"Ülkemizin en büyük zenginliği olan, sağlıklı bir toplum yapısı için çözümleri elinde tutan kültür alanı, iş insanlarımızı göreve çağırıyor.
İş insanları bu yeni sorumluluklarına, küresel düzenin temellerinden sorgulanmasını da içeren cesur yaklaşımlarla sarılmak zorunda. Çünkü yapılması gerekenlerin, iş insanlarının yararlarına kısa dönemde aykırı gibi gözüken reformları da içermesi kaçınılmaz görünüyor. Bu zorunluluk, yeni bir sosyal sorumluluk anlayışını gündeme getiriyor.
Kitapta ele aldığımız konuların pek çoğunda ‘küresel çözümler’ bekleyen büyük sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Yani, artık dünyanın bütün sorunları bizim sorunumuz. Dolayısıyla, kendi ülkemizin sorunlarını göz ardı etmeden, küresel çapta işbirlikleri içinde harekete geçmek zorundayız.
Karşımızdaki riskleri gerçekçi bir iyimserlikle değerlendireceğiz...
Kapsayıcı ve katılımcı çözümler geliştireceğiz...
Genç kuşakların iş insanlarına ve siyasetçilerine, geleceğin liderlerine güveneceğiz...”
Bülent Eczacıbaşı, iş hayatında 45 yıla yaklaşan deneyim ve birikimlerinden yola çıkarak hepimizin okuması gereken bir kitap yazdı: “İşim gücüm budur benim”.
“Nejat Eczacıbaşı gibi iş dünyamızın kurucu liderleri, her
Hayatı havaalanı ve uçaklarda geçen yabancılarla konuştuğu-muzda daha iyi anlıyoruz THY’nin değerini.
Hepsi hemfikir, THY’nin birçok büyük havayolundan çok daha iyi olduğu konusunda.
Bunu yabancılardan duyunca daha da çok gururlanıyoruz tabii.
Zaten başka ülkelerin havayollarını denemek zorunda kaldığımızda da görüyoruz aradaki farkı, THY’nin gerçekten de rakiplerinden çok daha ileride olduğunu.
Konumuz bu değil, gururumuz THY’nin önceki gün paylaştığı yeni üniformaları...
Beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı, renkler ve zevkler tartışılmaz...
Dünyanın en cool rock’n roll stilisti: William Gilchrist.
Efsane müzik grubu Rolling Stones’dan Jude Law’a birçok ünlü ismi giydiriyor.
“Çalıştığım bütün isimler zevk ve tarz sahibi, zaman kısıtlamaları olduğundan ben hayatlarını kolaylaştırıyorum” diyecek kadar tevazu sahibi.
Yaptığı işi someliyelik yapmaya benzetiyor.
“Müşteriyi ve durumu iyi anlayıp ona göre öneride bulunmak lazım” diyor.
Rolling Stones’un albüm kapağı fotoğraf çekiminde stilistleri zehirlendiği için gelemiyor ve bunun üzerine son anda kendisi çağırılıyor.
Grubun her üyesiyle çok iyi anlaşıyor ve o çekimden sonra Mick Jagger kendisini arıyor ve hiç sahne kostümü hazırlayıp hazırlamadığını soruyor.
“Hayır ama ekibin yardımıyla yaparım” diye cevaplıyor William Gilchrist.
23 Eylül’e kadar devam eden Londra Tasarım Bienali’nde Türkiye’yi Tabanlıoğlu Mimarlık “housEmotion” adlı enstalasyonuyla temsil ediyor
Londra’da T.C. Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç’in ev sahipliğinde toplanıyoruz. Londra Tasarım Bienali’nin direktörü Sumantro Ghose’dan bu yıl Londra Tasarım Madalyası ödülüne layık görülen Hüseyin Çağlayan’a birçok uluslararası isim var aramızda. Peki ama neden böyle bir kitle bir perşembe akşamı Londra’da bir araya geliyor? Londra Tasarım Bienali’nde Türkiye’yi temsil eden Tabanlıoğlu Mimarlık’ı kutlamak için. Tabanlıoğlu Mimarlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Londra Büyükelçiliği desteğiyle “housEmotion” adlı enstalasyonuyla bienale katılıyor.
Daha önceki yıllarda da Londra Tasarım Festivali kapsamında; 2015 yılında Tabanlıoğlu-Arik Levy işbirliğinde “Geçiş, Sıcak/Islak” başlıklı enstalasyonla Somerset House’da ve 2016 yılında Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” romanına atıfla “Beloved” isimli enstalasyonu ile Victoria & Albert Müzesi’nde yer almışlardı. Bu yılın Bienal teması olan “Duygusal Durumlar” başlığına mimari aracılığıyla bir karşılık veriyorlar. Önce Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç, sonra Tasarım Bienali Direktörü Sumantro Ghose
Şehre döndük ama henüz şehir istediğimiz kadar hareketlenmedi, hâlâ yaz rehavetini üstümüzden atmaya, önümüzdeki sonbahar-kışa kendimizi hazırlamaya çalışıyoruz.
