‘Gerçekçi ol, imkânsızı iste!’ devrimci bir slogandı; ama Türkiye’nin Kürt meselesi için öyle değil, belki de artık tek seçenek. ‘Barış’ giderek daha ‘imkânsız’ hale geliyor, ama başka seçeneğimiz yok. Tabii insani düşünürsek yok, savaştan çatışmadan medet umma zilletine düşmezsek yok. Düşmeyelim bu zillete, imkânsızı isteyelim, samimi bir şekilde istersek mümkün olur.
‘Biz istiyoruz, onlar istemiyor’, ‘Onlar istiyor, bunlar istemiyor’, ‘Şu odaklar tuzak kuruyor, bunlar bozuyor’ mazeretlerine sığınmanın anlamı yok. Yeterince çok insan, yeterince samimi olarak bir sorunu çözmek, gerçekten barış yapmak isterse onun önünde kimse duramaz.
Facia olduğu kesin ama
Ama önce, bazı hususları açıklıkla konuşalım. Sebep olanlar kimler olursa olsun, 14 Temmuz’un bir facia olduğu kesin ama öncesinde, ‘tam barışa yaklaşmış’ falan değildik. O nedenle, bu varsayım üzerinden analiz yapmanın anlamı yok. İkincisi, ‘barış’, tarafların kendi seçtikleri, beğendikleri muhataplarla olmaz, tüm dinamikleri, aktörleri dikkate ve ciddiye alarak, hesaba katarak olur. Üçüncüsü, örgütte, partide, tabanda ‘radikaller ılımlıların önünü kesiyor’ demek, fazla anlam taşımıyor; bunu görelim.
Kürt meselesinin, başından beri, ‘ılımlı’ denilen çizgi siyaset yapma imkânı, alanı bulamadığı için bu noktaya geldiğini kendine demokrat diyen herkes kabul ediyor. Ama sonuçta hep ‘radikal çizgi’ tartışmayı bir noktaya getirdikten sonra, ‘ılımlılar’a müracaat etme yaklaşımı devreye giriyor. Bu durum ‘ılımlı’ denilen çizginin meşruiyetini zedeliyor, işlevini ortadan kaldırıyor. Kime, ne zaman ‘ılımlı’ denildiği de ayrı bir tartışma konusu.
Altın tepside sunulmadı
Kimse, Kürtlere ‘demokratik zemin’i altın tepside sunmadı. Büyük bir mücadele içinden siyasi bir temsil çıkardılar, ancak ondan sonra ‘demokratik zemine davet’ öne çıkar oldu. Öyle değil mi? Dahası, Kürt siyasal hareketi bu denli güçlenip toplumsallaş-madan, ‘ılımlı’ denilen seslerin sesini duyurabileceği bir ortam oluşabildi mi? Şimdi, ‘totaliter’ denilen hareket dışında kalanlar, devreye girebilme imkânı bulabildiler mi? Bunun tek nedeni, Kürt siyasal hareketinin kendi iç sorunları mıydı? Orada sesini duyuramayanlar Türkiye’de demokratik siyasete katılma imkânı bulabildiler mi? Şimdi, bu alanın açılması, ‘gelin, diğerleri ile birlikte mücadele edelim’ şeklinde bir algının oluşmasına neden olmuyor mu? Bu Kürt siyasi temsilinin meşruiyetini zedelemez mi? Çözüm ve barış isterken, gerçekten sonuç almak isteniyorsa, tüm bunları düşünmek gerekmiyor mu?
Öfke parlatılmamalı
Ve nihayet, Kürt siyasi hareketinin hepimizin eleştirisine maruz kalan dar bir mecraya sıkışmasının ana nedeni, demokratik alan yokluğu iken, tüm sorumluluğun, bir onur mücadelesinin ardına düşüp, bu denli ağır bedeller ödeyen bir avuç insana yüklenmesi ne kadar adildir? Üstelik Kürtlerin sesini duyurmayı her şeye rağmen bu insanlar başarmış iken, tüm belaları onlara fatura ederek, onları hedef tahtasına koyarak, barış yapmak mümkün müdür? Niyetimiz halis ise bunları ciddi bir şekilde düşünmek, hesaba katmak gerekmez mi?
Yine de, belli ki, tüm tarafların haklı bulunabildiği gerekçeleri tokuşturarak, çözüm bulmak, barış yapmak mümkün değil. Öfkeleri parlatmanın alemi yok. Hillary Clinton’un çok beğendiği söylenen, Kürt siyasetinin beğenilir tarafı yok, tıpkı ABD’nin beğendiği diğer birçok siyasetin bölgede yaşayan kimse için ne ‘beğenilir’, ne ‘hayırlı’ bir tarafı olmadığı gibi. Bırakalım onları, bunları arkamıza alıp zulüm siyasetlerini cilalama işini. Biz aynı ülkede, aynı bölgede yaşayan, birbirimizin beğendiği işlere kafa yoralım, birbirimizle hoş geçinmeye bakalım. Giderek imkânsız gibi görünmeye başlayan ‘barış’ı isteyelim, insanlık adına gerçekçi olalım!