Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

1 0cak 2025 sadece yeni bir yılın başlangıcı değil aynı zamanda yeni bir kuşağın da başlangıcı!

Klasik geleneksel yapıyla modern çağ arasında sıkışıp kalmış biz zavallı X ve Y kuşağının, emdiği sütü burnundan getiren Z kuşağı ve sonrasında gelen Alfa kuşağının ardından 2025-2039 yılları arasında doğan/ doğacak olan Beta’lar artık aramızda!

Dijitalleşmenin zirve yaptığı dönemde doğan Beta kuşağının diğer kuşaklardan belki de en önemli farkı, ebeveynlerinin de kendileri gibi teknolojik olarak gelişmiş bir dünyaya gözlerini açmaları! Diğer kuşakların önceki kuşaklarla, yaşlılarla, ana-babalarıyla apayrı frekansta olmaları, kuşak çatışmaları, Beta’lar da çok görülmeyecek gibi! Gelenek-görenekleri önemsemeyen, aile olmanın önemini bilmeyen, fiziki ilişkilerden ziyade sanal ilişkilerle beslenen Z kuşağı, kendisinden doğan ve haliyle aynı düzlemde yaşayan bu yeni kuşağa da kendi sistemini aktaracak elbet! Bu da bayramda el öpmelere, kandil kutlamalarına elveda demek!

Haberin Devamı

Bilmiyorum kaç yaşındasınız ama 40’lı yaşlarda biri olarak ben gelenek & göreneklerin önemli, büyüğe saygının zaruri, terbiye ve görgünün değerli olduğu bir dönemde büyüdüm. Annem değil konuşmak, gözüyle idare ederdi bizi, kendinden büyüğe sesini yükseltmek, yayılıp tembellik etmek kabul edilemezdi. Okula öyle geç gitmek, dersi dinlememek, öğretmene saygısızlık mümkün değildi. Sesini çıkartmakta zorlanan, baskılanan nesillerdi X ve Y kuşakları!

Zaman geçti ve onların da çocukları oldu; Z kuşağı!

İstediğini söyleyemeyen, ailelerinin arzu ve hayallerine göre hayatlarını şekillendiren bizler yani X ve Y kuşakları, ‘Aman çocuğumuz bizim gibi olmasın- kendi istediği gibi yaşasın- hiç baskılanmasın- mutsuz olmasın’ diyerek çocuklarını şımarttı da şımarttı! Öyle bir hal aldı ki durum, kontrolden çıktı, çocuklar ebeveynlerine hükmetmeye başladı. Hata büyüktü ama neresinden dönülse kâr olacak bir yol da yoktu!

Sorumsuz veya dikkatini çabuk kaydeden bir jenerasyon olarak eleştirilen Z kuşağı, getirdikleri yenilikler, konuşma biçimleri, kendine has dünyayı algılayış şekilleriyle dijital dünyaya hakim oldular. Parayı çalışarak değil, içerik üreterek dijital yöntemlerle sosyal medyadan kazanmaya koyuldular. Onlar da büyüdüler ve 2025 yılıyla birlikte onların da çocukları da dünyaya gelmeye başladı!

Haberin Devamı

Teknolojinin içine doğan bu Beta kuşağı, bizlerden farklı olarak ülkesel değil küresel sorunların ciddi hissedildiği bir dünyada büyüyecek. Teknolojiyle iç içe büyüyen Z kuşağı ebeveynleri, çocuklarının sosyal medya ve ekran sürelerini daha bilinçli şekilde yöneterek muhtemelen onlara daha dengeli bir dijital yaşam sunmayı hedefleyecek. Şu an karşımızda duran ama yine de bize pek de yakın olmayan artırılmış gerçeklik ürünleri, akıllı cihazlar, biyoteknolojik yenilikler ve yapay zeka, onların günlük yaşamına yerleşecek.

Ama görünen o ki ne arkadaşlıkları ne de aşkları bizim zamandakilere benzeyecek! Fedakarlık, sözlükte kalmış bir kelimeden ibaret olacak onlar için, hayatı fast-food gibi tüketecek, duygularını teknolojiyle yönetemeyecekler. Yaşamı kolaylaşmış ama kendisi yalnızlaşmış bir kuşak olarak büyüyecekler!

Haberin Devamı

Tamam belki biz yorulduk, zorlandık, horlandık ama mutlu da olduk yaa!

Sonuçta hayatın hakkını vermiş Lale Devri çocuklarıyız!