Oysa bu ay bizi canlandıracak, şehre döndüğümüz için sevindirecek birçok etkinlik var ardı ardına.
Şöyle hızlıca bir bakalım.
11-14 Eylül’de gerçekleşecek Moda Haftası’yla başlayalım.
Bu sezon da Zorlu PSM’de yapılacak moda haftasında tam 29 marka koleksiyonlarını sergileyecek.
Defileler sonrası ise Cantinery ve Morini’ye partilere koşulacak.
Yeme-içme sektöründe yabancı markaların Türkiye’ye getirilmesine alışığız ama Türkiye kökenli markaların yurt dışına çıkarma yapması bizim için hâlâ yeni bir şey.
Önce Nusr-et’in New York ve Miami’ye açılması, sonra Umut Özkanca’nın Dubai’de yarattığı Rüya’yı Londra’ya da taşıması derken şimdi de Boston’da Nahita açıldı.
Peki ama Boston’da açılan Nahita’nın bizimle ilgisi ne?
Nahita, D.ream’in Etiler’de ve Bodrum Yalıkavak Marina’da yer alan restoran-barı Fenix’in ABD versiyonu.
Adının farklı olmasına bakmayın, palmiyeli, mermer sütunlu dekorasyonundan sashimi, tacos ve Türk baharatlarının öne çıktığı Asya ve Latin Amerika menüsüne kadar Fenix’ten ilham alıyor Nahita.
Nahita ismi her ne kadar kulağa global bir marka gibi gelse de, aslında Türkçe bir kelime.
Şahenk ailesinin kökeni Niğde’nin eski adı, hatta Niğde’de yetişen özel bir patates cinsine de bu isim veriliyor.
Hüseyin Çağlayan’ın ne kadar özel bir yetenek olduğunu hepimiz zaten biliyorduk.
Ama London Design Festival kapsamında verilen The Panerai London Design Medal’e layık görülmesi bir kez daha kanıtladı, Hüseyin Çağlayan’a dünya çapında ne kadar değer verildiğini.
Londra Tasarım Madalyası çok önemli bir ödül.
Daha önce ödüle layık görülenler arasında Marc Newson, Thomas Heatherwick ve David Adjaye gibi değerli isimler var.
Hüseyin Çağlayan büyük ödülü alırken, diğer üç ödülü bakın kimler alacak?
Mimar Eva Jiricná yaşam boyu başarı ödülüne, MIT profesörü Neri Oxman ise tasarım inovasyon madalyasına layık görüldü.
Gelecek vaat eden tasarım ödülü ise moda tasarımcısı Grace Wales’e verilecek.
Bir yaz daha çok hızlı geçti. Şehre dönmeden önce son tatil kaçamağı, Amalfi kıyılarında bir gezintiyle yaza veda ediyoruz
İstanbul’dan Napoli’ye 1 saat 45 dakikada uçuyorsunuz. Napoli’nin pisliğini görüp de gözünüz korkmasın sakın. Arabayla ya da tekneyle yaklaşık 2 saatte Amalfi’desiniz. Amalfi Limanı’ndan Ravello’ya çıkış da bol virajlı yollarda döne döne 15-20 dakika sürüyor. Sonra Ravello’nun içine araba girmediği için otellere tırmanış başlıyor. Bu aşamada yanınızdakilere takılıyorsunuz, “Bundan sonra sırada engelli 300 metre var” diye. Nefes nefese merdivenleri tırmandıktan sonra gördüğünüz manzara karşısında nefesiniz iyice kesiliyor. Amalfi kıyılarının en sevdiğim noktası kesinlikle burası.
Ravello’nun üç ünlü oteli var. Bunlarda kalmak gerekmiyor. Ama gidip görmek şart. Biri Palazzo Sasso. Görüp göreceğiniz en romantik otellerden biri.
Diğeri Caruzo, Ravello’nun en piyasa oteli. Belvedere diye ünlü bir restoranı var.
Diğeri ise bahçesiyle meşhur Villa Cimbrone. Burada mutlaka bir yürüyüşe çıkılmalı. Hotel Rufolo’nun bahçesinde klasik müzik konserleri oluyor. Villa Maria’nın yanındaki butik Carla’dan el yapımı sandaletlerden alınmalı. Ravello’nun seramikçileri de meşhur.