Kimse kendine rol biçmesin. Hakem Halil Umut Meler’in uğradığı alçak saldırı sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan anında en üst perdeden tepki göstermese; bugün federasyonundan kulüplerine, teknik direktöründen futbolcusuna, medyasından hakem camiasına orta alanda “top çevirmeye” devam ediyorduk.
Erdoğan’ın kararlı tutumu ve takibi hangi gelişmeleri sağladı, farkında mıyız?
- Örneğin; Futbol Federasyonu saatler içinde olağanüstü toplanıp ligleri ertelediğini açıklayabilir miydi?
- Ankaragücü Kulübü eski başkanı ve diğer saldırganlar ertesi gün tutuklanır, savcılık iddianamesi jet hızıyla hazırlanır ve 13 yıla kadar hapis cezası istenebilir miydi?
- Federasyon disiplin kurulu tüm delilleri üç günde toplayıp, canileri ömür boyu futboldan men edebilir miydi?
- Geçmişte birlik olamamış hakemler, hastaneye koşup “Meler dayanışması” gösterebilir miydi?
- Aynı hakemler kameraların karşısına geçip federasyona, kulüplere ve yorumculara rest çekebilir miydi?
Ön yargısız ve bugüne kadar alınan sonuçlardan bağımsız olarak soruyorum; Abdullah Avcı’nın görevi geldiği haftadan itibaren Trabzonspor cephesinde artı hanesine yazılacak neler var? Diyeceksiniz ki, “Avcı’nın elinde sihirli değnek yok, iki ayda her şeyi yoluna koymak kolay mı?” Doğrudur. O zaman gerçekçi olmak, hedefi abartmamak ve beklentileri minimum düzeyde tutmak gerek. Futbolcu cin gibidir. Teknik direktörün ne istediğini hemen anlar. Hücum mu oynayacak, tedbirli mi olacak, rakibe göre mi plan yapacak, korkacak mı, cesur mu davranacak, çözer ne istendiğini.Trabzonspor’a bakıyorum, gözler hep Avcı’nın neler yapacağında. Kafalar net değil. İyi de sen iki sezon öncesinin şampiyonusun. Ne kadar irtifa kaybetsen de, oyun karakterin, takım ruhun, rakiplerini tedirgin edecek ağırlığın olmalı. Uzunca zamandır hangisine sahip Karadeniz ekibi? Taraftar kaç maçını keyifle izleyebildi?Gaziantep, Süper Lig’in sıkıntı takımlarından, dişli bir rakip değildi. Teknik-taktik bir yana, gardını düşürmek bu kadar uzun
Teknik konularda ve rakamlarda boğulmaya gerek yok.
Türkiye’de futbol kulüplerinin ekonomik durumu malum. Batma noktasına gelmeyen, öldüm bittim demeyen, borçsuz kulüp kalmadı.
Durum tespiti konusunda Galatasaray başkanı Dursun Özbek’in açık sözlü oluşunu takdir ederim. Lafını esirgemez, gerçekleri saptırmaz, acı reçeteyi gizlemez.
Türkiye Bankalar Birliği (TBB) ile kulüpler arasında yapılması planlanan protokol gündeme geldiği günden beri söylüyorum: “Denize düşen yılana sarılır” misali, anlaşmayı kurtuluş yolu olarak görmeyin. Görürseniz yanarsınız. Görenler bugün bin pişman.
Zaman çabuk geçti, ağır koşullar devreye girdi, ana para- faiz ödemeleri başladı ve kulüplerin tüm gelir-giderleri TBB tarafından kontrol edilmeye başlandı. Nefes almaya kalksanız Bankalar Birliği ensenizde. Yeni yatırım yapmak isteseniz, karşınıza yaptırımlar çıkar.
İlginçtir, protokole imza koyan başkan ve yönetimlerin yarısı artık görevde değil. Günü kurtardılar, kaçtılar. Ya bıraktıkları
Trabzonspor teknik direktörü Abdullah Avcı’nın sıkça vurgu yaptığı “Devre arası ve gelecek sezon için planlama yapıyoruz” ifadesinden şu anlamı çıkarıyorum: “Takım henüz istediği seviyede değil. Dolayısıyla bu süreçte kazanırken, kayıplar yaşamak da mümkün.”
Bu tarzı Avcı’nın ilk döneminden anımsıyorum. Yeni bir yapılanmaya giderken adım adım ilerlemek, elindeki kadroyu test etmek ve doğru işleri kalıcı kılmak gibi hedefi var hocanın. Bordo-mavili ekibin ligin devre arasına kadar zorlu bir fikstürü yok. Bu yüzden risk almadan rotasyon yapmasının, saha sonuçlarından bağımsız değerlendirilmesini istiyordu.
Kayserispor maçı öncesi de birkaç dokunuşu oldu hocanın. Kart cezalısı Mendy’nin yanı sıra geçen haftaki on birden Mehmet Can ve Bakasetas’ın (Pepe sakatlanınca 38’de dahil oldu) kulübede başlaması hocanın tercihleri idi.
