Son dönemde dünyanın her yerinde dijital devrimin bir sonucu olarak satış ve reklam gelirlerinde görülen düşüş karşısında medya kuruluşları kaliteyi ve bağımsızlıklarını kaybetmek pahasına ya el değiştiriyor ya çalışanlarını işten çıkartıyor ya da kapanıyor. Paris Siyasal Araştırmalar Enstitüsü’nde öğretim görevlisi Julia Cagé, “Medyayı Kurtarmak” adlı kitabında dünya medyasının bu krizden yeni bir yapılandırmayla çıkabileceği görüşünde.
Ancak Julia Cagé, medya kuruluşlarının yaşadığı krizden çıkması için yollar önermeden önce, haberleşmeyi, bilgiyi (enformasyon) kimin ürettiğini, nasıl yayıldığını ve kim tarafından tüketildiğini iyi anlamamız gerektiğini belirtiyor ve soruyor: “Enformasyon kalitesi artıyor mu yoksa yanıltıcı bir bolluk ve haber değeri taşımayan haberler lehine bir düşüş mü yaşanıyor?”
Cagé’nin sözünü ettiği enformasyon, sadece bugün medya kuruluşları tarafından sunulduğu haliyle enformasyon değil, daha genel olarak, kültür endüstrisinin bütünü... Kamu yararına yönelik, kamusal değer olarak enformasyon. Dolayısıyla bu soruya yanıt verdiğimizde medya kuruluşlarının ekonomik modeli, piyasa ile devletin, kamu sektörü ile özel sektörün kesişiminde yeniden düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
Cagé önemli bir tespitte daha bulunuyor ve şöyle diyor: “Bilgi sektörünün ekonomiye katkısını tahmin etmek zordur. Bu, sadece kültürün katkısını değil, aynı zamanda başka alanların, bilhassa yükseköğretim ve araştırmanın oynadığı rolü de hesaba katmayı gerektirir.” Yani yükseköğretim kurumları ve araştırma merkezleri bilginin üretiminde ve aktarılmasında merkezi role sahip ancak medya kuruluşları da hitap ettikleri kitlenin önemi bakımından gayet dikkate değer bir sektör olmaya devam ediyor.
Modelin iki hedefi
Bu “işbirliği” içinde bir durum tespiti gerekiyor. Fransa örneği gibi. Fransa’da yükseköğretimde 2.4 milyon öğrencinin bölgesel günlük okuyucu sayısının üçte birine denk gelmesi, opera izleyicisinin Monde’un sitesini ziyaret edenlerin sayısından yaklaşık altı kat düşük olması gibi. Aynı tespitleri Türkiye’de, diğer Avrupa ülkelerinde ve ABD’de de yapmak mümkün. Cagé’ye göre; medya kuruluşlarının, özellikle de basının yaşadığı tüm paradoks buradan kaynaklanıyor.
Peki ne yapmak gerekiyor? Murat Erşen’in Fransızcadan çevirdiği kitap krize karşı vakıf statüsünün pek çok avantajı olduğunu kabul etse de, hatta bundan ilham alsa da daha ileri gidip medya kuruluşları için yeni bir model yaratmayı önermektedir: Bu model, vakıf ile anonim şirket arasında bir yerde “kâr amacı gütmeyen medya ortaklığı” modeli.
Modelin iki hedefi vardır. Bir yandan (avantajlı vergi tedbirleri yoluyla), medya kuruluşlarına sermaye katkısını kolaylaştırmak ve tahsisleri geri dönüşsüz olacak şekilde bu sermayeleri güvence altına almak. Öte yandan (ki bunu vergi avantajlarının karşılığı olarak görmek mümkün) okuyuculardan ve ücretlilerden oluşan derneklere yeni bir yer veren ve crowdfunding’e elverişli bir hukuk ve vergi çerçevesi sunan kısıtlayıcı statülerin akdedilmesiyle dışarıdaki hissedarların karar yetkisini sınırlamak.
Bir övgü bir yergi
Medya ve sosyal medyadaki şüpheli haberleri araştırmak ve internet kullanıcılarına doğrulanmış bilgiyi ulaştırmak için teyit.org sitesi kuruldu. Bir nevi bağımsız medya ombudsmanlığı yapıyorlar. Son altı ayda 4 bin 534 ihbar aldılar. Yüzde 18.2’si sonuçlandı. Yüzde 19.3’ü arşive alındı, yüzde 62.5’i ise yeterli veriye ulaşılamadığı ya da veriler güvenilir olmadığı için sonuçlandırılamadı. Çarpıtılmış, saptırılmış, haberlerin peşine düşmek! Bundan daha iyi bir haber olabilir mi?
Kilis’te bir kadın kocasının ağır şiddetine maruz kaldı. Medya eşinin dişlerini söken, başına levyeyle vuran, çene, bilek ve kolunda kırıklar olan şuuru kapalı bir kadının haberini “Suriyeli koca...” başlığıyla verdi. Birincisi, şiddetin etnik kimliği olmaz. Bunu öne çıkarmak ırkçılıktır. İkincisi, dosyanın içeriğini bilmemekle birlikte, düşünce suçundan bunca insanı tutuklu yargılayan adaletin böyle ağır işkence yapan bir kişiyi nasıl serbest bırakıldığı sorgulanmalıydı.
Dünyanın her yerinde eserleri tahrip eden insanlar var. Bu kez Kopenhag’daki Küçük Deniz Kızı heykeli vandallar tarafından boyandı. 1913’te bronz ve granitten yapılan heykel Hans Christian Andersen’in “Küçük Deniz Kızı” masalından esinlenmiş. Heykel birkaç kere şiddet kurbanı olmuş. İki kere başını kaybetmiş, bir kere kolunu kesmişler ve sayısız defa üstüne boya dökülmüş. Her defasında Kopenhag Limanı’na gelen gezginlere elveda demesi için kurtarılmış ve yeniden yapılmış.