CHP’nin yolculuğunda son durum nedir?
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanma süreciyle birlikte başlayan mitingler ve anket sonuçları, CHP’nin ciddi bir ivme yakaladığını gösteriyordu. Meydanlar doluydu, halk umutluydu. Ancak zamanla bu rüzgâr duruldu. Mitingler sürse de heyecan dozu azaldı.
Peki neden?
Çünkü söz biraz tükendi. Çünkü umut, tekrar eden söylemlerde değil, ortaya konan somut vizyonlarda yeşerir. CHP şu anda AKP’nin sadece birkaç puan önünde. Ama birçok ilde hâlâ AKP birinci parti.
Seçim çağrıları iyi güzel... Ancak seçim tek başına çözüm değil. Seçimden sonrası da var. Seçimi kazanan parti bugünkünden farklı ne yapacak? Soru bu...
Topluma net bir yol haritası sunmak gerekiyor:
Somut projeler... Gerçekçi vaatler... Uygulanabilir bir program şart...
Son kongrede “Nisan’a kadar yeni program hazırlanacak” denmişti. Şimdi de hazırlığın sonbaharda biteceği söyleniyor. Seçime hazırız demekle, gerçekten seçime hazır olunmuyor. To
Lord Kinross, “Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabında harika bir tespit yapıyor... “Bu millet adam olmaz, bu milletle bir yere gidilmez” şeklinde kestirme yargılarla halkı küçümseyenlere ders veriyor. Atatürk’ün yurt sevgisinin kaynaklarını anlatırken O’nun Türk insanına bakışını bakın nasıl özetliyor:
“Mustafa Kemal, Türk halkı üzerinde hayale kapılmıyordu. Onun katı, tutucu, kadere inanır, zeka ve inisiyatif bakımından ağır davranışlı olduğunu bilmiyor değil. Ama aynı zamanda inatçı, sabırlı, dayanıklı, savaşçı, üstlerine bağlı ve gerekirse aldığı emre uyarak canını vermeye hazır olduğunu da biliyordu.
Atatürk, Türk insanını iyi tanıdığı, ona güvendiği, iyi yönetilirse üstün niteliklerinin öne çıkacağı inancıyla hareket etmişti... Samsun’a çıktığı gün yurdun her yanında isyanlar birbirini kovalıyordu. Yunanistan ordusu İzmir’e çıkmış, ardından hiç direniş görmeden Manisa ve Aydın’a yürümüştü. Bu koşullarda ancak halkına sonuna kadar inanan bir lider
İsrail Gazze’yi insafsızca ve vicdansızca bombalamaya devam ediyor. Bölgeye yönelik ambargolar da sürüyor. Bölge ölüm ve açlığa teslim edildi.
Amaç belli ki Filistinlileri Gazze’den ayrılmaya zorla ikna etmek.
ABD Başkanı Trump’ın planı belli.
Gazze’yi bir tatil ve kumarhane kenti yapacak...
Şimdi hızla Filistinlileri kabul edecek ülke aranıyor.
Son olarak Cezayir’in adı geçiyordu.
Türkiye’nin de kapısı zorlanır mı? Bunun işaretleri de yok değil.
Gelelim dramın bir başka yönüne.
Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir gün Mustafa Kemal’e, hayatta kendisini en yalnız ve çaresiz hissettiği dönemi sorar... Ne çocukluk günleri ne savaşlar... Atatürk, hayatında en en zor dönemin, “İşgal altındaki İstanbul’da kapı kapı dolaşarak insanları milli mücadeleye ikna etmeye çalıştığı” günler olduğunu anlatır. İşgal İstanbul’unda esaretten kurtulmak için başkaldırmaya niyetli o kadar az kişi vardır ki...
Alev Coşkun, “Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay” adlı kitabında o sıkıntılı günleri çok güzel anlatır...
Kitaptaki çarpıcı öykülerden birinin kahramanı da yazar Refi Cevad Ulunay’dır... Padişah yanlısı gazeteci Ulunay, Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden ilk basın mensubudur. Ulunay, 4 Şubat 1919 tarihinde yaptığı röportajdan gazeteye döndüğünde, arkadaşları ne konuştuklarını soruyor...
Ulunay, “Şu sıralarda Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransız’ı da İngiliz’i de İtalyan’ı da
PKK’nin kendini feshetmesi ve silahı bıraktığını açıklaması umut ışıkları yakmışken Lozan antlaşmasının ve 1924 Anayasası’nın reddi ile devlete karşı “soykırım, imha, komplo” gibi suçlamalar yöneltilmesi suyu bulandırdı, yeni tartışmalara yol açtı.
