Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye’de her büyük yıkımdan sonra kolektif bir refleks devreye giriyor: Yas, öfke, dayanışma ve nihayetinde unutma.

Oysa her seferinde hep bir ağızdan “unutmadık!” diye bağırıyoruz.

Büyük bir yalan!

Devlet yetkilileri, belediye başkanları, STK’lar, iş insanları, gazeteciler, hatta sokaktaki sıradan yurttaşlar olarak çok çabuk unutuyoruz.

Çünkü biz sorunlara köklü çözüm üretme konusunda ciddiyetsiz bir toplumuz.

Uzun vadeli iyileştirici yatırımlara tahammülümüz yok.

Türkiye’de felaketleri önlemeye yönelik yatırım yapmak, çöpe atılan para gibi görülüyor.

Haberin Devamı

Olası bir felakete karşı önlem almak yerine günü kurtarmaya, kısa vadeli kazançları garanti altına almaya çalışıyoruz.

Bu yüzden depremde yıkılan binaları yapan müteahhitlerin yeniden ihalelerde yer alması kimseyi şaşırtmıyor.

***

Sorunlarımızla yüzleşmek, temennilerle yetinmekten başka bir şey değil.

İş yapma ve çözüm üretme konusunda o kadar başarısız bir profil çiziyoruz ki, unutuşun konforuna teslim oluyoruz.

Prof. Dr. Naci Görür durumumuzu gayet güzel özetliyor:

Konferansa çağırıyorlar, etkinlik yapıyorlar, posterlerimi asıyorlar, alkışlıyorlar.

Sonra? Sonrası yok.

Sonrası şöyle var: Bir beton firması, “Kayseri’de deprem beklenmiyor!” sözlerini Naci Görür’ ün fotoğrafıyla reklam panosuna taşıyınca Naci Görür konuyu yargıya taşıdı.

Çünkü kimsenin gerçek anlamda çözüm üretmeye niyeti yok.

Belki de Türkiye’de deprem gerçeğini unutmamak için öncelikle kendimize yalan söylemeyi bırakmamız gerekiyor.

***

Halk, yönetimin ihmalkarlığını ve rant odaklı politikalarını eleştiriyor ama onlar da bireysel düzeyde aynı hatalar tekrarlıyor.

Çünkü halkın hafızasızlığı ekonomik nedenlerle…

Denetimsiz yapılarda yaşaması, dönüşüme direnmesi gidecek yerleri olmadığından.

Toplumlar, hayatta kalmak için unutmaya eğilimli olabilir ama bu unutuş, deprem gibi öngörülebilir ve önlenebilir bir felaketi, adeta intihar davetiyesine dönüştürüyor.

***

Hafızasızlık, krizleri yönetmenin bir yöntemi haline gelince felaketin mimarlarına hesap da soramıyoruz.

Peki, bu durumumuz ne zamana kadar böyle devam edecek?

Haberin Devamı

Yeni bir felakete kadarsa soru şu:

Yine mi umuda yatacağız, yoksa gerçekten harekete geçeceğiz mi?

Türkiye’de gazetecilik sadece felaketleri kayda geçirme mesleği mi olacak, yoksa bir gün gerçekten bir şeyleri değiştirebilir mi bilmiyorum.

Ama biliyorum ki, unutmamak, hatırlamak yetmez.

Eğer hiçbir şey değişmeyecekse, her felaketten sonra ‘unutmadık’ diye bağırmanın da bir anlamı yok.

***

Bakın 1990’lı yıllarda, Chicago Tribune’den John M. Crewdson adlı bir gazeteci, Amerika’da uçaklarda kalp krizi geçiren, kalbi duran ya da kalbin normal dışı atımının tekrar normal kalp ritmine dönmesini sağlayan defibrilatör aletinin neden olmadığını sorgulayan eleştirel bir makale yazdı.

Makale anında ciddiye alındı. Gazetede yayımlanmasından kısa bir süre sonra tüm havayolları şirketleri uçaklara defibrilatör taktı.

Öyle ki, Amerikan Airlines, defibrilatörleri kurduktan on yıl sonra, 80 kişinin hayatını kurtardığını bildirdi.

***

Peki, biz yazmıyor muyuz, araştırmıyor muyuz?

Haberin Devamı

Türkiye’de de gazeteciler sorun yumağı haline gelen hemen her konuyu araştırdılar, yazdılar, uyardılar, önerilerde bulundular. Olası yıkımları, felaketleri defalarca gündeme getirdiler, getirmeye de devam ediyorlar ama nafile.

Çünkü bizdeki asıl mesele, olası felaketlerin, tehlikelerin, hataların, yanlışların, eksiklerin tespitinde değil, yok sayılmasında.

Ta ki bir sonraki yıkıma kadar…

Elbette hiçbirimizin temennisi bu yönde değil.

Dolayısıyla önceliğimiz işin ciddiyetine varabilmek olmalı.