Hafta sonunu İzmir’de geçiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Milli Kütüphane’yi de ziyaret etti, şeref defterini imzaladı. Milli Kütüphane’yi Atatürk ve İnönü’den sonra ziyaret eden üçüncü CHP liderinin Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu bilvesile öğrendik.
İzmir Milli Kütüphanesi İttihat ve Terakki yönetimince “cehaletle mücadele” kampanyası çerçevesinde 1912 yılında kuruldu. Halkın yaptığı para ve kitap yardımlarıyla kısa sürede büyüdü. 1919’u izleyen işgal yıllarında Yunan güçlerince kütüphanenin “Milli” sıfatı kaldırılarak yerine “İslam” kondu. Kütüphane hakkında bir inceleme yazısı yazan rahmetli Zeki Arıkan, “İslam” mühürlü kitapları bizzat gördüğünü anlatır.
Kütüphane sonradan yenilendi, genişletildi, Cumhuriyet’in 10’uncu yılında 31 Ekim 1933 tarihinde coşkulu bir törenle yeniden hizmete girdi. İzmir’in varlıklı kesimleri yeni binaya önemli katkıda bulunmuştu.
Ünlü yazarlarımızdan Fakir Baykurt (1929- 1990) kendisinin 91. doğum yıl dönümü olan 15 Haziran’da anıldı.
Asıl adı Tahir Baykurt idi. Bu adı sevmedi. PTT, adını bir hata sonucu bir zarfın üzerine Fakir Baykurt diye yazınca bu adı sevdi, benimsedi. Köy Enstitüsü mezunuydu. İlk romanı “Yılanların Öcü” ile tanındı. 1965-1971 yılları arasında Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın Başkanlığını yaptı. 1969 yılında Kayseri’de TÖS Genel Kurulu’nun yapıldığı bina, bir gece önce camiye bomba atıldı söylentisi çıkarılarak, yakılmak istendi. Öğretmenler yanan binadan güçlükle kurtarıldı. Adeta Sivas’ın provası yapılmıştı.
12 Mart darbesiyle birlikte TÖS kapatıldı, Fakir Baykurt tutuklandı. TÖS davası bitmeden af çıktı. Ancak TÖS yöneticileri aftan yararlanmayı kabul etmediler. Yargı sürdü. Baykurt sekiz yıl ceza aldı. Ancak askeri Yargıtay kararı bozunca beraat etti.
Fakir Baykurt anılarında Köy Enstitüsü günlerine ilişkin çok sayıda olay anlatır.
Muhafazakâr ve mütedeyyin yurttaşların faizden kaçtıkları için paralarını altın ve dövize yatırdığı sık sık yazılıyor. Bu altın ve döviz de yastık altında biriktiriliyor.
Tabii şu basit gerçek göz ardı ediliyor.
Paranızı dolara yatırır, yastık altına atarsanız, ABD’ye sıfır faizle kredi açıyorsunuz demektir
Altın alır, bunları yastık altına atarsanız, ülkeyi altın ithaline zorlarsınız.
Her iki durumda ülke ekonomisine zarar verirsiniz
Ülke daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalır.
Neticede faizin günahından kurtulayım derken, faiz lobisine hizmet etmiş oluyorsunuz.
SÜRPRİZ
Türk Dil Kurumu’nun hâlâ Atatürk’ün kurduğu kurum olduğu sanılır. Oysa Türk Dil Kurumu 12 Eylül Cuntası tarafından tanınmaz hale getirilmiş, Cumhuriyetçi kadrolar tasfiye edilmiş, esas işlevinden saptırılmıştı. Bugünkü TDK artık kuruluştaki işlevini yitirmiş bir kurumdur.
Eski gerçek TDK anılarda kalmıştır.
Türkçenin yılmaz savunucularından Sevgi Özel, eski TDK’nın anılarıyla yaşayan az sayıda uzmandan biridir. Sevgi Hanım eski TDK kapanmadan önce orada 12 yıl çalıştı. TDK’nın en güzel günlerine tanıklık etti.
Kısa süre önce yayımlanan “Yalan Dünyasının Yalancıları” adlı kitabında bu tanıklığı anlattı. Kitapta neleri yazdığı arka kapakta belirtiliyor:
“Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’ndaki 12 Eylül öncesi ve sonrasında neler olduğu ve oradaki dil emekçilerinin neler yaşadığından Dil Derneği’nin nasıl kurulduğuna, Bilgi Yayınevi’ndeki ‘editör’ masasındaki deneyimleriden Ankara’daki yazar çevresine, siyasi ve kültürel ortamın
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Karar’da Ali Bayramoğlu’nun yazdığına göre, parti teşkilatına hitaben demiş ki:
“Mevcut anayasada cumhurbaşkanının düzenleyici yetkileri ve atama yetkileri var. İllerdeki sağlık müdürüne kadar o atıyor. Biz tüm önemli atamaların partiler arası mutabakatla yapılması kararı aldık. Bu da, liyakati kaçınılmaz olarak devreye sokacak bir karar. Alt düzey atamalarsa bakanlıklara bırakılacak.”
