Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Dünya dönüyor dönmesine de hani yörüngesinden çıkmış gibi!

Başı kesik tavuk gibi oradan oraya savruluyor, ne yaptığını bilmiyor sanki!

Tam da böyle diyor kiminle konuşsam, tuhaf bir ruh hali!

Bu düşüncelerle gelen postalara bakarken bir sergi davetiyesi ilişti gözüme, siyah renkli, dikkat çekici bir davetiye! Merakla açtım zarfı, “Karanlıkta Diyalog’! Hayli enteresandı!

Uzun zamandır varmış bu sergi, Hacıosman-Yenikapı (M2) metro hattı üzerinde bulunan Gayrettepe İstasyonu’nda misafirlerini ağırlıyormuş.

Haberin Devamı

‘Aman gündem zaten yeterince karanlık, daha ne kadar karanlık olabilir, hem diyalog da varmış, bence denenebilir’ düşüncesiyle, gideceğim varsa göreceğim vardır dedim, gittim!

İyiki de gitmişim! İstanbul’un sembolik mekanlarını, 1 saat içinde 1 salonun içinde geziyorsunuz!

Ama görmeyerek sadece hissederek!

Gözlerinizin sımsıkı kapalı olduğunu düşünün ya da bir kumaşla bağlandığını! Hiçbir ışık yok, her yer zifiri karanlık! Tanımadığınız insanlar, bilmediğiniz yerler ve elinizde sadece bir değnek! Karmaşık sesler, dokunsanız da tanımlayamadığınız cisimler! İlk hissettiğiniz korku, sonrasında bir yere takılıp da düşmeme, bir yere ya da birisine yanlışlıkla vurmama endişesi, bir çeşit ayakta kalma mücadelesi!

Başımızda görme engelli bir rehber eşliğinde 9 kişilik bir ekiple gezdik sergiyi! Elimizde görme engellilerin kullandığı değneklerle yaklaşık 1,5 saat boyunca gezdiğimiz parkurda, İstiklal Caddesi’nde tramvaya bindik, hemen sonrasında vapura! Gözleriniz görmeyerek karşıdan karşıya geçtiniz mi hiç, biz gezdik! Kornalar, insan sesleri ve görmeden verilen ezilmeme gayesi! Bu arada, o kopkoyu karanlıkta ekip arkadaşlarınıza değiyorsunuz bazen, sizinle aynı şeyleri hissettiklerini biliyorsunuz, azıcık rahatlıyorsunuz. Bu simüle dünyada, uçağa da bindik, manava da gittik. Evde oturup televizyon da izledik/pardon dinledik. Gittiğimiz yerleri, dokunduğumuz cisimleri, rehberin yönlendirmesiyle hayal ettik.

‘Ateş düştüğü yeri yakar’, ‘Yaşamayan bilmez’ gibi sözlerle bizlere ışık tutan atalarımız, bu kapkaranlık deneyimde de ışık oldu tecrübeleriyle! Değil sadece görme duyumu, tüm duyularımı kaybetmiş gibi hissettim önce. Her yer simsiyah, birilerine sarılma, bir yerlere tutunma ihtiyacı, sardı bedenimi. Herkes, bir sesten ibaretti ve gerçekten görme engelli olan rehberimizin sesiyle bulabiliyorduk. Hani denir ya, bir duyunu kaybedince diğerleriyle daha iyi algılayabiliyorsun diye, vallahi de doğru billahi de! Her gün duyduğum, trafikteki kornalar, kuş cıvıltıları, vapur sireni, denizin sesi, hepsi çok daha başka anlam ifade ediyor şimdi. Üstelik tüm bu karanlığın süreli olduğunu, birazdan biteceğini ve tekrar aydınlığa kavuşabileceğini biliyorsun. Bu kadar kısacık zamanda bile bu kadar boğulmuş, bu kadar korkmuş hissettiysem kimbilir onlar nasıl hissediyor?

