Geçen hafta bavul elimde, önce Kıbrıs’a sonra Antalya’ya doğru yola çıktım. Biri gastronomiyle, diğeri doğasıyla hafızama kazındı. İkisi de yazın başlangıcında bana “Türkiye’nin sadece deniz, kum, güneşten ibaret olmadığını” bir kez daha gösterdi.
Kıbrıs’tan başlayayım. Ada hâlâ bildiğimiz gibi; sıcak, samimi ama trafiği artık İstanbul’u aratmıyor. Toplu taşımanın sınırlı olması, her yere serpilen yeni inşaatlar ve artan araç sayısı trafikte sıkıntılı günlerin habercisi gibi. Açık konuşmak gerekirse, bu hızla giderse Kıbrıs’ın kara ulaşımı yakında büyük sorunlarla karşılaşabilir. Şimdiden yeni yol ve ulaşım planlarının masaya yatırılması şart.
Gastronomide iddialı
Ama gelelim güzel haber kısmına: Kıbrıs artık sadece plajlarıyla değil, gastronomisiyle de iddialı. Elexus Hotel’in ev sahipliğinde düzenlenen ‘Şeflerin Düeti’ etkinliği tam anlamıyla damakta iz bırakan bir deneyimdi. Otelin Executive Şefi Veli Bayraktar ile güçlü sesiyle tanıdığımız tenor Hakan Aysev’in hem mutfakta hem sahnede kurdukları bu özel iş birliği, klasik bir gala yemeğinin çok ötesindeydi. Düşünsenize; Yunan, İtalyan, Türk ve Kıbrıs mutfağından esinlenen bir menü eşliğinde müzikle iç içe bir akşam… Bu birliktelik, damağa olduğu kadar ruha da hitap etti.
Kıbrıs’a dair bir diğer güzel gelişme ise deniz yolculuğuyla ilgili. İDO’nun başlattığı Mersin Taşucu-Girne feribot seferleri artık her gün var ve sadece üç saatte adadasınız. “Uçak bana göre değil, denizi severim” diyenler için müthiş bir alternatif. Üstelik İDO geçtiğimiz yıl Yunan adalarına başlattığı seferleri bu yıl daha da genişletti. Dikili’den Midilli’ye, Fethiye’den Rodos’a, şimdi de Mersin’den Girne’ye... Deniz, gerçekten de yeniden keşfediliyor.
Semahlar, nefesler, sazlar
Ve sonra rotamı Antalya’ya çevirdim. Elbette beş yıldızlı oteller yine parıl parıl; ama bu sefer ‘farklı bir Antalya’ için yola çıktık. Muratpaşa Belediyesi Basın Müdürü Emre Baylan’la birlikte doğa, kültür ve tarih üçgeninde unutulmaz bir gün geçirdik. İlk durağımız Elmalı’nın Tekke Mahallesi oldu. 20. Uluslararası ve 41. Ulusal Abdal Musa Anma Etkinlikleri’ne katıldık. Semahlar, nefesler, sazlar... Bir inancın kültüre dönüşen yüzüne tanıklık etmek gerçekten büyüleyiciydi.
Ardından yönümüzü Çığlıkara Ormanları’na çevirdik. Türkiye’deki sedir ormanlarının yaklaşık üçte birine ev sahipliği yapan bu bölge tam anlamıyla bir ‘ağaç müzesi’. Dev sedirlerin gölgesinde yürümek insanın içini hem serinletiyor hem de derinleştiriyor. Yol üstünde sessizliğiyle bizi kendine çeken Arif Köyü’nde kısa bir mola verdik, ardından Arykanda Antik Kenti’ne ulaştık.
Arykanda, Likya’nın dağlara sırtını yaslamış en eski kentlerinden biri. Tiyatrosu, stadyumu, agora ve hamamıyla sadece taş değil, zaman taşıyan bir yer adeta. Sonrasında Gökbük Köyü’nden geçip, günün finalini Limyra Antik Kenti’nde yaptık. Suyun içinden geçip gelen tarih, kayalara oyulmuş mezarlarla bize sessiz ama güçlü hikâyeler anlattı.
Bir eksi, bir artı
Son olarak Antalya ile ilgili bir de eleştirim, bir de teşekkürüm olacak. Akdeniz’in en büyük turizm merkezinin dünyaya açılan kapısı Antalya Havalimanı, kısa süre önce terminal ve hava tarafı kapasitesini genişleterek yeni yüzüyle hizmet vermeye başladı. Ancak... Havalimanına girer girmez birçok güvenlik geçiş noktası görünse de aktif olarak yalnızca iki tanesi çalışıyor. Tahmin edeceğiniz üzere kuyruklar uzayıp gidiyor. Turizmin başkentine bu görüntü gerçekten yakışmıyor. “Neden diğer güvenlik noktalarını açmıyorsunuz?” diye sorduğumda görevlinin verdiği cevap oldukça düşündürücüydü: “Yeterli personel yok. Biz bile molalara zor çıkıyoruz. Bence TAV Havalimanları yetkililerinin bu duruma acilen el atması gerekiyor.
Kapıdaki bu üzücü tablonun ardından içeride karşılaştığımız Turkish Ground Services (TGS) ekibinin profesyonelliği ve Antalya Başmüdürü Osman Aktaş’ın liderliğinde yürütülen kusursuz hizmet, açıkçası içimizi rahatlattı. Hem karşılama hem yönlendirme hem de genel havaalanı düzeni açısından örnek bir ekip çalışmasıydı.
Sağlıcakla kalın.