Bu durumda Cumhurbaşkanı yardımcıları, bakanlar, genel müdürler, müdür yardımcıları, müsteşarlar, yönetim kurulu üyeleri gibi üst düzey görevlilerin atanmasında yeni cumhurbaşkanı tek başına karar veremeyecek. Her atamada 6 partinin mutabakatı gerekecek.
Partilerden biri “Benim gözüm o şahsı tutmadı”, “Bu şahıs partimize uymaz” falan derse cumhurbaşkanı atamayı yapamayacak...
Dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir sistem olacak bu...
Adına “6 Kocalı Hürmüz” sistemi diyebilirsiniz...
Bu arada pek konuşulmuyor ama..
Sanırız kabinedeki bakanlıkları da 6 parti aralarında böl&uum
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu son grup konuşmasında partisi CHP’yi yine eleştirdi: “Muhafazakâr genç kadın kardeşlerim size sesleniyorum” dedikten sonra ekledi:
“Şuna inanmanızı isterim; CHP eski CHP değil, siz de eski siz değilsiniz. Artık beraberiz artık birlikteyiz aynı değerleri savunuyoruz.”
Eski CHP kadınları ezen, onları ikinci sınıf birey yerine koyan bir parti miydi? Yoksa tam tersine kadının toplumda eşit birey olarak yer alması için peş peşe devrimler yapan bir parti mi?
Tarihe bakıyoruz:
1924: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı Eğitimde birlik sağlanırken kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı.
1926: Türk Medeni Kanunu’nu ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanma hakkı kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, eşit miras hakkı, velayet hakkı tanındı.
1930: Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1930:
Orman yangını mevsimine girdik. Komşu Yunanistan’dan yangın haberleri geliyor. Bu arada merak ediliyor.. Geçen yılki başarısız sonuçlardan sonra acaba bu yıl yeterli önlem alındı mı?
Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey, geçen Nisan ayında yaptığı açıklamada yangın söndürme hava araçları için 2 milyar 400 liralık bütçe ayrıldığını bildirmiş:
“Bu yıl daha fazla HAVA aracını kullanmış olacağız. 20 uçak, 55 helikopter ile çalışacağız. Geçen yıl 39 olan helikopter sayımızı bu yıl 55’e çıkardık. İnşallah bu araçlar 1 Mayıs’tan itibaren görevinin başında olacak” demişti...
Umarız işlemler tamamlanmış, araçlar hazır hale gelmiştir.
Umarız erken uyarı sistemi de geliştirilmiş, havadan 7/24 kontrol görevi yapacak bir İHA filosu da kurulmuştur...
Yangınsız bir yaz dileğiyle...
NİHAYET
Yavru Karga’nın öyküsünü burada anlattık.. Uçamayan yavruyu iki yürekli genç; İlkem ve eşi Efe Tuzcu uçurmaya çalışıyordu. Gündüzleri sokağa çıkarıyorlar, uçmasını beklerken
Büyük ozan Nazım Hikmet ölümünün 59. yılında dört bir yanda anılıyor...
Biz de onu anlamlı bir konuşmasıyla anıyoruz...
14 yıl hapis yatmasına rağmen adı komüniste çıkmış, daha fazla hapis yatmamak için Rusya’ya kaçması vatan hainliğiyle eşdeğer sayılmıştı. Komünizm tacirleri onun adı üzerinde yıllarca tepindiler. Sonunda dünya çapındaki ünü altında ezilip sustular.
Gazeteci Orhan Karaveli ve Ömer Sami Coşar, 1960 yılında Moskova’da Nazım Hikmet’in de katıldığı bir toplantıdalar.
Rusların davetiyle yapılan bu toplantıda Stalin’in 1945 yılında savaş sonrasında Türkiye’den talepleri gündeme gelir. Karaveli ve Coşar bu taleplerin Türk - Rus dostluğunu bozduğunu ve Türkiye’yi ABD’nin kollarına ittiğini söylerler. Gözler daha sora merakla Rusya’da yaşayan Nazım Hikmet’e çevrilir. Büyük şair şöyle konuşur:
- Ben Türk ve Rus milletleri arasında herhangi bir düşmanlık duygusu olduğunu hiç düşünmedim. Her yıl Ruslardan aldığım binlerce mektup bu dostluğun kanıtıdır.