İngilizler koronayla savaşta ağır kalmıştı ama aniden hızlandılar ve Londra’da dünyanın en büyük sahra hastanesini inşa ettiler.
ExCel adı verilen Kongre ve Sergi Salonu sadece 9 günlük çabayla 4 bin kişilik korona hastanesine dönüştürüldü. Yoğun bakım yatağı ve solunum cihazı yönünden başkentteki en donanımlı hastane oldu. Askeri birliklerden yaklaşık bin asker de hastane inşasında görev aldı. Hastanede 16 bin sağlık personeli çalışacak. Kısa süre önce emekli olmuş sağlık personeli göreve çağırıldı. Hastane çevresinde sağlık personelinin kalacağı mekânlar da ayarlandı.
Sahra hastaneleri malum büyük depo, sergi salonu, hangar gibi yatay ve geniş binaların dönüştürülmesiyle kuruluyor. Altyapının hazır olması önemli. Aksi takdirde maliyet büyüyor, inşaat süresi uzuyor.
İstanbul’da tasarlanan iki sahra hastanesi boş arazilere kuruluyor ve 45 gün süreceği hesaplanıyor.
Yeşilköy’deki Dünya Ticaret Merkezi veya CNR Fuar Merkezi gibi altyapısı hazır sergi salonlarının bu işe daha uygun olduğu
Kırklareli’ne bağlı Asilbeyli köyünün pazarcı esnafı koca bir kamyon sebzeyi yükleyip Kırklareli Belediyesi’ne bağış olarak göndermiş. Muhtar İsmet Develi 400 kg sakız kabak, 500 kg havuç, 250 kg patlıcan, 275 kg bakla, 350 kg ıspanak, 400 kg pırasa, 200 adet kıvırcık marul, 400 kg domates, 200 kg salatalık ve 250 adet lahanayı Belediye Başkanı Siyami Kesimoğlu’na teslim etmiş. Başkan Kesimoğlu:
- Yapılan bağışları teşekkür ederek teslim aldık, şimdi bunlar Sosyal Vefa Destek Grubu ile Sayın Valimizin koordinasyonunda ihtiyaç sahiplerine iletilecek, diyor...
Asilbeyli köyüne buradan alkışlar...
Bu arada özellikle Trakya ve Ege’de çok sayıda sebze üreticisi ürünü şehirlere gönderemiyor. Bir sebep lokantaların kapalı, sebzeye talebin azalmış olması. İkinci sebep ulaşım zorluğu.
Belediyeler işte bu noktada devreye girmeli. İstanbul ve Ege’deki büyükşehir belediyeleri konuyla ciddi şekilde ilgilenmeli. Tarımın zor durumuyla ilgili her türlü bilgi, Ali Ekber Yıldırım’ın “Tarım Günlüğü” sitesinde mevcut.
Maskeli
İnsanlık Kovid-19 salgınının azalacağı, hayatın normale döneceği günü merak ve özlemle beklerken... Başta turizm olmak üzere birçok meslek gurubu da salgının uzun dönemli etkilerini irdeliyor. Tur operatörü Cem Polatoğlu turizmde yaşanacakları tahmine çalışıyor.
UÇAKLAR: Artık istif usulü yolcu alamayacaklar. Yüzde 50 yolcu kapasitesiyle uçacaklar, yolcular arası 1 koltuk mesafesi korunacak. Uçak sanayi krize girecek. Havayolu şirketleri ayakta durmakta zorlanacak.
OTELLER: 500, 1000 odalı otel projeleri rafa kalkacak. Her şey dahil sistemi önemini kaybedecek, Hijyen her şeyin önüne geçecek. Belki de “açık büfe” artık son bulacak. Özel hizmet veren butik, küçük, villa tipi oteller öne çıkacak.
RESTORAN, KAFE: 10-12 kişilik arkadaş yemeklerini unutalım. Arada 1 sandalye mesafeli oturma düzenine geçilecek.
DİSKO BAR: Sahnede, barda iç içe oturmak, dans etmek mümkün olmayacak. Sadece kendi masanın önünde dans edebilir, oynayabilirsin.
TRANSFER: Ailelere uygun Mini VAN ve 4 kapılı
Sosyal medyaya fotoğraflar düşüyor. Meslek lisesi öğrencileri okullarında doktorlar için maske, gözlük, tek kullanımlık önlük, tulum, maske, dezenfektan üretiyorlar. Okullar uzaktan eğitime başladı ancak meslek liseleri bu kararın dışında bırakıldı. Çok dar imkânlar ve sağlıksız koşullarda harıl harıl sağlık malzemesi üretmeye çalışıyorlar.
Halen ülkemizde çok kaliteli gözlük çerçevesi yapan imalathaneler var. Bu çerçeveleri yapan fabrikalar neden kovid ile uğraşan hekim ve sağlık personeli için siperlik ve gözlük yapmasın? Ayrıca bu üretimi yapabilecek onca plastik fabrikası, oyuncak atölyesi vs var. Öğrencilerin masa başında yapabildiği üretimi bu atölye ve fabrikalar haydi haydi yapar, hem de daha kaliteli ve seri şekilde.
