Birçok ülke son zamanlarda 4 gün mesai, 3 gün tatil yapma modelini deniyor. Peki, ama bu pilot uygulamalar nasıl sonuç veriyor? Türkiye’de de başarılı olabilir mi?
Elbette, hepimiz 3 günlük uzun hafta sonu tatillerini seviyoruz. Resmî tatiller pazartesiye ya da cumaya geldiği zaman seviniyoruz. Peki, ama 5 çalışma gününden vazgeçip 4 günlük çalışma haftalarını kabul edersek ne olur? Üretkenlik artar mı, yoksa tam tersine azalır mı?
Bir yanda modern teknolojinin çalışma şeklimizi önemli ölçüde hızlandırdığı ve 5 günlük haftanın artık gerekli olmadığı konusunda güçlü bir argüman var. İngiltere’de çok büyük bir pilot uygulama yapıldı. Kâr amacı gütmeyen 4 Day Week Global CEO’su Joe O’Connor, İngiltere’nin 4 günlük hafta uygulamasının zirvesinde olduğunu söylüyor: Pandemiden çıktıkça, giderek daha fazla şirket bunu kabul ediyor. Rekabetin yeni sınırı, yaşam kalitesi ve bu azaltılmış mesai saati, sonuç odaklı çalışma, onlara
Dünyanın en prestijli mimarlık ödülü olan Pritzker’in yeni sahibi önceki gün açıklandı.
Yıldız mimar David Chipperfield, 2007’de Richard Rogers’tan bu yana Pritzker Ödülü’nü kazanan ilk İngiliz mimar oldu.
David Chipperfield’ı Jale Erentok-Alan Yau sayesinde tanıma fırsatım oldu.
Alan Yau, yıllar önce Wagamama’da bir iç mimarla çalışmak yerine David Chipperfield ile çalışıyor.
O zamandan beri de yakın dostlukları devam ediyor.
David Chipperfield’ın hikâyesi başarı öyküleriyle başlamıyor aslında.
Kendisi üniversitede başarılı bir öğrenci değil, hatta akademik olarak zorluklar da çekiyor.
İşleri akademisyenler tarafından acımasızca eleştiriliyor, kalıplara sokulmaya çalışılıyor ama Zaha Hadid kendisini her zaman destekliyor.
Çok zor 1 ayı geride bıraktık, sanki 1 ay değil bir ömür geçti.
2023’ün ilk çeyreği hepimizi derinden etkiledi.
Pandemi ile hayata bakışımız zaten biraz değişmişti, neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu iyice anlamış, daha önce boş birçok şey için üzüldüğümüzü ya da kendi kendimize dert ettiğimizi fark etmiştik.
Şimdi pandemi sonrası depremde yaşadığımız acı o kadar büyük ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi hissediyoruz.
Eğer biraz duyarlıysanız, şimdi neyin önemli, neyin önemsiz olduğu çok değişti, her geçen gün daha da değişiyor.
Elbette, yine de hayatın güzelliklerinden, kültür-sanatın hayatımıza kattıklarından vazgeçmeyeceğiz.
Ama hep birlikte olmak, acıları hep birlikte sarmak için bir kez daha mücadele edeceğiz.
Her mücadele biraz daha güçlendiriyor.
6 Şubat’tan beri çok şey değişti. Şimdi global çağdaş sanat dünyası da depremden etkilenenlere destek olmak için küçük ama anlamlı girişimler de bulunuyor
Bu acı ve zor zamanda hepimiz dayanışma içindeyiz, herkes elinden gelen desteği sağlamak için canla başla çabalıyor. Uluslararası hayır kurumları ve sivil toplum kuruluşları da bölgede destek sağlamak için çalışıyor. Global çağdaş sanat dünyasındaki pek çok kişi de kendi sektörlerinden isimleri bir araya getirmek için güçlerini birleştiriyor, 6 Şubat depremi için farkındalık ve fon sağlamak için mücadele ediyor. Elbette bunu da suistimal edenler var, o yüzden doğru kurumları seçerken çok dikkatli olmak gerekiyor. Şimdi uluslararası çağdaş sanat dünyasının dikkatini çeken yardım girişimlerine bakalım.
Oyuncu Kate Winslet, Choose Love kampanyası tişörtü giyerek depremden zarar görenler için bağış çağrısı yaptı, “Her bir kuruş hayat kurtarır” dedi.
Open Space Contemporary
Koleksiyoner ve küratör
Global kültür sanat dünyası da acımıza destek oluyor. Sesimizi tüm dünyaya en iyi duyurabilecek girişimlerden biri İngiltere’de başlatılan “Sounds of Solidarity” (Dayanışma Sesleri) ve Londra’da planladıkları yardım konseri. Yıllar sonra hâlâ konuşulan “Live Aid” gibi iz bırakabilir.
