Benim bildiğim, vicdanlı insanlar ‘güçlü’ye karşı, ‘güçsüz’den yana tavır takınır. Bu, ‘her durumda güçsüz haklıdır, koşulsuz her durumda desteklenmelidir’ demek değil. Ama güçlünün sesi zaten duyulur, güçlünün elinde zaten her türlü imkân vardır, güçlünün yanında saf tutan zaten çok olur. Hal böyle iken, Kürt meselesinin çözümünde sorumluluğu, suçu, tedbiri, Kürt siyasi hareketine yüklemek nasıl bir iştir anlamak zor.
Çatışmasız ortama çağrı
‘İktidarı, çoğunluğu, mevcut sistemi topyekûn topa tutalım, vicdanlı olmak adına, Kürt siyasal hareketi yanında ve koşulsuz saf tutalım’ demiyorum. Benim kabul edemediğim, ‘iktidar’ı, ‘mevcut sistem’i, ‘çoğunluğu’, olan biten karşısında sorumluluktan azade tutmak adına bin bir yol bulunması. ‘Şiddet’e karşı durmak insanlık borcu; ama şiddet sarmalının durması için önce, muazzam bir şiddet tekelini ellerinde bulunduran devletlerin şiddet kullanmasına karşı çıkmak, bunu hiç olmazsa sınırlamalarını beklemek gerekmez mi? Demokratik düzenler de söz konusu olsa, devletlerin ‘şiddet tekeli’ni ellerinde bulundurmaları meşru, karşı şiddet hamleleri gayrimeşrudur, ‘isyan’dır, ‘başkaldırı’dır. Evet, ama bir isyan hareketi almış başını gitmiş, kendine toplumsal taban bulmuş iken, şiddetin devre dışı kalacağı yeni bir düzlem inşa etmek adına, devletin şiddet kullanımını sınırlaması, çatışmasız bir ortamın sağlanması çağrısı yapmak anlaşılır bir şey değil mi?
Yazılanlara inanamıyorum
Yıllardır, tüm demokratik çevrelerin dillendirdiği ‘operasyonlar dursun’ çağrısı özetle budur. “Dursun ki, eline silah almış olanlara içimiz rahat bir şekilde, şiddeti reddetmeleri için çağrı ve ‘demokratik baskı’ yapabilelim” denildiğinde, bundan ‘Kürt siyasal hareketinin uyguladığı şiddeti görmezden gelmek, hatta kayırmak’ anlamı nasıl çıkar?
Kendine demokrat, solcu, insan hakları savunucusu diyen birçok insanın yazıp çizdiklerine inanamıyorum. Kürt siyasal hareketini en iyi bilen, insan hakları yaklaşımının en önde gelen savunucuları bile, çözüme giden yolda en büyük engel olarak, ‘özellikle Kürt hareketinde şiddetin siyasal bir işlev göreceğine dair inancın güçlü olması’na işaret ediyorsa durum vahim demektir. Kürt siyasal hareketinin şiddeti meşru bir siyasal araç olarak gören sol siyaset köklerinden yeşermiş olması bir vakadır. Kürt siyasetinde ‘neden ve hangi koşullar altında bu çizgi güçlenmiştir?’ sorusunu bile bir yana bırakabiliriz. Ama geldiğimiz noktada, şiddet ve çatışma sarmalına son vermek için asıl sorumluluğun, şiddet ve şiddet dışı tüm imkânları elinde bulunduran devlet ve iktidarda olduğunu kabul etmemiz, asıl çağrıyı onlara yönelik yapmamız gerekmez mi? Hakkaniyet bir yana gerçekçilik de bunu gerektirmiyor mu?
Birçok görüşüne hep karşı çıktığım, farklı düşündüğüm Cengiz Çandar’ın Radikal gazetesindeki son iki yazısında, geldiğimiz noktayı, ‘gerçekçilik’ açısından çok iyi özetlediğini düşünüyorum, okumayanlara hararetle tavsiye ederim. Çandar, “Ak Parti iktidarını olumsuz herhangi bir gelişmeden bağışık kılmak için aşırı gayretlilerin bildik yaklaşımlarının basmakalıp şablonlarını Silvan’a oturtma gayreti”ni çok güzel özetlemiş. (Radikal, 19 Temmuz 2011)
Çandar ilaç gibi geldi
Yazısı, bana ilaç gibi geldi. Keşke, birçok konuda görüşleri farklılaşan daha fazla insan, Kürt meselesinin çözümü, toplumsal barışın tesisi ve demokratikleşme gibi hayati konularda, böylesi bir makul ve ortak bir zeminde buluşabilse. Belki bir umut ışığı doğar, bir felakete davul zurna çalarak sürüklenmektense, serinkanlı bir gidişin önü açılır. Böylece, iktidara, muhalefete, Kürt siyasal hareketine birlikte ve güçlü bir çağrı yapabiliriz, ‘demokratik baskı’ oluşturabiliriz.
Böyle bir ortamda en son ihtiyacımız olan, iktidarcılık veya ulusalcılık ne adına olursa olsun, Kürt siyasal hareketine yüklenmekten medet ummak. Bu arada, bırakalım, sol geçmişinin komplekslerini, Kürt siyasal hareketinden çıkarmaya çalışanları; bırakalım, Kürt siyasal hareketi içinde çıkarmadıkları sesi, şahsi küskünlükler ile hareketten koptuktan sonra, ‘çoğulculuk’, ‘Kürt aydının sesi’ ve ‘özeleştiri’ diye mevcut iktidara pazarlamaya çalışanları. İktidar da, muhalefet de, demokratik çevreler de, bıraksınlar bu adamlardan medet ummayı. Bunlardan ne iktidara, ne Türklere, ne Kürtlere, kimseye hayır gelmez.