Nefis bir yemeğin kokusu, sadece iştahımızı açmakla kalmıyor aynı zamanda yemeyi ne zaman bırakmamız gerektiğini de haber veriyor. Vücudu sindirime hazırlayabiliyor. Kokular da bu hazırlığın bir parçası. Peki, bu koku mekanizması nasıl işliyor? Biz nasıl davranmalıyız?
Yemek pişerken mutfağı saran o kokuları bir düşünün… Bazen daha sofraya oturmadan tok hissettirir bazen de bir tencereyi bitirmeye ikna edecek kadar iştahınızı etkileyebilir. Peki, bunun tesadüf olmadığını, burnunuzun aslında beyninize “ye” ya da bazı durumlarda “yeme” mesajı gönderen gizli bir anahtar gibi çalıştığını biliyor muydunuz?
Bu konuda bir süre önce yayımlanan yeni bir araştırma, yiyecek kokularının beynin yeme davranışını düzenleyen bölgelerini doğrudan etkilediğini ortaya koyuyor. Yani kokular sadece iştahınızı açmakla kalmıyor aynı zamanda yemeyi ne zaman bırakmanız gerektiğini de haber veriyor. İşin en ilginç yanı şu ki bu koku sinyalleri, henüz yemek ağzınıza bile girmeden, sadece kokusunu aldığımız anda harekete geçiyor.
Beynimizdeki ‘doygunluk düğmesi’
Nature
Bugün 18 Haziran... Takvim yaprakları sıcak yaz aylarını gösterse de, aslında doğal kaynaklar açısından çoktan kışı yaşıyoruz. Çünkü bugün, ülkemizin 2025 yılı boyunca sahip olduğu doğal kaynakları tükettiğimiz gün. Yani yarından itibaren, 2026 yılının kaynaklarını borç alarak yaşamaya başlayacağız.
Dünya Limit Aşım Günü (Earth Overshoot Day), bir ülkenin yıl boyunca kullanabileceği doğal kaynakları ne kadar erken tükettiğini gösteren bir tarih. Türkiye için bu tarih bu yıl 18 Haziran, Dünya genelinde ise 24 Temmuz. Kısacası, tüketim hızımız üretim kapasitemizi çoktan geçti. Sormamız gereken soru işe şu, bu tabloyu tersine çevirmek için ne yapıyoruz? Bu tarih, suçluluk hissettirmek için değil, farkındalık kazandırmak için var. Atılan küçük adımlar bu tarihin daha ileriye gitmesini sağlayabilir. Su, toprak, temiz hava, gıda... Bu limit aşım gününde tüm bunların sınırsız olmadığını hatırlatmak istedim.
Tüketici değil türetici olmak gerek
Alışveriş listeleri, dijital
Yazın gelişiyle serinleten soğuk içecekler gündemimizde. Matcha, bu noktada içecek menülerinin yeni gözdesi. Sosyal medyada her gün bir ‘yeşil kupa’ videosu karşınıza çıkıyorsa yalnız değilsiniz! Peki, nedir bu matcha ve artıları eksileri neler?
Dünyanın dört bir yanında ‘süper içecek’ ilan edilen matcha, artık yalnızca bir çay değil zihinsel odaklanmadan cilt güzelliğine kadar birçok alanda kendinden bahsettiren bir yaşam tarzı sembolü olarak tanımlanıyor. İtiraf edeyim ben de son günlerde ofisteki genç arkadaşlarımın ikramlarına hayır diyemiyorum. Ama genel fikrim şu ki, seven gerçekten çok seviyor, sevmeyen ise bir daha içmiyor.
Peki, bu yeşil toz gerçekten söylendiği kadar faydalı mı? Yoksa uzaklardan gelen, pahalı ve modası geçici bir alışkanlığa mı dönüştü? Gelin yazın ferahlığına eşlik eden bu yeşil içeceğe biraz daha yakından bakalım. Ama önce küçük bir hatırlatmayla başlamak istiyorum: Her popüler olan sağlıklı değildir, hiçbir besin olmadığı gibi her yeşilin
Bir bayramı daha geride bıraktık, tatilden dönenler tartıya, aynaya ya da detoks listelerine yöneldi. Peki bu süreçte yalnızca ne yediğinize değil, nasıl hissettiğinize de dikkat etmeye ne dersiniz? Son zamanlarda özellikle sosyal medyada çok fazla popüler diyetle karşılaşıyoruz, bu diyetleri detaylı olarak ele alıyor ve sürdürülebilir olmadıklarının altını çiziyorum. Özellikle tatillerden sonra yapılan detokslar veya düşük kalorili beslenme programlarına da burada parantez açmakta fayda var.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve 28 bin yetişkinin değerlendirildiği kapsamlı bir çalışmada aslında bu durumu çok güzel özetliyor, diyetinizin sizi mutsuz edebileceğine değiniyor. BMJ Nutrition Prevention&Health’ta yayımlanan araştırma, özellikle kalori veya belirli besin öğeleri ile kısıtlanan diyetlerde, depresif belirtilerin yükselebileceğini gösteriyor. Bu yüzden her yeni başlangıçta şu soruyu kendinize sormayı ihmal etmeyin: “Bu süreç bana iyi gelecek mi?”. Çünkü “Ne kadar kilo
Bir bayramı daha geride bırakırken hatırlatmak istiyorum ki, vücudunuzu yazın hafifliğine adapte etmenin yolları sağlıklı bir sindirim sisteminden geçiyor. Özetle mucizeye gerek yok; sadece vücudunuzla yeniden iletişime geçin ve küçük adımlarla başlayın
Bayram sofralarının bereketi, sevdiklerinizle geçirilen keyifli anlar ve geleneksel lezzetler… Bu bayramda da kalabalık sofralar, ikramlar, “bir lokma daha” derken midenizi biraz fazla yormuş olabilirsiniz. Ama güzel haber şu ki bu durumun önüne geçmek elinizde. Bu dönemde önemli olan bedeninizi suçlamak değil, ona yeniden denge kurması için destek vermek. Bilimsel araştırmalar da bunu doğruluyor. Özellikle bağırsak mikrobiyotasının desteklenmesi; enerji düzeyi, bağışıklık sistemi ve ruh hâli üzerinde olumlu etkiler yaratıyor.