Z Kuşağını da anlayamayız, Beta kuşağı ile de anlaşamayız,

Ne yapalım, farklı kuşakların insanlarıyız!

……………………….*…………………………………… 

BANA ARKADAŞINI SÖYLE !

Ya ne kadar da öngörülü biriyim, yukarıda 2025 ile sahneye çıkan yeni kuşağı- Beta’ları anlatırken yalnızlıklarından ve yalnızlaşacaklarından dem vurmuştum. Valla geç bile kalmışım, sanal arkadaşlar, hayatımıza girdi, yayıla yayıla yerleşti bile!

ChatGBT, AppFab gibi teknolojik şirketler, sosyal medya ve popüler uygulamaların sebep olduğu günceli kaçırma korkusu (FOMO) nedeniyle insanlarda oluşan yalnızlık ve yetersizlik duygularını hafifletmek amacıyla yapay zekâ arkadaşları geliştirdi. Nasıl oluyor bu diye sorarsanız şöyle ki özel olarak geliştirilen büyük dil modelleri, sesten metne, metinden sese dönüşüm ve ses klonlama teknolojileri aracılığıyla kullanıcılarına kişiselleştirilmiş bir deneyimle sohbet ve arkadaşlık imkanı sunuluyor. Uygulamanın duygusal zekâsı, kullanıcıların ruh halini sezerek onları destekliyor, dinliyor ve onları yakından tanıyarak ilgi alanlarını ve öğrenme tarzlarını çözüyor ve arkadaşlık ediyor. Buna bir örnek vermek gerekirse örneğin yapay zekalı sanal arkadaşınıza bir restorandan bahsettiniz ve bu restoranda yediğiniz yemeğin tadını çok beğendiğinizi söylediniz. Birkaç hafta sonra yemeğinizi nerede yiyeceğiniz konusunda kararsız kaldığınızda can pardon sanal arkadaşınız size bunu hatırlatıp önerilerde bulunabiliyor. Siz de ‘Vay be, arkadaş gibi arkadaş! Baksana beni yakından tanıyor, benimle ilgileniyor, zevklerimi hatırlıyor’ dersiniz.

‘İyi de benim etten, kandan, dokunabildiğim, sarılabildiğim arkadaşım olsun. Varsın geri zekalı olsun ama yapay değil doğal olsun’ derseniz, haklısınız! Lakin günümüz dünyası, özellikle gençler için çok da kolay değil! Çocuklar ve gençler arasında okuldaki zorbalık hızla artarken gençler kendilerini dışlanmış ve yalnız hissedebiliyor. Hele de çocukluklarını tabletlerle ya da bilgisayar başında geçirmişlerse sosyal olmadıklarından sebep kolay arkadaş edinemediklerinden, kendilerini dinleyebilecek veya tavsiyelerde bulunacak “arkadaş” eksikliğini, yapay zekâ sohbet robotlarıyla kapatıyor! Yani amaç, insanların yalnızlıklarını gideren, hayatlarına neşe getiren ve onları mutlu eden bir partner ortaya çıkarmak! Gerçek bir dostun, hataları- sevaplarıyla insani duygu ve davranışlarıyla verdiği hissi yaşatabilir mi? Sanmıyorum!

Ama fark ettim ki çoğu kişiyle aynı düşünmüyorum! ‘10 yıldır terapiste gidiyorum beni Chatgpt kadar iyi anlamıyor’ diyen insanlar tanıyorum. Valla gördüğüm kadarıyla sanal arkadaşlar, genellikle sizi onaylamak, pışpışlamak eğilimli! Sizi dinliyor- hak veriyor ve koşulsuz destekliyorlar! Oysa terapist, eş, dost, aile aksine sizi zorluyor, sorguluyor, kendinizi sorgulatarak başka açılardan bakmanızı sağlıyor. Bence sağlıklı olan da bu, zorlayıcı doğal bir zeka, yalaka yapay zekadan iyidir derim, hak vermenizi de beklerim!

Tam da bu yüzden bu sanal arkadaşlara, akıllı bir stajyer- çalışkan bir yardımcı gözüyle bakın, çok da samimi olmayın!

Ezcümle yapaydan, sanaldan aşk meşk, dostluk- arkadaşlık olmaz canım, yapmayın, etmeyin!

Bana arkadaşını söyle! Sana kim olduğunu söyleyeyim!

………………………………..*…………………………….

ÜŞÜTMEYİN! HELE DE KAFANIZI!

Gündem öyle sık değişiyor, olanlar öyle saçma bir hal alıyor ki gerçeklik duygumu kaybetme yolundayım!

