Türkiye’de siyaset kendi fikrini ve düşüncesini savunanı, yazarak çizerek muhalefet edeni hemen her dönemde tehdit etti. Gazetelerin basıldığı, kapatıldığı, gazetecilerin gözaltına alındığı, dövüldüğü, öldürüldüğü dönemlerden hep beraber geçtik. Saldırganlar yargı karşısına çıkartılsa da siyaset yapma kültürümüz bunları her zaman dokunulmaz kıldı, korudu. Gazetecileri korkutan, susturan, sindiren, hizaya sokan bir zihniyetin, bugün tetikçilerde vücut bulmuş haline yine tanıklık ediyoruz.
Faili meçhuller
Bu tür oluşumlar siyasetin ideolojik duruşuna göre varlığını hâlâ sürdürüyor olabilir mi? Öyle olmalı. Yoksa bugün hâlâ gazetelere saldıran, gazetecileri döven, çatışma bölgelerinde görevini yapmaya çalışan gazetecileri gözaltına alarak işini yapamaz hale getiren ‘faili belli’ oluşumları nasıl açıklayacağız.
Parmağını uzatarak gazetecileri sürekli hedef gösteren siyasetçilerin bir dönem cinayetlere ve katliamlara uzanan yolda oynadığı ‘rolü’ biliyoruz. Ama şunu da unutmamamız gerekiyor: Sabahattin Ali’den, Abdi İpekçi’ye, Ümit Kaftancıoğlu’ndan Musa Anter’e, Uğur Mumcu’dan Hrand Dink’e uzanan gazeteci cinayetlerine sadece siyasetçilerin değil, basının da ‘tek başına’ nasıl katkı sağladığını gözden kaçırmamamız gerekiyor.
Hedef gösterildi
Düşünce ve vicdan özgürlüğünü sınırlayan, nefret ve düşmanlığı körükleyen, düşünce ve inancı ayrıştıran, farklılığı hedef gösteren habercilik anlayışını sorgulamadığımız ve bununla yüzleşmediğimiz sürece, gazetecilerin cinayetlerle şiddetle yeniden karşı karşıya kalma olasılığı da o kadar yüksek olacak...
Son olarak Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan açıkça hedef gösterildi, ölüm tehditleri aldı, talep etmesine rağmen koruma verilmedi ve sonuçta saldırıya uğradı. Bu bir haberdir. Milliyet gazetesi de bu habere birinci sayfasından yer vermiş, olayı kınamış, iddiaları, gelişmeleri ve siyasetçilerin konuya ilişkin açıklamalarını okurlarımızla paylaşmıştır.
Buna karşın okurumuz Ahmet Karaçayır şöyle diyor: “Yıllardır Milliyet okuruyum. Ne zaman bir olay olsa tarafların birbirleriyle ilgili iddialarına bütün soğukkanlılığınızla tarafsızca yer verdiğinizi de biliyorum. Doğrusu da budur diye düşünüyorum. Ancak Ahmet Hakan’ın saldırıya uğraması olayında faillerin şaka yapar gibi ‘trafik tartışması’ yaşandığı iddiasına hem birinci sayfanızdan hem de haberin spotunda yer vermenizi anlamakta zorlandım. Çünkü günlerdir bu tür bir saldırı olacağı zaten belli değil miydi?”
Haksız bir eleştiri
Haber okurumuzun belirttiği gibi sadece saldırganların iddiaları üzerinden kurgulanmamış. Dolayısıyla haksız bir eleştiri... Milliyet zaten haberi birinci sayfadan ‘Organize saldırı’ olarak görüyor. Daha da önemlisi saldırganların iddia ettiği trafik tartışması ‘inandırıcı bulunmadığı’ için organize şubeye götürüldüğü bilgisini de yer veriliyor.
Hiçbir şiddet eyleminin gerekçesi olamaz. Ama saldırıya uğrayan kadar saldıranın da iddiaları yazılmalıdır. Burada asıl önemli olan şey son derece isabetli atılan ‘organize saldırı’ başlığının derinliğidir.
Takipçisi olacağız
Bilgi dediğimiz şey sizi rahatsız edebilir, düşündürebilir ama bir gazete patronunun kardeşine 18 kurşun sıkıp, bir başka gazetenin köşe yazarına döverek şiddet uygulamak, Goethe’nin dediği gibi dünyanın en tehlikeli halidir. Cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir...
Tam da bu nedenle meslektaşlarını ve bir gazetenin patronunu tehditkâr bir dille gündeme getiren, köşesinden gazetecileri sürekli tehdit eden bir ‘gazetecinin’ savcılık tarafından ifadesinin alınması şimdilik önemli bir gelişmedir ve bunun takipçisi olmalıyız.