İlk yarıda rakip kaleyi bulan isabetli şutu yoktu Trabzonspor’un. Belki topa daha çok sahip oldu, pas yaptı ancak hücumda etkisiz kaldı. Beklerin ofansif anlamda katkısını
Önce bir gazetede, sonra internet sitelerinde okudum haberi. Türkiye’nin gündemine oturan bazı eski futbolcular ve teknik direktörlerin adının karıştığı dolandırıcılık olayında, canı en çok yananlardan biri Arda Turan’a ait olduğu belirtilen şöyle bir haber vardı: “Dolandırıldığım para servetimin 6’da 1’i bile değil.”
Saatler sonra yine Arda’nın olduğu belirtilen açıklama geldi: “Adımla yayılan sözlere lütfen itibar etmeyiniz.”
Doğrusu ikincisine inanıyorum. Birincisini yakın çevresine dahi olsa, “ortalama zekaya sahip bir kişinin” söyleyebileceğine ihtimal vermiyorum. Arda akıllı adamdır; nerede ne yapacağını ve nasıl konuşacağını iyi bilir!
Gelelim en önemli noktaya. Kamuoyu; dolandırıldığını öne süren ünlülere ve hikayelerine odaklanırken, büyük resmi gözden kaçırmamak gerek. Konuşulan paralar, üst düzey bir kulübün yıllık bütçesine eşdeğer.
Bu çaptaki vurgunun tek sorumlusu bir banka müdiresi olabilir mi? Süreç ilerledikçe arkasının çorap
Trabzonspor’un “ahlarla vahlarla” yitireceği vakti yoktu aslında. Yönetimin, daha doğrusu başkan ile birkaç kurmayının teknik direktör ve oyuncu tercihlerinde yaptığı yanlışların bedeli, maalesef ödenmeye devam ediyor.
Oysa Abdullah Avcı’nın ikinci dönemiyle birlikte hakim olmaya başlayan iyimser havanın sürmesi için, Sivasspor deplasmanı kazasız atlatılması gereken bir virajdı.
Lakin yer etmiş olumsuz alışkanlıkların değişmesi kolay değil. Buna bir de taktik anlamdaki yanlışlar eklenince, sıkıntılı anlar yaşamak kaçınılmaz oluyor.
Bakıyorum travma yaratan ilk yarım saate; Trabzonspor orta sahası oyunda hiç yoktu. Çok tutuktu. Abdülkadir- Mendy ikilisinin etkisizliği bu bölgeyi adeta yol geçen hanına çevirdi. Sivasspor’da topa sahip olan kah yüreyerek, kah koşarak kolayca geçti rakip yarı alanı. Kocaman bir boşluk vardı yeşil alanın göbeğinde.
Sağda Pepe’nin, karşı tarafta Visca’nın ve hücum hattının hemen gerisinde Bakasetas’ın savunma anlayışından uzak kalmaları Sivasspor’un atak hazırlığı bile yapmaya gerek duymadan topu
Yatıyoruz kalkıyoruz, aynı hikaye. Dilimize pelesenk etmişiz Türk futbolunun “marka değerini.”
İyi de, bırakın geliştirmeyi mevcut durumunu koruyabiliyor muyuz markanın?
Maalesef hayır.
İşte çarpıcı bir örnek; Süper ligin henüz üçte biri bile tamamlanmadı.
Geride kalan 12 haftada kaç kulüp teknik direktörünü değiştirdi farkında mıyız?
Ya da şöyle söyleyelim; hocasına her koşulda sahip çıkan kaç takım kaldı?
20 kulüpten 11’i çeşitli nedenlerle ya işlerine son verdi, ya da kibarca istifa etmelerini istedi. Ligin yarıdan fazlası pişman oldu tercihlerinden!
Trabzonspor’un son dönemlerinde iz bırakan forvet oyuncuları kim desek iki isim gelir akıllara.
Alexander Sörloth ve Andreas Cornelius.
Ortak özellikleri; güçlü fizikleri, kafa topu hakimiyetleri ve golcü karakterleri.
Sörloth, Trabzonspor’un son haftalara kadar şampiyonluğu kovaladığı 2019-20 sezonunda 24 golle bireysel zirvesini yaptı. Ancak misyonunu tamamladığını düşünüp, 10 milyon euro bonservis bedeliyle gitti.
Ardından Cornelius. Trabzonspor’un 38 yıl sonra gelen “resmi” şampiyonluğunda “efsane” kadronun unutulmazları arasına girdi. Lakin o da ayrılığı kafasına koymuştu ve 6 milyon euro getirerek veda etti.
Sözü, “uzun boylu” forvet özelinde Onuachu’ya getireceğim. Nijeryalı golcünün bu sezon Trabzonspor’un en etkili silahı olacağı aşikar. Acı gerçek ise tek kuruş kazandırmayacağı.