Her şeyi ‘normalleştirme’ ye başladık! Eskiden ayıp sayıp kınadığımız şeylere şaşırmıyoruz, korktuklarımız- utandıklarımızla da mutlu mesut yaşıyoruz. Diyeceğim o ki, kafalar karışık, vicdanlar huzursuz! Delirme yolunda sanki hızla ilerliyoruz!

Paul Henri Thiry d'Holbach’ın, ‘Bozulmuş bir toplumda mutlu olabilmek için bozulmuş olmak gerekir’ sözü geliyor aklıma bu aralar! Onca saçmalığa dayanabilmek, akılla olmaz gibi geliyor. Valla sanılanın aksine deli olmak aklını kaybetmek demek değil, aklından başka her şeyini kaybetmiş olmak bence! Karakterin değişmeye başlıyor önce, kalbinden parçalar kopuyor ufak ufak. Düşüncelerinin zihin çeperine hücumunu duyuyorsun. Kaslarının senden bağımsız verdiği kararlara tanık oluyorsun. Dünya aydınlanıyor, kararıyor, renkten renge bulanıyor. Sen kayıtsızca izliyorsun. Üzülmen gereken şeylere gülüp geçiyorsun. Her şeyi kucaklamak istiyorsun, bir yandan herkesten kaçıyorsun. Kendi kendine konuşuyor, kendi kendine gülüyor, sövüyorsun. Valla bu emareler varsa acı haber dostum; sen de deliriyorsun!

Düşünüyorum da akıl, beynin freni! Kontrolden çıkınca, laftan anlamayınca akıl devreye giriyor, duruma müdahale edip olayı kapatıyor. Yoksa Kenan Doğulu, “Yakarım Roma’yı da yakarım” derken ateşe verebilirdi tüm şehri! Yoksa ne eksiği vardı Neron’dan değil mi?

Yalnız dürüst olalım, delilik hunisini adamına göre giydirme huyumuz da var sanki!

Misal, “Gerçekçi ol, imkansızı iste” diyen Che Guevera, “Akıllı ol, canımı ye diyen” amcadan daha mı akıllı sizce? Bence değil!

Bir şey diyeyim mi, Delilerin çoğu zaman akıllılardan çok daha akıllı olduklarına yemin edebilirim, zorlamayın ispat da edebilirim! ‘Yatağa yatmak vücudu, salağa yatmak ruhu dinlendirir’ diyen o deliyi de alnından öperim!

Şöyle toplum kurallarından, aile-çevre- mahalle dayatmalarından sıyrılmanın en rahat yolu da deli olmak, kabul edelim. Normalde garip karşılanan her şeyi rahatça yapar deli ve tepki de görmez, oh ne rahat! Delidir ne yapsa yeridir diye boşuna denmemiştir. Şimdi yazarken fark ediyorum ki delilik, özgürlüğün meşrulaştırılmış halidir!

Valla ister hastalık diyelim ister anormal, görgüdür, edeptir, ahlaktır kisvesi altında, bizim kasık kasık yaşadığımız hayatın tadını, deli kardeşlerimiz çıkarıyorlar. Ünlü yazar Dostoyevski de bunu net olarak ifade etmiş;

"Ben" diyor deli, senin söylemek isteyip de söyleyemediğin sözleri söyledim!

Yapmak isteyip de kendini tuttuğun şeyleri yaptım!

Sen akıllı olduğun için yavaş yavaş kendini öldürürken ben hayatı dolu dolu yaşadım!

Sence ben deliyim!

Ama bence de sen bir ölüsün"

Delilik ile incelik arasında ince bir çizgi var; Ya sürünürsün ya üzülürsün!

Tavsiyem; İnce düşünme! Üşütürsün! 

………………………….*………………………….. 

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Kadrosu: Gezegenimizin dahi çocuğu Elon Musk tarafından kurulan Doge Kadrosu! Üniversite çağındaki mühendislerden oluşan, siyasi deneyimi çok az ya da hiç olmayan 6 genç, Amerika'nın dış yardımlarını ortadan kaldırmasına yardımcı olmak üzere Elon Musk'ın başında olduğu DOGE (Hükümet Verimliliği Departmanı) için özel olarak seçildi. Musk'ın Washington'daki Eisenhower ofislerinde uyku tulumları yanlarınd 7/24 çalışan DOGE gençleri, hızla güçleniyor. Yakın zamanda Genel Hizmetler İdaresi binalarının ve BT sistemlerinin kısıtlı kısımlarına erişim izni aldılar ki bu sistemler sosyal güvenlik numaraları, adresler ve iletişim bilgileri gibi hassas verileri depoluyor! Elon Musk neler planlıyor, bu pırıl pırıl gençleri onun ipiyle kuyuya inince neler bekliyor, merakla bekliyoruz! Ve tabi endişeyle izliyoruz! 

