Ya ortaokul son sınıf ya da lise 1 olmalı. Elimdeki gazetede bir Sezen Aksu röportajı. Soruyor gazeteci, “Bu aralar ne okuyorsunuz?” Aksu’nun cevabı, “Dün gece sabaha kadar Selim İleri’nin ‘Seni Çok Özledim’ kitabını okudum. Okudum ve ağladım”. Gazeteyi bırakıp dışarı fırlıyorum. Şişli’deki sokak kitapçısından kitabı alıp eve dönüyorum. Ne güzel, ne şanslı çocuklarmışız. Sezen Aksu’dan yazar tanımak gibi paha biçilmez lükslerimiz varmış. Bu Selim İleri’yle ilk karşılaşmamdı. O günden sonra her çıkan kitabını okudum.
Aradan yıllar geçti. Gazeteci oldum. 30 yıl boyunca onunla söyleşiler yaptım. Kitaplarıyla ilgili yazılar yazdım. Gün geldi eleştiri yazdığı kitap eklerinde bu defa o, büyük bir incelikle benim kitaplarımı yazdı.
Selim İleri’nin 52 yıllık Milliyet Sanat dergisine ilk sayısından itibaren yazdığı yazılarla büyük emeği geçti. Yazılarını daktilosunda büyük bir özenle yazar, tam gününde arşivinden seçtiği fotoğraflarla kuryeye teslim eder, biz bilgisayara aktarırdık.
Kültür-sanat gazeteciliğinin en büyük hediyesi, bir noktadan sonra sevdiğiniz yazarın sofrasını paylaşma şansıdır. Ne mutlu ki çok defa oturdum Selim İleri sofralarına. Edebiyatta yarım asrı devirmiş büyük bir yazarın cennet taamı lezzetindeki sohbetleri, neşeli kadeh çınlamalarının ölçüsü hiç şaşmayan müziğine karışırdı.
Yol tarifi sizde
Selim Bey anlatırdı, ben edebiyat tarihinden rengârenk anılarla dolu görkemli seyrüseferlerde tarifsiz güzellikteki manzaraların fotoğraflarını çekerdim zihnimde. Yazarlığının büyüklüğü tartışılmaz ama aynı zamanda çok iyi bir okurdu Selim Bey. Geçmişle olan derin ve incelikli bağları ne kadar sağlamsa genç kuşak edebiyatçılara duyduğu merak da o kadar kuvvetliydi.
15 Ekim 2024’te, sondan bir önceki buluşmamızda, gözlerindeki dinmeyen hüznün hakkı saklı kalmakla birlikte son yıllarda hiç görmediğim uçuş uçuş bir mutluluk hâli vardı üzerinde. Bu köşede yazdığım “Selim İleri ikinci baharını yaşıyor” isimli yazımda o geceyi anlattım. Geceleri kekik çayı içip sabahlara kadar yazdığını. Senaryo projeleri üzerine çalıştığını. Resim yapmaya başladığını. 75 yaş yakışıklılığını yüzüne sürdüğü sarı kantaron yağına bağladığını.
Son cümlem ise şöyleydi: “Hiç merak etmeyin İstanbul renkli eşsiz yazarımız Selim İleri edebiyat kulvarında su gibi akmaya devam ediyor. Selim İleri ikinci baharını yaşıyor”.
Eksiği fazlası yok. Tam da anlattığım gibiydi. Mart ayında çıkacak Cüneyt Arkın anlatısının heyecanı içindeydi. Önünde defterler, kitaplar, kalemler.
Tek tesellim bu. Yaşadığı rahatsızlıklar nedeniyle hareket ve konuşma serbestlisi kısıtlı olsa da “Beni çok mutlu ettiler” dediği okuma ve yazma onu büyük bir aşkla kuşatmıştı ve Selim Bey de hem çok âşık hem çok mutluydu.
Onları yanına alıp kitaplarını bize emanet ederek “baharına aniden gelen kış”a hiç gönül koymadan o son İstanbul beyefendisi vakarıyla sessizce ayrıldı aramızdan.
Eğer “vakit tamam” demeseydi cuma akşamı Yedikule Safa’da buluşacaktık. Kıymetlisi Türkan Şoray da gelecekti. Pazartesi teyitleşmiştik. Hayat işte…
Cuma sabahı AKM’de bir araya geldik. O ölüme yatmış, Türk bayrağını üzerine çekmiş hâlde biz siyahlar içinde yasa durmuş.
Bizim hiç Selim İleri’miz ölmemişti Selim Bey. Sizden ummazdık, kör olduk. Dünya gözüyle bir daha birbirimizi göremeyeceğiz belki. Kitaplarınız teselli edecek bizi. Çok inanıyorum, sonra bir gün bir yerde yeniden buluşacağız. Yol tarifi sizde. Bize yazın… Ruhunuz şad olsun.
İyi pazarlar.
Özay Şendir
ABD’de yaşama hayali
12 Ocak 2025
Abbas Güçlü
Eğitimi neden düzeltemiyoruz?
12 Ocak 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımcı güvenli limanlara sığındı
12 Ocak 2025
Ali Eyüboğlu
Burak Kut: ‘‘Hayatım mucizeler, iniş ve çıkışlarla dolu’’
12 Ocak 2025
Güldener Sonumut
Trump Avrupa’yı stratejik otonomiye mi itecek?
12 Ocak 2025