Antakya, Elbistan, Malatya... Verimli tarım ovasına inşa edilen yüzlerce bina şimdi enkaz halinde. Oysaki birkaç ay önce hazırlanan raporda, bu bölgelerdeki yapılaşmaların alüvyon tabanlı, sıvılaşma riski taşıyan tarım arazilerine yapıldığına dikkat çekilmişti.
Evet, karada yaşanan en şiddetli sarsıntıları yaşadık. Evet, arka arkaya iki büyük deprem geniş bir coğrafyayı etkiledi. Ama biliyoruz ki, şehirlerimiz doğru yerde gelişseydi böylesine büyük bir yıkım yaşamazdık. Fay hattının üzerine 8-10 ve daha çok katlı binalar inşa etmeseydik binlerce enkaz yığınıyla karşılaşmazdık. Alüvyon tabanlı verimli tarım ovalarını imara açmasaydık, göğsümüzü sıkıştıran bu acılara katlanmak zorunda kalmazdık. Henüz 2 yıl önceki İzmir depremi mesela! 117 insanımızı yitirdiğimiz depremde yıkılan binaların, sulak bostanlara inşa edildiği ortaya çıkmamış mıydı? Yıkılan binayı yapanlar bile, zeminin yürürken titrediğini anlatmıştı. Bu tespitler o dönem hep yazıldı, uzmanlar anlattı. Ama maalesef hiçbir şey değişmedi. Ve benzer bir zemin, bugün daha büyük bir faciaya adres oldu.
Bakın, AFAD’ın hazırladığı Hatay İl Afet Risk Azaltma Planı’nda (İRAP), bölgedeki yerleşim alanları için nasıl bir öngörüde bulunulmuş: “Graben alanı ve akarsu boylarındaki dolgu alanları, en zayıf ve zayıf zeminleri oluşturmaktır. Olası bir depremde, zemin büyütmesi, sıvılaşma, kopma, oturma ve heyelanlara bağlı şiddetin en çok hissedileceği zeminlerdir. Ne yazık ki bugün şehrin büyük bir bölümü bu zeminler üzerinde yer almaktadır. Antakya’da mevcut yerleşme ile zemin özellikleri arasındaki ilişki, olası bir depremde ortaya çıkacak can ve mal kayıpları konusundaki endişeyi artırmaktadır.”
Uzmanlar, böylesi zeminlerde deprem ivmesinin çok daha yüksek olduğunu söylüyor. Hatta 2018 yılında güncellenen deprem yönetmeliğiyle, sıvılaşma riskine açık zeminlerde ivme hesaplarının da değiştiği biliniyor. Tabii öncelikle böyle alanlarda nasıl binaların tasarlanacağından çok, bu tip zeminlerin yerleşime açılmasını tartışmamız gerekiyor. Mesela deprem sonrası konuştuğum İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Beyza Taşkın, “Verimli tarım arazilerinin üzerinde imar planı düzenlenmemiş olsaydı bu faciayı yaşamazdık” diyor.
Tarım arazisi imara açılırsa
Betonarme Yapılar Çalışma Grubu üyesi olan Doç. Taşkın’a göre, temel sorun imar planlamasında: “Antakya bir ova. Ovada normalde tarlalar görürsünüz. Ama bugün baktığımızda tarla alanlarına dikilen 8-10 katlı binalar görüyoruz. Bunların yapılmasına müsaade edilmesi doğru bir şey mi? Deprem yönetmeliği ile ivmeler koordinat bazlı değişti. Bu sürekli güncellenen bir durum. Ama asıl değişmesi gereken İmar Kanunu. Tarlaya 8-10 katlı binaların yapılması İmar Kanunu ile engellenmeli. Evet, oradaki bazı yapılarda radye temel var ama o kadar ağır binayı böyle bir zeminde radye temel taşıyamaz. İlla yapılacaksa kazıklı temel yapılması gerekirdi. Ama zaten yapılmamalı. İmar kararları, belediyeden ya da siyasetten tamamen bağımsız alınmalı. İmar planlamalarını, bilim insanların yer aldığı heyetler hazırlamalı ve bu planlar, kenti yöneten partiye göre değişmemeli. Sonuçta siz, imar planını değiştirip tarım alanına inşaat izni verirseniz, müteahhit de gelir yapar.”
24 kent fay hattında
Doç. Dr. Beyza Taşkın’ın dikkatleri çektiği tablo, bugün sadece depremin yaşandığı bölgelerle de sınırlı değil! Türkiye’nin 24 kenti fay hatları üzerinde kurulu ve yerleşimlerin büyük bölümü de bir zamanlar tarım arazisi olan, ovalara yayılmış durumda. Yani nüfusumuzun büyük bölümü tehdit altında! Bu acı enkazı kaldırıp, kayıplarımızın acısını atlatabilirsek, doğayla barışık güvenli yaşam alanlarını nasıl kurabileceğimizi konuşmalıyız. Bugün yastayız!