Anımsayın, Gürcistan'ı yendik, ancak tarihinde ilk kez finallere katılan rakibimizin bize zorluk çıkardığını da unutmadık. Öyle bir kalecileri var ki; adam kedi gibi... Mamardashvili'nin kariyeri müthiş kurtarışlarla dolu, finallerde herkes onun bu başarısından söz ediyor, haklılar. İspanya karşısında kritik kurtarışlar yapmasına karşın, savunma bloğu yeterli olmayınca, kalesinde dört gol gördü.
Gürcistan gruptan en iyi üçüncü olarak çıkınca, futbol devlerinden İspanya ile eşleşti. Elbette böylesi donanımlı ve de yetenekli futbolculardan oluşan, hatta turnuvanın favorileri arasında gösterilen İspanya karşısında çeyrek final kapısını aralamak zorlukların en büyüğüdür.
Nitekim İspanya yerden ve ayağa paslarla Gürcistan'ı savunmasına kapattı. Topla oynama yüzde 79'a 21... Varın gerisini siz düşünün. Öyle ki, savunma bloğu bile orta sahaya kadar taşındı, rakip kaleye, önüne gelen şut attı, top ya savunmadan sekti, ya da kaleci bunlara geçit vermedi.
Bu oyunda savunma yapmak pozisyonlara davetiye çıkarmaktır. Gürcistan
Elbette büyük turnuvalara katılmak önemli bir başarıdır. Fakat asıl olan ‘misafir’ değil, ‘kalıcı’ olmaktır! Sıkıntı da burada yatıyor, sürekli uçurum kenarlarında turladığımız elemeleri anımsıyorum!
Neyse ki bu kez başardık, son 16’ya adımızı yazdırdık. Maçlar öncesi Portekiz’in yanı sıra Türkiye kağıt üzerinde favoriydi. Ancak Gürcistan’ı yenerken çok zorlandık, Portekiz’e kaybettik ve umudumuzu Çekya maçına taşıdık.
Çekya’yı tanıyoruz, fizikli ve yüksek toplarda etkili olduklarını cümle alem biliyor. Böylesi bir rakip karşısında topu yere indirerek başladık maça... Montella’nın 11 tercihini tartışacak halimiz yok, savunma malum, sıkıntılı, diğer bölgeler yeterli ve de etkili.
Maçın 20. dakikasında Barak’ın çift sarıdan kızarması, bu zorlu maçta adeta piyangoydu bizim adımıza. Nitekim ayağa paslarla, eksik kalan rakibimizi zorladık. Ne var ki ilk yarıda kilidi açamadık. Mert Günok’un kritik kurtarışlarını da not düşelim.
Çilingir arıyorduk, nihayet 51’de
Jose Mourinho’nun kariyerini, başarılarını masaya yatıracak halimiz yok. Fenerbahçe’ye kaç paraya gelmiş, beni zerre kadar ilgilendirmiyor.
Demem o ki, böylesine kariyerli bir hocanın Fenerbahçe’ye gelmesi Türk futbolu adına önemli bir gelişmedir. Neredeyse, bir aydır Mourinho ile yatıyoruz, onunla uyanıyoruz. Sahi Süper Lig’i Galatasaray kazandı değil mi! Gelin görün ki, sarı-kırmızılı ekibin bu başarısı Portekizli hocanın gelmesiyle birlikte gölgede kaldı! Yazılı ve görsel medyada Mourinho manşetlerden inmiyor. Eeee böylesi ünlü bir hocanın gelmesine de medya kayıtsız kalamazdı.
İmzalar atıldı, yeni sezon planlamaları, transferler hız kesmiyor... Fenerbahçe’ye alınması düşünülen o kadar yıldız oyuncu var ki, hangisini saysak? Haa gelirler mi, gelmezler mi, bilemem... Neticede bu yıldızların Fenerbahçe’ye gelmesi ekonomiyle doğru orantılıdır. Kaldı ki Başkan Ali Koç işadamı, hesap, kitabı bizden daha iyi bilir.
Hafta sonu gerçekleşecek olağan seçim kongresinde Ali Koç ve Aziz Yıldırım yine sandıkta yarışacaklar,
Süper Lig’deki zorlu maratonu noktaladık, şampiyonluk ipini Galatasaray göğüsledi, alkışı da, övgüyü de hak etti.
Kuşkusuz bu büyük başarıda Okan Buruk’un müthiş katkıları var, o artık ustalar sınıfında... Teknik adamlık kariyerine biri Başakşehir’de olmak üzere toplam üç şampiyonluk sığdırdı.
Okan Buruk yerli hocalar için artık idoldur, örnektir...Ne var kiiiii!!!Sosyal medyaya bir görüntü düştü, şaşırdım, ‘yok canım olamaz’ dedim, montajdır falan, filan diye kendi kendime söylendim! Florya’da çekilen bu görüntüyü dakikalarca izledim, gözlerime, kulaklarıma inanamadım! Övgüler dizdiğimiz, baştacı yaptığımız Okan hoca, taraftarlarla tempo tutuyor!
Örnek olması gereken Okan Buruk hocamız, taraftarların hakaretlerine eşlik ediyor, olmaz hocam olmaazzz! Anneler kutsaldır, kıymetlidir, bizlerin baştacıdır, asla bu tür kelimeleri hak etmiyorlar.
Büyük başarılara imza atabilirsiniz, rekorlar kırabilir, kupalar kaldırabilirsiniz fakat gerek yaşam biçiminizle, gerekse
“İ yi oynayan kazansın, hırgür çıkmasın, bizler de keyifli bir maç izleyelim. Hakem triosu ve VAR, aman dikkat, adaletli bir maç yönetin olur mu?”
