Kürt meselesine yaygın bakışın kadim ve temel sorunları, son zamanlarda, BDP üzerine yazılıp çizilenler çerçevesinde belirginleşiyor. Öteden beri, nasıl Kürtlerin, ne oldukları, ne istedikleri, neyi özledikleri değil, ne olmaları gerektiği, neyi istemeleri gerektiği dayatılıyorsa, BDP’ye de aynı şeyler dayatılıyor. En kötüsü, bunun ‘demokratlık’ kisvesi altında yapılması. Bu dayatma eskiden çatık kaşlı bir devlet ideolojisi çerçevesinde olurken karşı çıkılması kolaydı, şimdi ‘demokratlık’ kisvesi altında yapıldığı için karşı çıkılması daha ‘zor’. Dahası şimdi, bu dayatmaya karşı çıkmak daha kolay kötülenir, ihbar edilir, marjinalleştirilir hale geldi.
Yakın bulmayabiliriz
BDP ve onun temsil ettiği Kürt siyasal hareketini, taleplerini beğenmeyebilir, kendimize yakın bulmayabiliriz, bu noktada hiçbir sorun yok. Sorun, bizim beğenmediğimizi, bu harekete gönül verenlere dayatmaya çalışmamız ve bunu demokratlık kılıfına sokma yapma çabası. Türkiyeli bir demokratın bir ucu silahlı mücadele olan bir hareketi kendine uzak bulması kadar doğal bir şey olamaz. Ancak, bu durum, milyonlarca insanın bu harekete ‘gönül vermiş’ olduğu gerçeğini değiştirmiyor. BDP, kendisine oy veren toplumsal tabanın aynı zamanda PKK’ya sempati duyan bir toplumsal zemin olduğunu defalarca ifade etti. Bu koşullar altında BDP’ye ‘terör örgütüne mesafe koy’ demek, ‘o toplumsal zemini bırak başka bir şey ol’ demektir.
Kısır döngüden çıkamayız
Türkiye kamuoyunun bu söylediklerimi yadırgayacağını biliyorum, ancak birilerinin kamuoyuna bazı gerçekleri söylemesinde fayda var. Yoksa bu kısır döngüden çıkamayacağız. Türkiye kamuoyunun ‘terör örgütü’ dediği yapıyı, bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt, ‘özgürlük mücadelesi’ olarak görüyor. Demokratik bir devletin, kendisine karşı çıkan ve silahlı mücadeleyi benimseyen bir hareketi, yasadışı bir ‘başkaldırı’ olarak görmesi tabiidir. Ancak, bu kadar geniş bir toplumsal tabana sahip bir harekete ‘terör’ deyip geçmek, sorunu çözmek açısından işe yaramaz. ‘İsyan’ dersiniz, ‘başkaldırı’ dersiniz ama, bu başkaldırıyı demokratik siyaset ve toplumsal barış çerçevesinde çözmenin yolu, öncelikle bu gerçeği teslim etmek, sonra da makul bir müzakere süreci ile demokratik siyasetin sınırları çerçevesine çekmektir.
‘Taleplerinizden vazgeçin’ demek demokratik siyasete davet değil, ‘pişmanlık yasası’ mantığıdır, meseleyi anlamazdan gelmek, çözümü ezip geçmekte görmektir. Bu mantıktan toplumsal barış çıkmaz. BDP’nin milyonlarca Kürdün taleplerini, özlemlerini temsil etmekten vazgeçip, devletin ve artık Türkiye demokratlarının çoğunun talep ettiği ‘cici parti’ olması, tüm toplumsal meşruiyetini yitirmesi demektir. Bu husus anlaşılmadığı veya anlamazdan gelindiği için, BDP’nin ‘kendi iradesi ile değil, örgütün, silahlı kesimin baskısı ile hareket ettiği’ gibi bir efsane doğdu. KCK davaları bu mantığa oturtuldu.
Benim Güneydoğu’daki gözlemlerim bunun tam tersini gösteriyor. Gözleyebildiğim kadarıyla, BDP toplumsal tabanı ve parti içi tartışmaları ile demokrasinin en fazla geçerli olduğu parti. Dışardan bakanların ‘örgüt baskısı’ dediği radikal çıkışların, birçok durumda, yaygın bir toplumsal taban tarafından ifade edildiğine, BDP’lilerin seçmenleri tarafından fazla ılımlı olmakla eleştirildiğine birçok kez şahit oldum.
Yüzleşmek zor
Türkiye kamuoyunun bu gerçekler ile yüzleşmesinin zor olduğunu biliyorum. Bir ülkede yaşayan insanların çoğunun ‘terör örgütü’ diye tanıdıkları bir hareketin, milyonlarca insan tarafından ‘meşru bir direniş’ olarak algılanması ve bu duygu/düşünce dünyası yarılmasına rağmen toplumsal barışı yeniden tesis etmek, içinden çok zor çıkılacak bir şey. Ama, hiç olmazsa işe, bazı gerçekleri görerek ve kamuoyu ile paylaşarak başlayalım. Bu işi bizim gibi, konuyu yakından izleyen ve eli kalem tutanlar kolaylaştırabilir. Bunu yapmak yerine, aklımızı, kalemimizi, gerçekle yüzleşmekten, bu yüzleşmenin zorluklarından sakınmak ve cici demokratlığın konforuna sığınmak adına BDP’ye yüklenmek için kullanmanın bu ülkede yaşayan kimseye faydası olmayacak. Türkiye genelinde çoğulculuk ve demokrasinin sorunlarını tartışmaktan kaçanların, sabah akşam Kürt siyaseti ve BDP’nin çoğulculuğu ve demokrasi zaafları üzerine kalem oynatması, demokratlıkla izah edilebilir şey değildir.
Kimseyi, BDP ve Kürt siyasal hareketine fazladan sempati duymaya davet etmiyorum, sadece BDP’ye yüklenme kolaycılığından vazgeçmeye davet ediyorum. Kürt meselesi, Türkiye’yi zorlayan bir mesele, ama her şeye rağmen toplumsal barışı tehlikeye atmayan, demokrasiden vazgeçmeyen çözümlere kafa yoralım, çaba gösterelim diyorum.