Bob Dylan’ın resim ve heykellerinden oluşan “Bob Dylan: A Collection of New Original Paintings” sergisinden çok etkilenmiştim.
Hatırlayacaksınız, Bob Dylan 2016’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığı açıklandığında tartışmalar uzun süre durulmadı.
Nobel’in bir edebiyatçıya değil de bir şarkıcıya verilmesini kabullenemeyenler oldu.
Sanki söz konusu olan Bob Dylan değil de herhangi bir popstarmış gibi davranıldı.
Oysa Bob Dylan değerli bir ozan.
Türkiye gibi âşık ve ozan geleneğinin olduğu bir kültürde bunun anlaşılamaması daha da tuhaftı.
Diğer güçlü aday Haruki Murakami kazanamadı diye üzülenler oldu.
Ama aslında bu sonuç her zaman popüler olanın değil, gelenek yaratanın da günümüzde kazanabildiğini gösterdi.
Tam 5 ay sonra açılacak bir müze sergisinin biletleri şimdiden tükendi. Peki, ama hangi müze, hangi sergiden söz ediyorum?
Eylül ayında bir müzede açılacak serginin biletleri şimdiden satışa çıktı ve satışa çıkar çıkmaz tükendi. Peki, ama hangi sergi olabilir bu? Londra’da Victoria&Albert Müzesi’nde açılacak “Gabrielle Chanel: Fashion Manifesto” (Moda Manifestosu) sergisinden söz ediyorum. Elbette, sanat müzeleri uzun zamandır büyük modaevlerinin tasarımlarını sergiliyor. Ama günümüzün çılgın tüketim furyasının ekonomik krizle biraz da olsa düzeleceğini düşündüğümüz zamanlarda bile hâlâ moda markaları ve “sold out” (tükendi) kültürü gündemde.
V&A Chanel sergisinde 70 yıla ait 200 “look” sergileyecek. Sergi sadece Chanel’in tüvit takımlarının hikâyesini içermeyecek, aynı zamanda tartışmalı savaş zamanı geçmişinden de söz edecek. Biyografik olarak olmasa da, savaşın tasarımlarındaki etkisi
Ülkesi tarafından defalarca cezalandırıldı, hücrelere kapatıldı, hiç anlam verilemeyen bir vergi cezasına çaptırıldı, vergi cezasını ödeyebilmek için bağış toplamak durumunda kaldı, pasaportuna el konuldu, yıllarca ailesini göremedi, Twitter’da düşündüklerini yazdı, ülkesinde Twitter tamamen yasaklandı.
Hayır, bir iş insanından ya da siyasetçiden bahsetmiyoruz.
2017’de Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisiyle daha yakından tanıma fırsatı bulduğumuz Çinli aktivist sanatçı Ai Weiwei’in başına gelenlerden sadece birkaçı bu.
Hatırlayacaksınız, sergide Weiwei’nin meşhur ay çekirdekleri, Twitter kuşlu duvar kâğıdı, porselen çiçekleri gibi daha önce gördüğümüz eserleri de vardı, legolardan yaptığı portreleri ve sadece bu sergiye özel üretilen porselen işleri de…
Ai Weiwei’in hayatı 2008 Pekin Olimpiyatları için inşa edilen “Kuş Yuvası” adlı olimpiyat stadına danışmanlık yaparken insan hakları ihlallerine yakından şahit olması ve bu konuda eleştiriler yapmaya başlamasıyla değişiyor.
Çok üzgünüm, çok sevdiğimiz bir gazeteci arkadaşımızı, Hürriyet yazarı Tolga Akyıldız’ı çok erken kaybettik.
İstanbul Life’tan Milliyet Cadde’ye farklı yayınlarda birlikte çalışabilme fırsatımız oldu.
Pazar akşamı acı haberi aldığımdan beri düşünüyorum, ne kadar çok seveni varmış.
Sadece çok bilgili olduğu müzik dünyasında değil, uzun yıllar ayakta kalmanın çok da kolay olmadığı basın dünyasında da…
Elbette bunda iyi kalpli kalabilmeyi başarabilmiş olmasının da etkisi çok.
Boşuna herkes aynı tepkiyi vermedi: İyiler erken gidiyor.
Ama bir yandan da Tolga, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada dergiciliğin sadece bir iş değil, zevkle sabahlayarak çalışılan, baskıdan gelen formaları elimize aldığımızda gurur duyduğumuz, maddi karşılığı ne kadar az olsa da manevi tatmin sayesinde asla şikâyet etmediğimiz ve gerçekten çok severek yaptığımız bir mesleğin iyi günlerinin, bir dönemin son temsilcilerindendi.