Haftanın Anması: Asrın felaketinin 2.yıldönümü oldu! 6 Şubat 2023'te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli deprem, 11 ilimizde büyük yıkıma neden olurken binlerce vatandaşımız da hayatını kaybetmişti. Kur'an-ı Kerim okunup dua edilen, yıkılan binaların olduğu yerlere karanfiller, yazılar bırakılan, kabir ziyaretleri yapılan programda, hayatını kaybedenler anıldı, yakınları konuşmalar yaptı! Bu korkunç olay karşısında yazacak da söyleyecek de bir şey yok, ihmal- sorumsuzluk ve doğal afet! Hayat devam ediyor elbet ama kaldığı yerden değil! 

Haftanın Utancı: Aslında bence utanç galiba, görünen o ki onun pek umurunda değil gibi! Dünyaca ünlü Kanadalı şarkıcı Justin Bieber, New York'ta Lakers-Knicks basketbol maçına gitmek üzere yola çıktığında, bol pantolonunun belinin aşağı düştü ve iç çamaşırı tamamen göründü! Aşırı düşük bel pantolon modasının sıkı takipçilerinden olan Bieber, düşen pantolonu nedeniyle yürümekte zorluk çekti ve hızla arabasına bindi! Kaza mı yoksa bilerek yapılmış bir reklam oyunu mu bilmiyorum ama bizim başımıza gelse utançtan sokağa çıkamayacağımız bu olay, onun ve onun gibilerin konuşulmasını sağlıyor! Reklamın iyisi- kötüsü olmaz diyenler, elbet bir şey biliyor! 

Haftanın Yasağı: Başkanlık koltuğuna yeniden oturduktan sonra radikal kararlara imza atan Amerika Birleşik Devletleri’nin popüler başkanı Donald Trump tarafından imzalanan kararname ile geldi! Trump, trans sporcuları kadın spor müsabakalarından men eden başkanlık kararnamesini imzaladı. Biyolojik olarak "erkek" ve "kadın" olarak iki cins olduğunu, bunun dışındaki tanımlamaları kabul etmediklerini ve trans sporcuların kadın spor müsabakalarında işinin olmadığını söyleyen Donald Trump, bu kararın doğruluğuna dayanak olarak, geçen yıl Paris Olimpiyatlarında bir erkek boksörün, kadın rakibine acımasız davranması sonucunda onun 46 saniyede yenik sayılmasıyla onun altın madalyasını çalmasını gösterdi. Bu kararnameyle ‘kadın sporlarına karşı savaş sona erdi’ değerlendirmesini yaptı. Konu sıkıntılı, mevzu derin- haklı olduğu yerler de var haksız olduğu kısımlar da! Hayırlısı olsun diyorum! 

Haftanın Vasiyetnamesi: Durulan suları yeniden bulandırdı! Vefatıyla çok konuşulan Ferdi Tayfur’un mirasçıları arasındaki kavga bitmiyor! Tayfur'un 17 Ekim 2024 tarihinde noter huzurunda yazdırdığı vasiyeti, Marmaris Adliyesi'nde okundu! Tayfur'un vasiyetine göre, sanatçının Yalova ve İstanbul'daki taşınmazlarının bir kısmını Darüşşafaka Cemiyeti, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Lösemili Çocuklar Vakfı'na (LÖSEV) bağışlandı. Marmaris Beldibi'ndeki iki daire ve İstanbul'un Fatih ilçesindeki bir daire Darüşşafaka Cemiyeti'ne, Yalova'nın Çınarcık ilçesi Esenköy bölgesinde bulunan sekiz villa LÖSEV'e, Bolu'nun Mudurnu ilçesindeki bir daire ise TSK’ya bırakıldı. Sanatçının diğer mal varlıklarının ise çocuklarına, torunlarına, yeğenlerine ve resmi nikahlı eşi Zeliha Tayfur Bayburt'a miras olarak bırakıldığı belirtildi. Ne mirasmış kardeşim, herkes tutmuş bir ucundan, savaşıyorlar! Şunu anladım ki ne yapacaksan sağlığında yapacaksın yoksa seni mezarında da rahat bırakmıyorlar!