydı. Türkiye, muhafazakâr-dindar kesim ile haysiyetli bir uzlaşma imkânı üretemedi. Halihazırda, yaşanan siyasal-toplumsal gerilimlerin ardında, bu imkânın boşa harcanmasının gölgesi var. Diliyorum, Kürt meselesi aynı çıkmaz sokağa sapmaz. Sapmasın! Kürt meselesi, daha da can acıtıcı bir mesele. Bakın hâlâ, sıcak çatışma zemininde gencecik insanlar hayatını yitiriyor. Allah yakınlarına sabır versin ama, söylemesi kolay, yaşaması zor. Bu ödenebilecek bedel değil. İnanın, hiçbir şey, ‘toplumsal barış’tan fedakârlık yapmaya değmez.