Haberin Devamı

Tramvaya binip boş koltuk ararken, sallanan derme çatma bir iskeleden vapura binerken, bir kafede karanlıkta çay içerken, vızır vızır akan trafikte karşıdan karşıya geçmeye çalışrken…? 

O kadar çok görme engelli kişi var ki…

Haberin Devamı

Onları anladığımızı, yardım için uğraştığımızı sanıyoruz, peki gerçekten öyle mi?

Yaklaşık 1,5 saatlik bu deneyim, bana hiç de öyle olmadığını gösterdi. Benim karanlıkta yürüyemediğim, sesin yerini tayin edemediğim, sürekli oraya buraya çarptığım bir ortamda görme engelli rehberin ne kadar rahat ettiğini, nasıl kolaylıkla ilerlediğini görünce inanamadım. Bizim düşüncesizce dizayn ettiğimiz dünyada onları aslında önemsemediğimizle hayatlarını kolaylaştırmak adına çaba göstermediğimizle karanlık dünyalarına ışık olmak için emek sarfetmediğimizle yüzleştim. 

Gözlerindeki ışık kaybolsa da yüreğindeki ışığı kaybetmemiş görme engelli herkesten, özür dilerim!

Bizim gözlerimizle gördüğümüz dünyamız, sizin sevginizle aydınlattığınız dünyanızdan inanın daha karanlık,

İspat edemem ama yemin edebilirim!

…………………………..*…………………………….

KENDİNİZE İYİ ‘BAKIN’!

Tam da bunun üstüne okuduğum Elton John haberi, beni daha bir derin etkiledi.

Temmuz ayında, Fransa'dayken yakalandığı ciddi bir göz enfeksiyonunun sağ gözünü tamamen kaybetmesine, sol gözünün ise sadece sınırlı görüşe sahip olmasına neden olduğunu açıklayan Elton John, stüdyoya gidip kayıt yapamadığını, şarkı sözlerini bile okuyamadığını belirtmiş!

İster dünyaca ünlü ol ister milyonlarca paran, eşin dostun olsun, öyle bir gün geliyor ki çapaçaresiz kalıyorsun! Herkesten ve her şeyden üstün, yüce bir kudretin takdiri ile en kıymetli şeyini kaybedebiliyorsun. Dünyaca ünlü Elton John’un yaşadığı da tam bu işte şimdilerde!

İngiltere’nin eski prensesi, canımız ciğerimiz Lady Diana’nın vefatında, onun için bestelediği, ‘Candle in the wind’ şarkısıyla yüreğime ışık, gözüme yaş olmuştu Elton John! Yeni gittiğim ‘Karanlıkta Diyalog’ deneyiminden sonra tanıdık geldi yaşadığı bu duygu, korku!

Hani tanısaydım kendisini hani imkan olsaydı da kendisine ulaşsaydım, ‘Üzülme be Elton kardeş! Sen bakma yetinde sorun yaşıyorsun oysa hala görüyorsun! Kalbiyle yaşayanlar hele de sanatçılar, bakmazlar- görürler’ derdim. İkisi aynı değil, siz sormadan ben söyleyeyim! Bakmak sadece gözle olur. Görmek, akıl ve kalbin, devreye girmesiyle gerçekleşir. Yani bakmak bir göz hareketi, görmek ise bir şuur faaliyetidir. Görmek ile bakmak arasındaki fark, sizsinizdir!

Öyle bir zamanda yaşıyoruz, olaylar öyle hızlı şekilde akıyor ki gözlerimizin önünden, çoğu kez bakakalıyoruz! Misal Gazze’de yaşanan insanlık dramına! Geçen gün Gazze’deki bir imam, iletişim dahil her türlü yardımın kesildiğini, Allah’tan başka kimsenin kalmadığını anons etti. 2 Marttan bu yana Gazze şeridine, gıda-su-barınma-güvenlik- tıbbi yardımlar da dahil hiçbir yardım yapılamadığı, bunun için çabaların da ölüm ve yaralanmalarla sonuçlandı. İsrail’in bir avuç daha fazla toprak için katlettiği 50.000 kişilik listenin ilk 27 sayfası, 0-1 yaş arası bebeklerden, 474 sayfası da çocuklardan oluşuyor. Ya ben yazarken ağlıyorum, bu acıyı neden yaşatıyorlar anlamıyorum! Suriye’ye, Rusya’nın Ukrayna’ya eziyetine hiç girmiyorum!

