Türkiye zor günler geçiriyor... Çatışmalar, operasyonlar, patlayan bombalar, giderek artan terör eylemleriyle...
Antalya’da, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Konrad Adenauer Stiftung ile ortaklaşa düzenlediği meslek içi eğitim seminerinde meslektaşlarımızla gazeteciliği konuşuyoruz; medyanın dili, şiddeti, barış gazeteciliği, terör ve çatışma bölgelerinde gazetecilerin yaşadığı travmalar üzerine... Cemiyet Başkanı Turgay Olcayto’nun, “Demokrasi farklı görüşlere tahammül rejimidir” dediği sırada, ajanslar Ankara’dan sonra İstanbul’un göbeğinde patlayan bir canlı bomba haberi geçiyor...
Medya yine aynı hataya düşüyor: İnternet haber siteleri anında dehşet verici görüntüleri yayımlıyor. Etrafa saçılmış ceset parçaları, kopan kollar, bacaklar...
Terörün istediği de bu. Terör manşet olmak ister, korkutmak ister, toplumda yarattığı panikten, kaos ortamından beslenerek büyümeyi hedefler.
Yasak çözüm değil
Dönüp dolaşıp aynı sorular ve sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz...
Terör eylemlerinden hemen sonra yayın yasağı, Twitter ve Facebook’a erişimin engellenmesi doğru mu? Terör haberlerini hiç mi vermemeliyiz? Ya da vermek gerekiyorsa nasıl vermeliyiz?
Terör örgütlerinin amaçlarına hizmet etmemek için terör haberlerini vermezseniz okur “niçin gerçekleri saklıyorsunuz?” diyor. Terör haberlerini verdiğinizde ise ya ‘terörün maşası olmayın” diyerek tepki gösteriliyor, ya da yayın yasağı getiriyor. Basın ikiye ayrılıyor. Bir medya organının gördüğünü, diğeri görmemezliğe geliyor...
O halde ne yapmalıyız?
Haber nasıl verilmeli?
Birincisi; terör haberlerini yasaklayarak terörün önüne geçemezsiniz. Ancak medyanın terör haberlerinin nasıl verilmesi gerektiği, dilin ve görüntülerin nasıl kullanacağı konusunda konsorsiyum sağlaması gerekir. Paris’i sarsan bombalama eylemleri Fransız medyasının belli bir sorumluluk içerisinde hareket etmelerini nasıl kaçınılmaz hale getirdiyse, her gün bir terör olayıyla sarsılan Türkiye medyası da bu sorumluluk duygusuyla hareket etmek zorundadır.
İkincisi; İnsanlarda öfke ve nefreti harekete geçiren ifadelerden kaçınmak gerekiyor. Kamuoyunu galeyana getiren başlıklardan, terörün yok ettiği dramatik insan hikâyelerinden, geride kalanların gözyaşlarını birinci sayfaya taşımaktan kaçınmalı. İletişim bilimcilere göre; bu sadece insana üzüntü ve keder vermiyor, nefreti, öfkeyi ve ayrışmayı da tetikliyor. Barışa değil çatışmaya hizmet ediyor.
Üçüncüsü; Terör olaylarını verirken kamuoyunda, panik, travma, korku yaratacak detaylara yer verilmemelidir. Cesetlerin başında ya da cenaze törenlerinde acıyla haykıran, ağlayan terör kurbanı yakınlarının, çocuklarının fotoğraf ve görüntülerini kullanmaktan kaçınmalıyız. Cenazelerin siyasetin, etnik ya da dini grupların bir takım oluşumların bir gösterisi haline dönüşmesine izin verilmemelidir.
Birlik bütünlük dili
Dördüncüsü; Terörü savunan, öfkeyle, kinle nefretle ırkçılık, etnik ya da dini ayrımcılık yapanların görüşlerine yer verilmemesine özen gösterilmeli. Bu tür yaklaşımların ülkedeki kutuplaşma ve ayrışmayı derinleştirdiği gerçeği unutulmamalıdır. Medya terörün ve çatışmaların tarafı olamaz.
Beşincisi; Terörün sona erdirilmesi konusunda güvenlik güçleri ve diğer yetkili makamlarla karşılıklı anlayış, bilgi paylaşımı ve işbirliği etik kurallar çerçevesinde gerçekleştirilmeli. Teröre karşı barışı, sorunu derinleştirmek yerine çözüm önerilerini, suçlamak yerine terörle mücadelede neyi eksik yaptığımızı, mevcut pozisyonuna karşı olası önemleri sorgulamalıyız.