Bu ülke lafa gelince “Tekstilde lider ülke” diye övünürken, neden maske, önlük, tulum üretimini tekstil fabrika ve atölyeleri değil de meslek okulları yapıyor? Aile hekimlerinin hâlâ maske sıkıntısından söz etmeleri kimseyi
Eski bir denizci dostumuz korona hastalarına sahra hastaneleri kurulması için hazırlık yapıldığı haberlerini okumuş, telefonda dedi ki:
- Bizim halen işler vaziyette olan üç feribotumuz var. Her biri 400 yataklı. Bu feribotlar pekâlâ hastane-otel olarak kullanılabilir. Halen Ankara feribotu Piri Reis Üniversitesi tarafından okul gemisi olarak kullanılıyor. Samsun feribotu TÜDEV adlı vakfa kiralanmış. İskenderun feribotu ise bildiğim kadarıyla ordunun emrinde bulunuyor. Bu feribotlardan bir veya ikisi halen kullanımda olmayan Haydarpaşa Limanı’na çekilebilir. İçlerinde bir otelde bulunması gereken tüm malzeme hatta su arıtma cihazı bile vardır. Giriş katı vasıtalara ayrıldığı için giriş çıkış kolay olur. Kullanıma sahra hastanelerinden daha uygundur.
Virüs dolu gemi
Elefterios Venizelos feribotu Pire Limanı’na yanaşmış bekliyor.
Korona önlemleri en başta düşük ücretlerle çalışan, günü gününe yaşayan örgütsüz işçileri ve zayıf işletmeleri vurdu. Lokanta, kafe, AVM, mağaza başta olmak üzere güvencesiz çalışan yüz binlerce genç insan bir anda işsiz kaldı. Almanya, Fransa, İngiltere peş peşe açıklama yaptılar. Çalışanların evde geçirecekleri sürelerde gelirsiz bırakılmayacağını açıkladılar. Türkiye işçi çıkarma yasağı koymadı. Esas olan, kimseyi gelirsiz bırakmamak olmalı. İşsiz kalanlara yapılacak yardımlar için ek paket önerisinde bulunmuştuk. Öğretmen Ali Özdemir’in bu konuda dikkate değer bir önerisi var. Diyor ki:
“İçinde bulunduğumuz zor günlerde kamudan maaş alan herkesin gelirinden yüzde 5-10 oranında bir kesinti yapılarak oluşturulacak fonla, çalışamayan, işsiz kalan, iş yeri kapananlara maddi destek sunulabilir. Bu önerime milyonlarca kamu çalışanı insan tepkiyle yaklaşacaktır. Tabii kamu personeli de ucu ucuna geçinmektedir. Ancak biraz daha sıkıntıya girebilirler. Kaldı
Şöyle haberler okuyoruz:
“Sokağa çıkma yasağına şimdilik gerek yok, ancak salgın daha büyük rakamlara ulaşırsa yasak düşünülebilir...” veya “Salgının yayılması halinde sahra hastanesi kurulabilir.”
Ne var ki salgın hızını aldıktan sonra alınacak tedbirler işe yaramaz. Tedbiri bugünden almak lazım.
Türkiye’de salgın hangi düzeylere ulaşır? Hesabı kolay...
Ekranda Yeditepe Üniversitesinden Prof. Meral Sönmezoğlu ve Prof. Aynur Eren Topkaya ile Ankara Üniversitesinden Prof. Necmettin Ünal’ı dinliyoruz. 20 Mart tarihinde Habertürk’te Enine Boyuna programında konuşuyorlar. Her üç uzman şu görüşlerde birleşiyorlar...
- Hastaneye gelen kişide klasik belirtiler görünmüyorsa test yapılmıyor. Yüksek ateş, öksürük, halsizlik gibi klasik şikâyetler varsa o zaman test yapılıyor. Eğer test pozitif, hasta ayaktaysa, kendisine gerekli bilgilendirme yapılarak evine gönderiliyor. Evinde kendini karantinaya alması isteniyor...
- Peki ya bu hasta zaman zaman dışarıda dolaşırsa?
- Bu kişilere polis takibi yapılmıyor, diyor hocalar, tamamen onların vicdanına bırakılıyor. Bu durum bizi de sıkıntıya sokuyor.
Bu hastanın son günlerde kimlerle görüştüğü de saptanıp izlenmiyor.
O sırada yöneticiye bir mesaj geliyor. İl ve ilçe müdürlüklerinin testi pozitif çıkmış kişileri telefonla izledikleri bildiriliyor. Ancak virüs taşıyıcı olarak dışarıda dolaşmalarına bir engel yok.
Peki ya evdeki diğer aile