İşte bakmak tam da bu! Dünyada masum insanlar katlediliyor, çocuklar öldürülüyor, biz sadece ‘BAKIYORUZ!’

Gördüklerimiz de var tabi, görüp de harekete geçtiğimiz- harekete geçirttiklerimiz!

İstanbul’da trafikte hamile kadının ve eşinin bulunduğu arabayı tekmeleyerek yumruklayan baklavacı kardeşler, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Durumun vahametini ‘GÖREN” halkın tepkileri sonucu tutuklandılar. Keza Narin Güran cinayetinin failleri de halkın tepkisi ve takibi bırakmamasıyla şu an cezalarını çekiyorlar. ‘Gördüklerimiz’ arasında yine İstanbul'da 19 yaşındaki kızı Tuğba'ya işkence yapmakla suçlanan baba Muzaffer A.’nın, hali hazırda uzaklaştırma cezası olmasına ve kızı Tuğba'nın, darp edildiği görüntülerle karakola başvurmuş rağmen serbest bırakılmasına halktan gelen tepkiler sonuç vermiş, Muzaffer A. Tutuklanmıştı.

Her gören bakar da, her bakan göremez! ‘Nasıl bakarsan öyle görürsün’ ne kadar doğru bilemem de kimse, görmek istemeyen kadar kör olamaz!

Tüm duyularınla yaşamak- yaşadığının farkında olmak, budur işte anlamı, hayatın!

Kendinize iyi bakın!

…………………………………….*…………………………….. 

KIZ SEN İSTANBUL’UN NERESİNDENSİN?

Uzun zamandır geçememiştim karşı yakaya yana Anadolu Yakası’na…

İstanbul’da en sevdiğim yerlerden biri Bağdat Caddesi, hele de bu mevsimde!

Yani çok soğuk da değil hava, çok sıcak ta, o neşeli- cıvıl cıvıl cadde boyunca yürümeye bir mont yeter de artar da!

Çoluk çocuk çombak, atladık arabaya, şehrin alamet-i farikası trafiğin koynunda, düştük Bağdat yoluna! Park yeri derdi, milli derdimiz elbette, onlarca araba, sokaklarda insan seli ve kronik park yeri krizi! Şaşkınbakkal’a kadar adım adım gittik. Bakkal da şaşırmış olmalı ki buranın bu kilit trafiğine, ondan Şaşkınbakkal olmuş bu semtin ismi herhalde.

Ama yazarınız, sizi tahminlerle bir başınıza bırakacak değil elbette! Aslında atarken az biraz da tutturmuşum. Çünkü olayın aslı şöyle;

Uzun yıllar önce adamın biri memleketinden çıkıp İstanbul'a gelmiş. O zamanlar Kadıköy ve civarı, deniz kenarı olmasından mütevellit şehrin sayfiye yeri! Adam da sadece yazlıkçıların ara sıra geçtiği tenha bir yere dükkân açmış. Önceleri bakkal olarak işlettiği dükkâna, manav reyonu da ilave etmiş. Tabi özene bezene açtığı bu dükkânı, sadece yazın o da hayli az sayıda kişinin geçtiği ıssız bir yerde açtığı için kendisiyle  ‘Şaşkın Bakkal’ diye dalga geçmişler. Öyle ki civarda bir yer tarif etmek gerekirse, ‘Şaşkın Bakkal’ı geç sağa/ sola dön…’ şeklinde tarif ederlermiş.

