Ne yazık ki, içinde yaşadığımız süreçte, sağlıklı bir demokrasi tartışması yapmak neredeyse imkânsız hele geldi. Sadece iktidar politikalarından söz etmiyorum. Herhangi bir iktidarı pek çok gerekçe ile destekleyen de olur, eleştiren de, demokrasilerde bundan daha doğal bir hal olamaz. Dahası, bir iktidarın tasarruflarını ‘anti-demokratik’ bulan da olur, bulmayan da. Farklı görüşlerin hangisinin ‘doğru’ olduğu konusunda kesin bir hükme varmak mümkün değildir, bunun hükmü ancak tarihsel süreç içinde hakkıyla değerlendirilebilir.
Türkiye’de demokrasi konusunda, benim, asıl kaygı duyduğum artık ‘demokratik tartışma’ yapma zemininin tümden ortadan kalkma tehlikesidir. Uzunca bir zamandır, ‘demokrasi’ veya ‘demokratlık’ tanımı konusunda farklı düşünmek bile kabul edilmez hale geldi. Mevcut iktidar ve onun politikalarını beğenen ve destekleyenler dışında kalanlar, çeşitli gerekçeler ile demokratik tartışmanın dışına itiliyor. ‘Darbecilik’ten, ‘şiddet destekçiliği‘ne varan karalamalara maruz kalıyor. Demokrasi ve demokratlık tanımımız tabii ki farklı olabilir. Mesela, benim demokrasi tanımıma göre, sadece üniversitede değil, kamu alanının tümünde ve ayrımsız her mesleğin icrasında başörtülü kadınları dışlamak anlaşılır şeyler değildir. Bunu yadırgayanlar olabilir, ben de onları yadırgarım, o kadar. Oysa, halihazırda farklı düşünce tartışma sınırı dışında, yaftalama ve karalamaya dönüşüyor. Bu, demokratikleşme açısından hayra alamet bir durum değil.
Demokratik siyasette ısrar etmeliyiz
Bu çerçevede, en sorunlu alanlardan biri de, Kürt meselesi konusunda tartışma zemininin geldiği noktadır. Kürt meselesi konusunda yerleşik ve milliyetçi yanı ağır basan yaklaşım, farklı bakışları ve özellikle Kürt tarafını dinlemeyi, anlamayı öneren bakışlara sert tepki veriyor. Ama en önemlisi ve en kötüsü, kendine ‘demokrat’ diyenlerin, demokrasi tanımı kendisinden farklı düşünenleri, ‘otoriter’ Kürt siyasal anlayışı ile paralellik ve ‘şiddet yanlılığı’ ile karalama ve mahkûm etme çabaları. Demokratik siyaset anlayışını benimseyenlerin, ‘siyasal şiddet’i mazur görmesi tabii ki beklenemez. Siyasi şiddeti ne gerekçe ile olursa olsun temel almak, tabii ki siyaseti tümüyle ‘güç mücadelesi’ne indirgemek demektir. Tam da bu nedenle, demokratik siyasette ısrar ediyoruz veya etmeliyiz. İşin püf noktası da işte tam burada. Siyasal şiddete karşı çıkmak, ‘isyan edenlerin’ şiddet kullanımına karşı çıkmakla sınırlandırılamaz. Bu, üstü kapalı ‘devletçilik’ten, sırtını devletin gücüne ve siyaset tanımına dayamaktan başka bir şey değildir. Devletçilik sadece, ekonomik devletçiliği savunmak demek değildir, doğrudan veya dolaylı yoldan, devleti tümüyle sorgulama alanı dışında bırakmaktır. Bu noktada, önemli olan, devletin güç bileşiminde asker veya sivilin öne çıkmış olması değil militarist ve otoriter siyaset anlayışını benimseyip benimsemediğidir.
Demokratik devletin de nihayetinde, meşru bir şiddet tekeli olduğunu biliyoruz ve ne yazık ki, insanlık tecrübesi henüz, devletsiz bir barış toplumunu gerçekleştirmeyi başaramadı. Halihazırda, elimizdeki en iyi imkân ‘demokratik devlet’. Demokratik devlet ise, hiç olmazsa devletin şiddet tekelini azami ‘sorgulama’ ve ‘sınırlama’ imkânları ve çabaları ile mümkün olur. O halde, demokratların, isyan edenlere ‘şiddete son ver!’ derken, daha güçlü bir sesle devlete ‘şiddet kullanmaya son ver!’ demesi gerekir. Evet, ‘daha güçlü bir ses ile’ çünkü, simetrik bir güç dengesinden bahsetmiyoruz, devlet gerek savaş gerekse barış inisiyatifi olarak da daha büyük bir güç. Barış inisiyatifi olma mesuliyetini de, şiddete son verme inisiyatifini de, devletten çok daha güçsüz bir aktöre yüklemek, demokratlık adı altında göz boyacılığından başka bir şey değil.
Sesimizi dinleyen kalmaz
Dahası, bırakın hakkaniyeti, bu yaklaşım ‘gerçekçi’ değil! İsyan edenlerin, böyle bir noktadan çağrı yapanlara kulak vermesi ihtimali ne yazık ki düşük. Oysa, ‘demokrat aydınlar’, barış adına bir ‘köprü’ olabilmeyi hiç olmazsa denemelidir. Bunu başarabilmek için de, isyan edenin şiddet siyasetine karşı mesafe koyma konusunda gösterdikleri titizliği, inandırıcı bir şekilde, devletin şiddet siyasetine karşı mesafe koyma konusunda da göstermeleri gerekir. Yoksa, sonu belirsiz bir güç siyaseti tüm alanları daha fazla kaplar, hem sesimizi dinleyen kalmaz, hem nihayetinde birileri topyekün sesimizi kısar. Kendine demokrat diyenlerin, demokrasi konusunda farklı düşünenleri, ‘şiddet yanlısı’ diye yaftalamaları, dil altından ‘ihbar’ mahiyetindedir.
Kendine demokrat diyenlerin, demokratik ses verme alanını genişletmeye çalışmak yerine, kendileri dışında herkesi bu alanın dışına atma çabaları, bir büyük tarihsel vebaldir. Laf ebeliği yapmak kolay, tarih ve vicdan hesabından alnı açık çıkmak zordur. Unutmayalım, demokrasi müsameresinde birinciliğe oynamıyoruz, bir şekilde, binlerce Türk ve Kürt gencinin hayatının vebalini yükleniyoruz.
Dipnot: Hafta sonu Tunus seçimlerini izledim. Ancak sonuçlar henüz netleşmediği için daha önce yazdığım bir yazıyı yayımlıyorum.