Medya araştırmaları; insanların her zamankinden daha dağınık, yorgun ve akıllı telefonların esiri olduğunu ortaya koyuyor.
Columbia Üniversitesi’nin araştırmasından yola çıkarak son 10 yılda insanın teknolojiyle ilişkisini Axios’un kurucu ortağı Jim VandeHei ve medya raportörü Sara Fischer kaleme aldı.
Üzerinde düşünülmesi gereken en belirgin saptamaları ise; günlerimizi kaydırma, tıklama, silmeyle geçiriyor ama yeterince bilgilenemiyor oluşumuz üzerine.
Çarpıcı bilgiler
Araştırmaya göre; Chartbeat’in 1.2 milyar sayfası görüntüleniyor, Google’da milyarlarca arama yapılıyor, YouTube’da 13.8 milyar saatlik video paylaşılıyor, Facebook Messenger üzerinden 13 milyon sesli / görüntülü video görüşmeleri yapılıyor, WhatsApp üzerinden 50 milyar mesaj atılıyor, Twitter’a 500 milyon tweet atılıyor.
“Artık gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor” diyerek araştırmaya yönelik analizler ise son derece çarpıcı bilgiler içeriyor: “Beyinlerimiz artık bataklığa dönüşmüş ve yeniden programlanmış durumda. Her ne kadar araştırmalar, bizlerin akıllı telefonlarımızı günde en az 50 kez kontrol ettiğimizi söylese de, gerçeğin bunun üç katı olduğunu biliyoruz.
Dijital medya üzerinde yaklaşık altı saat harcıyoruz. Sonuç olarak insanların dikkatini yoğunlaştırabildiği süre, 2000 yılından bu yana 12 saniyeden 8 saniyeye indi. Balıklarınki bile 9 saniye... Ve artık bizler, gayri ihtiyari pek çok bilgiyi okumadan hatta kontrol bile etmeden geçiveriyoruz.”
Columbia Üniversitesi sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımların yüzde 60’ının hiç tıklanmadığını saptamış.
Güven sorunu var
Bu paradigma, yayıncıların iş modellerini çökertip mümkün olan en fazla “tık”ı almak, daha fazla erişim sağlamak adına gereksiz şirketlerle farklı oluşumlara gitmelerine de neden oluyor.
Oysa sosyal medyanın güvenilirliği yok. Amerikalı yetişkinlerin yüzde 62’si haberleri sosyal medyadan izlerken, yüzde 68’i burada gördüğü, okuduğu haberlere güvenmiyor. Ayrıca yalan haberlerin giderek manipülasyon için kullanılmaya başladığını da üzülerek görmek mümkün. Nitekim geçen yıl yapılan analizlere göre; Facebook üzerinden yayılan manipülasyon amaçlı, “yapma” yani “sahte” seçim haberlerinin sayısı, 19 belli başlı medya kuruluşunun yaptıklarından daha fazla.
Araştırma sonuçlarına göre bu durum, elbette bir muamma yaratıyor ve neredeyse her yeni trend, kötüye doğru evrilen bir sonuç doğuruyor, iyiye doğru değil. Bazı yayımcılar, kaliteli içerik konusunda hassas davranıyor. Diğerleriyse, ciddi haber ve bilgi yaratımı konusunda hızlı hareket etmeye çalışıyor. Ancak burada bütün sorumluluk, bireysel tüketicilerin sırtına yüklenecek gibi görünüyor. Sonuçta; enformasyonun altın çağında herkes kendi alışkanlıklarına en uygun mecrayı seçmek zorunda kalacak.
Bir övgü bir eleştiri
Artık okullarda öğrencilerin sağlıkla ilgili fiziksel uygunluk karnesi olacak. Öğrencilerin boy, kilo gibi ölçümleri alınacak, veliler bilgilendirilecek. “Kilosu fazla”, “Aşırı zayıf”, “Diyetisyene görünmesi lazım” gibi değerlendirmeler yapılacak. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni bir uygulaması; gelecekte sağlıklı bir nesil yetiştirilmesinin önemine vurgu yapması ve toplumsal bilinç oluşturması açısından değerlendirilmesi medya takipçiliğinin de önemini ortaya koyacak.
Halkın terör olaylarına yönelik tepkisi, öfkesi son derece anlaşılır bir duruma işaret eder. Ancak medya terör haberlerini verirken diline ve üslubuna dikkat etmek zorunda. Halkları birbirine düşman eden, hedef gösteren ifadelere yer vermemelidir. Şırnak’ın İdil ilçesinde çıkan çatışmada dokuz teröristin öldürülmesini “Asker bomba yağdırdı, çok sayıda leş var” ifadeleriyle vermek toplumu ayrıştırmak ve bölmekten öteye gitmez. “Leş” gibi ifadeler nefret söylemidir.
Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan acıları görmemek, yok saymak evrensel değerler üzerinden yol alan medyanın en çok sorgulandığı alanı oluşturuyor. Dolayısıyla felaketlerin ve acının coğrafyası olmaz. İran’ın kuzeyinde, Gülistan eyaletinde bir kömür madeninde meydana gelen büyük bir patlama sonrası toprak altında kalan onlarca madencinin hayatını yitirmesi gibi. Bu felaketten geriye kalan fotoğraflar bize yabancı değil. Kaç çocuğun yetim kaldığını, madenci eşlerinin ağıtlarını, babasız doğan bebekleri, karnelerini babalarına göstermek için mezarlıkta bekleyen bisikletsiz çocukları... Bu büyük yıkımı bir fotoğrafla anlatmak mümkün çünkü biz bu acıyı biliyoruz, hepsini tanıyoruz.