 Şaşkın Bakkal Ahmet Efendi’nin işleri, enteresan şekilde iyi gitmiş. Hatta o dönemde herkesin kolay kolay sahip olamadığı telefonu getirip, telefonu semtte ilk getiren manav ünvanını almış.

Ya sonra düşündüm, bir sürü semt ismi var her gün bir şekilde adı geçen!

Bugüne kadar nereden çıktığını hiç düşünmemiştim ama şöyle bir bakınca, baya ilginç olanları varmış aslında;

Mesela Şişli; Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı olması sebebiyle ‘Şişlilerin Konağı'ndan yola çıkarak semtin adı olmuş.

Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü varmış. Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar, bu suyun da kadınların sütünü çoğalttığına inanılırmış. Bundan dolayı semt, Sütlüce olarak anılır olmuş.

Osmanlı zamanında sucuların yani su satanların, suyu halka taksim ettikleri yer, bugünün Taksim’i imiş.

Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için Çengelköy isminin buradan geldiği tahmin ediliyor.

Bostancı, adını eskiden her türlü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan biri olmasından alıyormuş.

Hipodrom, bir zamanlar Şeyhülislam Veli Efendi’nin sahibi olduğu topraklar üzerine kurulduğundan, semtin adı Veli Efendi olarak anılıyormuş.

Bizans zamanında yapılan surların Sidera kapısının, 1532 tarihinde meydana gelen depremde çatlamasından dolayı semtin adı, Çatladıkapı olmuş.

Fatih Sultan Mehmet, bölge civarında yürürken yerin altından su sesleri duymuş ve yanındakilere, “Buraya bir çeşme yapın! Baksanıza, ‘hor hor’ su sesleri geliyor!” demiş. Şimdi çeşme de semt de Horhor ismiyle anılıyor.

Tuzla semti adını, Osmanlı Döneminde burada bulunan ve o dönemde İstanbul’un tuz ihtiyacını karşılaya Tuz Gölünden alıyormuş. Yani yaklaşık 70-80 yıl evveline kadar bu gölden tuz çıkarılıyormuş.

Kartal ise adını, Bizans İmparatorluğu zamanında, balık avlamak için gelip buraya yerleşen "Kartelli" isminde bir balıkçıdan almış.

Feriköy semtinde bulunan geniş topraklar, Sultan Abdülmecit tarafından o zamanlar, o bölgede oturan Madam Feri’nin eşine bağışlanmış. Eşi ölünce de semt onun ismiyle anılmaya başlanmış.

Beyoğlu ise, 'Bey Oğlu' diye anılan Venedik Prensinin burada oturmasından almış adını!

Enteresan geldi değil mi? Valla bana geldi!

Her semtin yaşanmışlıklarıyla müsemma adı, tarihin dehlizlerinde dolaştırdı sanki beni!

Ya başka bir diyar İstanbul! Onca kaosuna, keşmekeşine, trafiğine, değerlerini kaybetmiş insan kirliliğine rağmen, büyüsü var bu şehrin! Enerjisi bir başka, kim ne derse desin!

Dediği gibi şarkıda da;

“Kız sen İstanbul’un neresindensinnnn…” 

………………………….*……………………………. 

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Gururu: Milli sporumuzdan geldi, başımızı arşa yükseltti! Milli güreşçi Kerem Kamal, grekoromen stil 63 kiloda Avrupa şampiyonu oldu! Slovakya'nın başkenti Bratislava’da düzenlenen yarışmada, grekoromen stil 63 kilo finalinde, Ermeni rakibi ile karşılaşan Kamal, rakibini 7-2 mağlup ederek 2022'den sonra bir kez daha Avrupa şampiyonu oldu! Şu tatsız günlerde, başarıya, güzel şeyler duymaya öyle hasretiz ki ilaç gibi geldi bu haber valla!

‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ diyen atalarımız, konuşmuyormuş boşuna! 