Acımız çok büyük. Dünyanın neresinde olursak olalım, her neyle meşgul olmaya çalışırsak çalışalım bir an bile olsa unutmak mümkün değil. Tam tersi yaptığımız her şey, evde oturmaktan yatakta uyumaya çalışmaya, suçluluk hissettiriyor. Nefes almak bile suçluluk hissettirmeye yetiyor. Öyle derin bir acı yaşıyoruz ki, psikolojik olarak da finansal olarak da altından kalkması hepimiz için zor olacak. Bu sürecin bir kısmında yurt dışında bulunan biri olarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim; daha da kenetleniyorsunuz birbirinize ve başlatılan seferberliğe katılmak için elinizden geleni yapıyorsunuz.
Yunan karikatürist Ilias Makris deprem acısını gözyaşı döken hilal ile yansıttı.
Bu süreçte elbette yabancı ülkeler de
'99 depremini daha dün gibi net hatırlıyorum.
Hepimizin üzerinde farklı bir etkisi olmuştu, hayatın aslında çok da anlık olduğu konusuyla bizi yüzleştirmişti.
Asla dediğim hiçbir şey için aslında o kadar da katı olmamak gerektiğini öğretmişti bana.
Büyük konuşmamak gerektiğini, hayatta her şeyin olabileceğini göstermişti.
İşte o zamanlar deprem konusunda önlemleri hepimiz hatmetmiştik.
Aradan dile kolay tam 24 yıl geçti.
Dün bir kez daha anladık, bu 24 yılda aslında almamız gereken dersi hiç de almamışız.
Başka şeylere odaklanmışız, doğal afetler karşısında aslında hepimizin ne kadar çaresiz olduğunu unutmuşuz.
ChatGPT kullanımımıza açıldığından beri gündemden düşmüyor. Peki ama yapay zeka bizi geçecek mi?
Son zamanlarda her fırsatta konu dönüp dolaşıp ChatGPT’ye geliyor. “Önce ChatGPT’de yazıp sonra Copy AI, daha sonra da Quill Bot’ta mükemmel bir hale getiriyorum” diye anlatıyor bir arkadaşım. 3 ayrı program kullanacağına oturup kendin yazsan nasıl olur diyecek oluyorum. “Yok bu çok acayip, sadece bir cümle yazıyorsun sonra akademik seviyede bir metin çıkıyor, benim gibi yazı yazamayanlar için harika” diyor arkadaşım. İşte o anda ben de diyorum ki, hadi bakalım bu pazar ChatGPT yazsın, Google Translate çevirsin, biz okuyalım. Ben soruyorum, ChatGPT yanıtlıyor.
ChatGPT insanlardan neden daha iyi yazıyor?
Open AI tarafından geliştirilen bir AI dil modeli olan ChatGPT, olağanüstü hız ve doğrulukla insan benzeri metinler üretebilir. ChatGPT’nin yazılı olarak insanlardan daha iyi performans göstermesinin birkaç nedeni var. İlk olarak, ChatGPT muazzam miktarda metin verisi üzerinde eğitildi ve inanılmaz derecede geniş bir bilgi
Her ne kadar bazı ülkelerin büyükelçilikleri ve konsoloslukları bu hafta Türkiye’ye seyahat edecek vatandaşlarına uyarılar yayınlasa da biliyoruz ki, son zamanlarda Türkiye’de daha çok yabancı turist var.
Tam, “Beyoğlu eski güzel günlerine kavuşuyor” dediğimiz günlerde, yabancılarla paylaşabileceğimiz İstanbul’un farklı yüzlerini deneyimlemeyi sağlayacak yeni bir kitap var kitapçılarda: Monday to Sunday Istanbul.
‘Pazartesiden Pazara Farklı Bir İstanbul’u yenilikçi bir bakış açısıyla anlatan kitap, Vogue Türkiye’nin ilk yayın yönetmeni Seda Domaniç ve Istanbul Tour Studio’nun kurucusu Sinan Sökmen’in imzasını taşıyor.
Seda Domaniç ve Sinan Sökmen, İstanbul’da güncel seyahat deneyimi konusunda, özellikle yurt dışından gelen ziyaretçilere yönelik yeni bir kaynak ihtiyacından yola çıkarak, 17 milyon kişinin yaşadığı bu etkileyici megapolü anlatan uluslararası bir seyahat yayını hazırlamak için yola çıkmış.
Kitabın tasarımı Ulaş Eryavuz’a, fotoğraf