Tolga’nın yeri de tıpkı o unutulmaz dönem gibi çok özel.
Bu hafta magazin gündeminde Gwyneth Paltrow’un yargılandığı kayak kazası davası vardı. Paltrow’un sade-şık, abartısız lüks stili kadar davanın gerekçeleri de çok konuşuldu.
Büyük bir cinayet davası gibi izlenildi Gwyneth Paltrow’un, 76 yaşındaki Terry Sanderson’ın açtığı davada yargılanması. Başrolde Gwyneth Paltrow olduğu için bir film sahnesi gibi duruyor davadan her görüntü. Bir TV dizisi gibi farklı bölümler, günler, kıyafetler yakından takip ediliyor. Hatta bu davayı Lady Gaga’nın oynadığı “House of Gucci” filminin mahkeme sahneleriyle karşılaştıranlar da var.
Gwyneth Paltrow bir haftadır jüri karşısında hem ifade veriyor hem diğer tanıkları dinliyor.
Davada en çok konuşulan ise Gwyneth Paltrow’un sade ama lüks giyim tarzı. Üstündeki hiçbir şey marka bağırmıyor, ama giydiği kaşmir kazaklardan kullandığı aksesuarlara hepsinin markası anında sosyal medyada ve basında yayınlanıyor. Tabii bunda Gwyneth Paltrow’un bir Hollywood yıldızı olması kadar “Goop” adlı yaşam stili platformunun da kurucusu olması
Şimdiye kadar gezdiğim en kapsamlı Warhol sergisi, Paris’te Grand Palais’deki ‘Andy Warhol’un Geniş Dünyası’ydı.
Özel koleksiyonlardaki eserleri de bir araya getiren Grand Palais’deki sergide Warhol’un neredeyse bütün eserleri yer alıyordu.
Marilyn Monroe’dan Mao’ya ünlü portreleri gibi bildiğimiz eserlerinin yanı sıra daha az bilinen çalışmaları da vardı.
Warhol, ünlü isimlerin önce stüdyoda polaroid fotoğraflarını çekmiş.
Bu fotoğraf çekimlerinin de özellikle filme alınmasını istemiş, sergide bu filmler de vardı.
1981’de yaptığı, sadece siyah ışıkta görülebilen özel bir boya kullandığı Linda Cossey resmi de yer alıyordu.
Warhol, Interview adlı bir dergi çıkarmış, ünlülerle röportajlar yapmış, dergi kapaklarında herkesi bir yıldız hâline getirmiş.
İşte bütün mesele bu.
Yıllardır birçok eser için aynı şey konuşuluyor, Jackson Pollock’a ait olup olmadığı anlaşılmıyor.
En çarpıcı örneklerden biri tam 11 yıl önce yeniden gündeme gelmişti.
Uzun yıllar, aynı eser için Jackson Pollock’ın eşi “Gerçek değil”, metresiyse “Son resmini benim için yaptı” diyor ve iki kadın bir eser üzerinden savaşlarına devam ediyordu.
Ruth Kligman daha 26 yaşında bir sanat galerisinde çalışırken güvendiği bir uzmana danışıyor, “Şu anda en iyi ilk üç ressam kim?”
Cevabı alıyor: “Jackson Pollock, Bill de Kooning ve Franz Kline.”
İkinci cümle amacını daha da belli ediyor: “Jackson Pollock’la nerede tanışabilirim?”
Londra Tasarım Müzesi’nin fahri direktörü, İstanbul’u çok iyi bilen ve hatta ilk İstanbul Tasarım Bienali’nin temasını öneren Deyan Sudjic, şimdi John Pawson’ın kitabını yazdı. İşte kitabın lansman gecesinden Londra-İstanbul hattı notlar
Sadece yaratıcılık değil önemli olan, politik iklimin de yaratıcılığa uygun olması gerek.” Londra’da usta mimari tasarımcı John Pawson imzalı, Young Space adlı bir müzik stüdyosundayım. Pawson’ın her işi gibi son derece minimalist olan bina dışarıdan küçük görünüyor, ama içeri girince ne kadar farklı olduğuna şaşırıyorsunuz.
Burası aslında bir müzik stüdyosu ve ortak çalışma alanı. Kanye West de albümlerini burada kaydediyor, ilk şarkılarını yazan genç yetenekler de. Böyle bir fırsat eşitliği var burada. John Pawson’ın büyük oğlu Caius Pawson’a ait olan müzik stüdyosunda elbette tasarımda da Pawson imzası olması şaşırtıcı değil. Caius Pawson, aynı zamanda bağımsız müzik ve menajerlik şirketi Young Turks’ün de kurucusu. İçeride sadece