10 Ekim Gar Katliamı davası, ihtişamlı başlıklarla sonuçlandı:
“9 sanığa 101 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis.”
Memleketin mahkemeleri de kritik davalarda medyanın göstereceği refleksleri iyi bilir.
Başlıklar bellidir.
Aylarca süren duruşmalar boyunca talep edilen ve geri çevrilenler ise altlara gizlenir.
“16 firari sanığın dosyalarının ayrılmalarına...”
Kim onlar?
Katliamı planlayan ve düzenleyen IŞİD’liler.
3 yıldır neredeler?
“Bakıyoruz, belki de öldüler...”
***
Kararda bir de ağırlaştırılmış müebbet yerine örgüt üyeliğinden ceza verilen sanıklar var.
3-5 yıla çıkacaklar.
Kim mi onlar?
Evlerinden bomba çıkanlar, katliamı yapanları saklayanlar, sınır geçişlerini organize edenler.
Ve onlar, bir twit atan, bir pankart taşıyan, bir sloganı bağıran gençlerle aynı cezayı aldılar.
***
Peki neden, biri anayasal düzeni yıkmak suçundan olmak üzere 101 kez ağırlaştırılmış müebbet, 100 kişi ölmedi ki Gar Meydanı’nda...
Ağa Bayar ve Mustafa Budak, yaralı kurtulup, aylarca yaşam mücadelesi verdikten sonra yaşamlarını yitirdiler.
Neden 103 kez değil?
Ama kim uğraşacak davayı teferruatlandırmakla.
İddianameyle sınırlı kalıp, o ana kadar yaşamını yitirenlerle sınırlı tuttu kararı mahkeme.
***
“Kokteyl terör” diye bir kavram oluşturup, neredeyse kendilerini öldürmekle suçlandı insanlar.
Halay çekerken ölenler, “patlamanın işaretini vermekle” itham edildi üstelik.
Çocukların ölüleri statlarda yuhalandı.
Derin analizlere konu edildi “kokteyl” denilerek, analarının gözyaşları.
İnsanlar inanıp sarıldılar bu kavrama, hemen 10 Ekim’de.
Gelin görün ki IŞİD’liler dışında bir başka örgütten, yapıdan, gruptan tek kişi yok kararda da iddianamede de.
***
Görevlendirilen müfettiş, büyük harflerle yazdı raporuna; “gerekli istihbarat gelmiş ama ilgili birimlere iletilmemiştir, sorumluların yargılanması gerekir.”
Valilik engelledi soruşturulmalarını.
Yargı mı ne yaptı?
Valilik kararına itiraz edeceği yerde, dosyadaki bu bilgileri yazan gazetecilere dava açtı.
***
Bir bakın; durmadan bombaların patladığı o dönemden sonra kaç kamu görevlisi hakkında dava açılmış?
Aramalarda ihmali bulunduğu söylenen birkaç polis memuru dışında soruşturulan, yargılanan tek isim var mı?
Diyarbakır’da, Suruç’ta, Gar Meydanı’nda, Taksim’de, Kızılay’da, havaalanında, gece kulübünde yaşanan katliamlar nasıl olup bitti birden bire?
Katliamı yapanın kimliğine göre nasıl konum aldı insanlar?
Ve nasıl olup da hiç sorumlu tutulmadı, engellemekle yükümlü olanlar, bunun için maaş ve itibar alanlar?
Ve nerede tüm bunları planlayan ana kadrolar?
***
Evet alışığız, bu ülke biraz böyle!
Tecavüze uğrayan kadına neden öyle giyindiği sorulur.
İstismara uğrayan çocuğa neden adamla konuştuğu.
Saldırıya uğrayana neden bağırmadığı.
Bağırana neden susup, sessiz kalmadığı.
Ölene neden eyleme gittiği sorulur.
Halay çekerken ölene, neden bin yıllık o marşı okuduğu.
Kalana neden kaldığı?
Gitmek isteyene izin verilmez, kalmak isteyene de.
“Alışmayacağız” diyerek, her birine karşı çıkabiliriz ama işte böyle oluyor yine de.
Ve alışmayacağız.
Ülkenin en büyük katliamından sonra adına “barış” denilemediği için, “demokrasi meydanı” denilen Gar Meydanı’nda, dolmuşların, taksilerin, tozun toprağın arasında yıllardır duran, ölenlerin fotoğraflarını taşıyan iki plastik pankart durduğu ve yerine hepimizin etrafında toplanacağı büyük bir, “unutmama anıtı” konulmadığı sürece.