Ancak PKK’nın bildirgesinde tartışılması gereken başka ifadeler de bulunuyor.
Bildiri, bir yandan “demokratik siyaset”, “TBMM’nin tarihi rolü”, “barış ve eşit yurttaşlık” gibi anayasal sistemin tanıdığı temel kavramlara yer verirken...
Bir yandan da ne anlama geldiği açık olmayan kimi ifadelerle süsleniyor.
Örneğin metindeki “Demokratik ulus”, “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti”, “Komünal örgütlenme” “Demokratik modernite”, “Demokratik toplum sosyalizmi” gibi ideolojik kavramlar ne anlama geliyor?
Biz bilmiyoruz.
Bunlar toplumun hatta siyaset dünyasının alışık olmadığı, daha önce fazlaca tartışmadığı, güncel hukuk ve anayasa düzeniyle çelişen kavramlar...
Devlet dışı toplumsal yapı &
Fikir tartışmasının bir amacı ve anlamı vardır. Amaç görüş ve bilgi alışverişi, yeni fikir arayışıdır. Bizde ise tartışmalar adeta karşıdakini susturmaya, etkisiz kılmaya yönelik oluyor. Kavga gürültü eksik olmuyor.
Bir dostumuz bunun sebeplerine şöyle değiniyor...
- Ülkemizdeki kutuplaşma sonucu siyasi görüşler kimlik haline gelmiş, bireyler kendilerini bir fikrin savunucusu olmaktan çok, bir tarafın askeri gibi görür olmuşlardır. Bu durumda hoşgörü kaybolur, diyalog yerini ses yükseltmeye, nezaket ise yerini aşağılama diline bırakır. Aynı fikirde olmamak, bir toplumu zayıflatmaz; aksine çoğulculuğu besler ve ortak aklın gelişmesini sağlar. Aynı fikri paylaşmadığımız birini, sadece bu yüzden dinlemiyor, dışlıyor ya da küçümsüyorsak; demokrasiyi de reddediyoruz demektir.
- Peki biz neden böyleyiz...
- Çünkü eğitim sisteminde eleştirel düşünme yok: Ezberci sistem, farklı fikirlere açık olmayı değil, tek doğruya bağlı kalmayı öğretiyor. Kutuplaşma sonucu siyasi kimlikler neredeyse birer
PKK Kongresi’nin sonuç bildirgesi açıklandı. Kongrede PKK örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadelenin sonlandırması kararları alınarak, PKK adıyla yürütülen çalışmaların sonlandırıldığı bildirildi.
Yıllardır çok can yakmış bir sürecin sonlanması adına sevindirici bir gelişme söz konusu...
Ne var ki yayınlanan PKK bildirisindeki ifadeler ileriye dönük umutları gölgeliyor.
Cumhuriyet’i suçlayan, teröristleri yücelten, terörü haklı gören ifadeler bildiriye hâkim olmuş.
Bildiride “PKK adıyla yürütülen çalışmaların sonlandırıldığı” ifadesi geçiyor.
Bunun anlamı Kürt hareketinin PKK adını bırakmakla birlikte diğer örgütler yani YPG, YPJ, PYD, KCK gibi yapıların yola devam ettiğidir.
Bir başka arızalı bölüm:
“Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı... Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı m&uum
Yarın anneler günü...
Bizim çocukluğumuzda (50’lerde) evimizde çamaşır makinesi yoktu. Bulaşık makinesi yoktu. Elektrik süpürgesi yoktu. Kadın yardımcı yoktu. Annem bulaşığı levyede, çamaşırı leğende yıkar, ortalığı tek başına süpürür, camları tek başına silerdi. Babam bütün gün dışarda çalışır eve yorgun gelirdi. Annem yemeği tek başına pişirirdi. Mutfakta tek bir gaz ocağı bulunur, ikide bir tıkanır, ateşi söndükçe pompalanırdı. Buzdolabı yoktu, yemekler tel dolapta saklanırdı. Üç kardeştik. Hiçbirimizin anneme faydası yoktu. Annemin hiçbir gün beş dakika olsun camın önüne oturup dışarıyı seyrettiğini görmedim. Mutlaka bir iş yapardı. Mutfakta yorulduğu zamanlarda sedire oturur sökükleri diker veya yamardı. Çoraplar, pantolonlar, gömlekler eskiyince yamanır tekrar giyilirdi. Tek keyfi çalışırken radyoda alaturka dinlemekti... Yesari Asım’ın, Münir Nurettin’in, Sadettin Kaynak’ın şarkılarını sever, mutfakta çalışırken onları mırıldanırdı. Babasını Çanakkale’de