Haftanın Soruşturması: Yazarken bile içimi acıtıyor! İstanbul Kadıköy’de 14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi’nin bıçaklanarak öldürülmesi, hepimizi derinden etkilemişti. İyi bir ailesi olan ve geleceği parlak Mattia Ahmet’in suçsuz yere öldürülmesinin ardından acılı ailesi, suçluların cezalarını çekmesi için hukuk mücadelesi başlatmıştı. Masum bir çocuğun öldürülmesi yetmezmiş ki duruşmanın olduğu gün çocuğun mezarını yerle bir eden, bununla yetinmeyen ve acılı aileye silahlı- sinkaflı tehdit mesajları gönderen 5 kişilik çete çok şükür yakalandı! Böyle vicdansızlık görmedim ama üstüne bir de böyle arsızlık görmedim! Masum bir çocuğu öldürdükleri yetmiyor gibi bir de mezarına saldırıyorlar, ailesini tehdit ediyorlar! Katillere de onları destekleyip aileyi üzmeye devam edenlere de hepsine ağırlaştırılmış müebbet versinler! Toplum vicdanını bira olsun rahat ettirsinler! 

Haftanın Şiddeti: ‘Artık yeter!’ dedirtti! Bir çekemediler kadınlardan ellerini, yılmadılar kadınları dövmekten, öldürmekten! Kadına şiddetin bu seferki mağduru, ünlü makyaj fenomeni Danla Biliç oldu! Danla Bilic, eski sevgilisi tarafından tacize uğradığını ve şiddet gördüğünü açıkladı! Biliç, eski sevgilisi Berk Çetin'in 4 ay önce biten ilişkilerinin ardından kendisini sürekli takip ettiğini, evine izinsiz girmeye çalıştığını, sözlü ve fiziksel saldırılarda bulunduğunu açıkladı. Hakkında uzaklaştırma kararı aldığı eski sevgilisinin bu kararı da defalarca ihlal ettiğini belirten Bilic, şiddet görerek hastaneye kaldırıldığını ve savcılığa başvurduğunu da paylaştı! Şiddet, ünlü- ünsüz dinlemiyor işte, ne kadar güçlü ya da sağlam durduğunuzun da önemi yok baksanıza! Doğru yasalar, kadınları koruyan düzenlemeler ivedilikle gelmedikçe, ne şiddetin ne de cinayetlerin arkası kesilmeyecek, artık herkes bunu bir anlasa! 

Haftanın Buluşu: Dinozorları geri getiriyor! Nesli 12 bin yıl önce tükenen Ulu kurt, antik DNA ve gen düzenleme teknolojisiyle geri döndü! Dallas merkezli biyoteknoloji şirketi Colossal Biosciences, Jurassic Park filminde dinozorların fosil DNA’sıyla yeniden yaratılması gibi, ulu kurtları da antik kalıntılardan hayata döndürdü. Antik DNA’dan üretilen yavrular, filmlerde seyrettiklerimizi gerçek olabileceğinin kanıtı oldu! Yapay zeka, sonumuzu getirecek mi, gezegenimizi ele geçirecek mi diye düşünürken bir de bu teknoloji, bomba gibi düştü hayatımıza!

Bizim buralarda sokak köpekleri öldürülsün diye yasalar çıkıyor, dinozorlar geri dönerse ne yapacağız! Uyarayım da bence tehlike altındayız!

Haftanın Yumruğu: Bu kadarı da fazla dedirtti! Beşiktaş Olağan Divan Kurulu Toplantısı’na katılan eski Başkan Hasan Arat’ın konuşması sırasında Divan başkanı Tevfik Yamantürk arasında yaşanan gergin anlar, yumruklu kavgaya dönüştü! Arat, Tevfik Yamantürk tarafından yumruklandı, Divan tatil edildi! 21. Yüzyıla geldiğimiz bu günlerde, uzaya çıkmamıza ramak kala ülkenin en önemli spor kulüplerinden birinin eski başkanına hem de sahnede- konuşması sırasında bu yapılmamalıydı! Ülkeyi, Cennet Mahallesi’ne çevirdiler yeminle, bir gelsin artık kendine!