Geçen hafta köşemde derbiyle ilgili yukarıdaki cümlemi okuyucularımızla paylaşmıştım, şöyle ağız tadıyla bir maç izleyelim dedik. Ne gezer, bu oyunun paydaşları, tepe yönetimleri, TFF, MHK, kulaklarını tıkadılar, “aynı tas, aynı hamam” misali!
Sen nasıl bir hakemsin eyyy Arda Kardeşler? O kokartın bir ağırlığı var, elit hakem statüsündesin, gelin görün ki adam farkında değil! Diyeceksiniz ki, adamın yeteneği bu kadar, o zaman o kokartı niye taktınız eyy TFF ve MHK?
İnanın, Arda Kardeşler’in derbideki skandal kararlarını yazsak, bu köşeye sığmaz arkadaş! O kocaman kokartlı Kardeşler, otoriteyi sağlamak adına sürekli kartlara sığındı, sözlü uyarıları pas geçti! Bu oyunda ayağa basmalar sarıyı işaret ediyor. Gelin görün ki Kardeşler, ‘birine var, diğerine yok’, yani çifte standart uyguladı, hadi oradan!
Gelelim Kardeşler’in asıl skandal ötesi kararına, yani
Liderler kolay yetişmiyor. Bu anlamda bizim kulvarda en bilinen isim rahmetli efsane başkan Süleyman Seba’dır... Düşünün 16 yıl Beşiktaş’ı yönetti, bu sürece tesisler ve irili ufaklı tam tamına 21 kupa sığdırdı. Gerek tesis gerekse sportif anlamda büyük başarılara imza atmasına karşın, Seba tepkiler nedeniyle göz yaşları içinde görevine veda etmek zorunda kaldı!
Eee bu oyunun genlerinde var bu tip krizler, kaoslar, çekişmeler... Başarılıysanız ne ala, ancak hele de şampiyon olamıyorsanız vay halinize!
Tıpkı Fenerbahçe gibi!
Sarı-lacivertli camiada hummalı bir kongre çalışması var, yazılı ve görsel medyada manşetlerde yer alıyor, adaylar tartışılıyor. Başkan Ali Koç tarafında belirsizlik vardı, nihayet yeniden aday olacağını açıkladı. Eleştirecek halimiz yok, onun kararı, saygı duyacağız.
Ekonomik anlamda kasayı sonuna kadar açan Başkan Ali Koç’u, 6 yıldır şampiyonluktan uzak kalması psikolojik olarak olumsuz etkiledi, hem de çok üzdü. Demem o ki, Koç’un içinde şampiyonluk bir ‘uhde’ olarak kaldı, bu yeniden
Fenerbahçe’nin bu sezonki fotoğrafı, gelecek yıllar ve bu oyunun tüm paydaşları adına ders niteliğindedir. Başarının temelini kim ne derse desin, ‘istikrar’ oluşturur. Tüm kurumlarda olduğu gibi futbolda da istikrarı yakalayamıyorsanız, başarı hayalden öteye gitmez, gidemez, tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi.
Başkan Ali Koç ve yönetiminin karnesine şöyle bir bakıyorum, devamlılık konusunda maalesef zayıf ötesi! Kızmak, darılmak yok. Başkan Koç, 6 yıllık süreçte teknik kadronun bir dediğini ikiletmemiş, şampiyonluk için kasayı sonuna kadar açmış, bu gerçek. Yerli, yabancı tam tamına 96 futbolcu transfer edilmiş. Yabancılara harcanan para ise 125 milyon euro civarında. Madalyonun diğer yüzünde ise teknik adam konusunda yaşanan enflasyon var! Phillip Cocu, Erwin Koeman, Ersun Yanal, Zeki Murat Göle, Tahir Karapınar, Erol Bulut, Emre Belözoğlu, Vitor Pereira, İsmail Kartal ve Jorge Jesus!!!
Konyaspor beraberliğinden sonra, “Sorumluluk bana ait” diyen İsmail Kartal’ın sözleri bu negatif tabloda başka bir gerçeği de ortaya
Beşiktaş’ı izlerken, ‘daha önce nerelerdeyiz?’ sorusu geldi aklıma! Şöyle ilk yarının istatistiklerine bakıyorum, topla oynama yüzde 67 Kartal lehine. Diyeceksiniz topla oynarsınız burada sıkıntı yok, ya üretim, ya gol? Valla, Kartal’ı uzun süredir böylesine agresif, sahanın her yerinde baskı yapan, üreten, kaçıran, direklere takılan bir pozisyonda izlemedim. Olawoyin’in erken golüne karşın pes etmeyen, pas trafiğini üst seviyeye taşıyan, sayısız fırsatlar üreten Kartal, fark yapacağı bu yarıda sadece Colley’in golüyle yetinmek zorunda kaldı.
Muçi, Semih, Ghezzal, Muleka ve Rashica ikinci yarıda Cenk Tosun rakip kaleyi yokladılar ama ya fileyi bulamadılar, ya da kaleci Tarık’ı geçemediler! Ghezzal bir boşluk buldu, solunu konuşturdu, top üst direkte patladı. Artı Semih’in VAR’dan dönen golünü de anımsatalım. Diyeceksiniz ki, Kartal aynı Kartal, niye bu kadar etkili oynadı? Uzun süredir sakat olan Salih faktörü ön plandaydı dünkü oyunda. Uçan’ın karnesinde şu ana kadar 8 asist ve 3 gol var.