Kurban bayramında sofraların zenginliği, özellikle kırmızı etin bolca yer aldığı öğünler, sindirim sistemi problemlerine yol açabiliyor. Bilhassa irritabl bağırsak sendromu (IBS) gibi mide ve bağırsak hassasiyetleri olan bireyler için bu
Bu yıl Kurban Bayramı, güneşin ışıl ışıl parladığı yaz mevsiminin kalbine denk geldi. Bir yanda sevdiklerimizle buluşmanın coşkusu, diğer yanda sofralarda artan kırmızı et tüketimi, kavurucu sıcaklarla birleşince metabolizma üzerinde etkisini gösterebiliyor. Yaz aylarında sindirim sistemi zaten artan hava sıcaklıklarından etkilenebilirken, ani ve aşırı protein alımı vücut ısısını artırabilir aman dikkat. Bu yüzden bayramda ‘denge’ kelimesi her zamankinden daha kıymetli hale geliyor, ben de bayram öncesi beş küçük hatırlatma ile geldim.
1- Etin yanına serinlik ve lif ekleyin
Bayram sofralarının baş tacı kırmızı et, yüksek kaliteli protein içeriğiyle elbette kıymetli. Ancak yanında lifli sebzeler veya bol yeşillikli salatalarla desteklenmezse sindirim yükü artabiliyor. Özellikle sıcak havalarda bu yük, hazımsızlık gibi mide şikayetleri, şişkinlik ve halsizlik gibi belirtilerle kendini gösterebiliyor. Yapılan araştırmalar, protein ağırlıklı beslenmenin sindirim sistemine olan yükünü azaltmak için posa yani lif ve probiyotik içeriği yüksek gıdaların
Güzel bir uyku çekmenin plastiklerle bir ilişkisi olabilir mi? Evet var! Doğayı kirletmekle kalmayıp uykumuza kadar sızan plastiklerdeki kimyasallar, kafein gibi uykumuzu bozarak bizi ‘alarm moduna’ geçiriyor. İyi bir uyku sonrası zinde bir sabah için, hayatımızdan plastiği nasıl azaltabileceğimize bakıyoruz bugün.
Haziran ayına merhaba! Bu ayın takviminde bizim için çok özel bir gün var: 5 Haziran Dünya Çevre Günü. Her yıl olduğu gibi bu yıl da doğa için düşünme, hissetme ve harekete geçme zamanı. Bu yılın teması: “Plastik kirliliğine son ver.” Ama mesele sadece çevreyle de sınırlı değil. Plastikler doğayı kirletmekle kalmıyor, artık uykumuza kadar sızıyor. Evet, yanlış duymadınız. Günlük hayatımızda kullandığımız plastik ürünler, su şişeleri, gıda ambalajları, tekstil ürünleri ve hatta makyaj malzemeleri küçük ama etkisi büyük mikroplastik içerebiliyor. Yeni yayımlanan bir araştırmaya göre bu plastiklerdeki bazı kimyasallar kafeinle benzer etki göstererek uykumuzu bozabiliyor.
Yaz mevsimine birkaç gün sonra merhaba diyeceğiz... Mevsimin ilkbahardan yaza geçişiyle birlikte güneş ışıldayan yüzünü daha fazla gösterecek. Bu da yalnızca ruh hali değil, bağışıklık sisteminden hücresel sağlığa pek çok faktörün ışıldaması için harika bir fırsat. Çünkü güneş demek, aynı zamanda D vitamini demek.
D vitamini yıllardır kemik sağlığıyla ilişkilendirilse de artık çok daha fazlasından, hatta kendisinin bir vitamin değil bir hormon gibi etki gösterdiğinden bahsetmek mümkün. Bu konuda yapılan çalışmalar gösteriyor ki, bu vitamin yalnızca kemikleri değil, yaş alma sürecini, bağışıklığı, duygu durumunu, hatta hücrelerin dayanıklılığını da etkiliyor.
Yaz ayları, bu nedenle hem fiziksel hem ruhsal yenilenme için oldukça kıymetli bir zaman. Gün içinde kısa yürüyüşler, açık havada geçirilen vakit, egzersiz, yeterli ve dengeli beslenme gibi adımların tamamı D vitamini seviyelerinizi korumaya yardımcı olur.
Telomerleriniz ile ilişkili
Telomerler, hücrelerimizin