Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

ABD Başkanı Donald Trump’ın distopik gibi görünen, ancak ütopik nitelikli kararlarının Avrupa Birliği (AB) içinde hezeyan yarattığını söylesem, yanlış olmaz. Trump’ın Rusya-Ukrayna, Grönland, AB, NATO, Çin, Ortadoğu ve hatta İran konusunda attığı hiçbir adım sürpriz değil. Çünkü bu adımları atacağını seçim kampanyası sırasında açıkça dile getirdi. Dolayısıyla, gümrük vergileri kimse için sürpriz olmamalıydı. Ancak AB sanki gafil avlandı. Trump, AB menşeli çelik ürünlerine ek gümrük vergisi getirme kararı aldı. AB, bu karara yanıt vermeye hazırlanırken Trump, Brüksel’e yeni vergiler dayattı. Üçüncü kez seçilmesi mümkün olmayan Ursula von der Leyen’in yeniden seçilme gibi kaygısı yok. Buna rağmen, ABD’nin Avrupa ülkelerine vergi veya diğer konularda olası hamlelerine karşı ihtiyatlı bir planlama yapılmamış olması ve AB’nin bu hamlelere karşı hazırlıksız yakalanması dikkat çekici.

Haberin Devamı

AB’nin anlamsız Trump ‘hayreti’

Trump’ın attığı tüm adımlar, Avrupa açısından şuursuzluk olarak görülse de, Beyaz Saray’ın yeni kiracısının bu hamleleri önceden biliniyordu. Sorun zaten AB’nin, Trump’ın distopik vaatleri asla gerçekleşmeyecekmiş gibi davranması. Aslında ABD ile AB iki farklı distopik dünyada yaşıyor. Trump yönetimindeki ABD, George Orwell’in ‘1984’ adlı romanını andırıyor; AB ise İngiliz yazar Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sını, hazcı ve hedonist bir toplumu andırıyor. Kuramsal olarak yaklaşıldığında, ABD-AB ilişkilerinin oyun teorileri ve Nash dengesi çerçevesinde değerlendirilmesi çok daha isabetli olabilir. Hatta, ilişkiler ve siyasa tercihleri, 1950’de Princeton’da Albert W. Tucker tarafından formüle edilen ‘mahkum ikilemi’ çerçevesinde dahi ele alınabilir.

Gelinen noktada, AB nihayet Trump’ı keşfetti. Trump ise küresel ‘Ekonomi 101’ dersini aldı ve büyük olasılıkla da öğrendi. Dünyanın en büyük yatırım fonları arasında yer alan ve başkanlık seçimlerinde Trump’a destek veren çok uluslu varlık yönetim şirketi BlackRock’ın CEO’su Larry Fink, Trump’ın ticaret politikasının yarattığı belirsizlik nedeniyle şaşkınlığa uğradığını belirterek olası resesyona işaret etti.

Haberin Devamı

AB ise, ABD’ye yönelik daha gerçekçi beklentiler içinde olması gerektiğini artık anlıyor gibi. Nitekim Brüksel’deki zirvede ‘Gönüllüler koalisyonu” çerçevesinde Avrupalı müttefikler Ukrayna-Rusya ateşkesini tek başlarına koruyamayacaklarını, istihbarat ve lojistik açıdan ABD’nin desteğine ihtiyaç duyduklarını ya itiraf etti ya da kabullendiler.

Trump da görüntüyü kurtarmak adına ilan ettiği ek gümrük vergilerini askıya alma kararıyla, ABD’nin dünyada askeri açıdan belki tek başına hareket edebileceğini, ancak ticaret açıdan edemeyeceğini anladı. Başka bir deyişle, küreselleşmiş bir dünyada herkesin herkese ihtiyacı var. Kimse, diğerini dışlayarak tek başına karar alamaz. O dönem artık geride kaldı. 1 milyar insanın yaşadığı transatlantik topluluğun her üyesinin birbirine ihtiyacı var. Her ülkenin kendi ‘magnum opus’u bulunmakta ve bu da transatlantik topluluğa sıra dışı bir katma değer sunuyor. Bunun unutulmaması gerekiyor.

AB’nin anlamsız Trump ‘hayreti’

Leïla Slimani

Türkiye’nin Goncourt edebiyat ödülüne katkısı

Haberin Devamı

Aslında Almanya’da aşırı sağcı AfD’nin birinci parti konumuna gelmiş olmasını ve Belçika askeri istihbarat biriminin 2025 tehlike trendlerine dair raporunu ele almak istiyordum. Ancak kuşkusuz daha önemli bir konu var. Dış politikada dünyayı Fransızca düşünmenin ne kadar önemli olduğunu, bunun sağladığı katma değerin ve yarattığı zenginliğin altını çizerim. Bu nedenle, Türkiye’nin Fransa’nın önde gelen edebiyat ödüllerinden Goncourt’un Türkiye’deki seçim sürecine katkısını kaleme almadan geçemezdim. ‘Prix Goncourt’ 1892 yılında Edmond de Goncourt’un vasiyeti üzerine, Fransızca yazan yazarlara yönelik oluşturulmuş; her yıl nesir sanatında yazılmış en iyi romana verilen prestijli bir edebiyat ödülü. 2023’ten beri Türkiye, ödül seçimine katılan 37. ülke konumunda. Bu yıl Türkiye, Goncourt ödüllü Fransız yazar Leïla Slimani’yi ağırlıyor. Eski adıyla Fransız Kültür Merkezi’nin İstanbul, Ankara ve İzmir’de düzenleyeceği çeşitli etkinliklerle süreç daha da zenginleşecek. En önemlisi ise, 16 Nisan’da Ankara’da Türk okurların, Goncourt ödülüne aday gösterilen dört finalist arasından seçim yapacağı etkinlik. Aynı gün, Ankara Üniversitesi’nde Leïla Slimani ile bir konferans düzenlenecek. Dünyayı Fransızca düşünmenin dayanılmaz güzelliğini anlamak için eşsiz bir fırsat…