Bir gazeteci için, bir davadan çıkan karar yığınla soruyu arkasında bırakıyorsa o dava bitmemiş demektir. Almanya’daki “NSU davası” böyle bir dava.
Beş yıldır dünya medyasının gündeminde olan dava karara bağlandı: 8’i Türkiyeli 10 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Neo-Nazi terör örgütü (NSU) üyesi Beate Zschaepe’ye ömür boyu hapis cezası vererek… Oysa dava dosyası bu kadar basit değil. Dosya; Neo-Nazi terör örgütünün 2000 ile 2007 yılları arasında işlediği 10 cinayet, 24 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan üç bombalı saldırı ve 15 banka soygununu kapsıyor. Buna karşın çıkan “göstermelik” karar, demokrasinin beşiği olarak tanımlanan ülkelerde ırkçılıkla beslenen yabancı düşmanlığının geldiği nokta açısından da oldukça düşündürücü.
Davanın arkasındaki o derin yapı aydınlatılmadı, gerçek sorumlular yok sayıldı; neo-Nazilerin işlediği onlarca cinayette polisin ihmal kasıt ve görevi kötüye kullanıp kullanmadığı sorgulanmadı. Mahkeme davanın gidişatını değiştirecek belgelerin, dosyaların, delillerin yok olmasından istihbaratın sorumlu olduğu yönündeki iddiaları bile yok saydı. Öyle ki; bir ara katil diye mağdurlar sorgulandı. Türkiye medyası duruşmalara alınmadı. Bu şu demektir: Benzer ırkçı eylemlerin, nefret suçlarının ya da yabancı düşmanlığının önü açılmıştır. Çünkü artık biliyoruz ki; bir davanın gerçek anlamda soruşturulmaması, bu tür örgütsel yapılanmalar içerisinde yer alan ya da onlara sempati duyanları her zaman cesaretlendirmiş, şiddet eylemlerini sürdürmelerine neden olmuştur. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Bu dava bitti mi?
O halde şöyle soralım: Araştırmacı bir gazeteci için “NSU davası”ndan karar çıkmamış aksine kapatılmış olabilir mi? Dolayısıyla kararda tek bir sanığa değil, beşine de müebbet çıksa, bu sonuç derin yapılanmanın açığa çıkartılmamış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla dünya medyası şu soruların yanıtını bulmak zorunda:
- Avrupa’da aşırı sağ ve ırkçılık politikaları korkutan bir hızla popülerlik kazanırken, Almanya’da ırkçı bir davadan çıkan karar siyasi midir?
- Kurumsal ırkçılığın olmadığını düşünüyorsa mahkeme, o halde polisin ve istihbaratın sorgulanmasını gerektirecek kayıp dosyaları neden sormadı? Bir devletin ırkçı yapılanmalardan ne gibi bir menfaati olabilir?
- Neo-Nazilerin işlediği onlarca cinayeti yok sayan Alman polisinin mağdurlardan katil yaratmaya çalışmasının ve mağdurlar arasında yarattığı travma ve yarattığı algının hukuki bir yaptırımı olmuş mudur?
- Duruşmaların başından beri ya yabancı düşmanlığı üzerinden bir algı yaratarak sorunun asıl kaynağını görmek istemeyen Alman medyasının bir bölümü için bu cinayetler hâlâ “psikopat” ruhlu birkaç kişinin işlediği cinayetler olarak mı kalacak?
- Davanın başından beri imha edilen dosyalarda ne vardı? “NSU terör örgütünün devlet kurumlarınca kurulup desteklendiğini kanıtlayan belgeler” olduğu yönündeki iddialara neden sessiz kalındı?
Evet, bu dava bitmedi. Ama bir davaya ilişkin haber, sorulara yanıt içermiyorsa anlamsız bir şekilde de sürdürülmemelidir. Çünkü medyanın da ırkçılık, nefret suçu ya da yabancı düşmanlığını haberleştirirken sorunlu bir dil kullandığı bir gerçek. NSU davasının “Dönerci cinayeti” ile başlayıp, “Nazi gelini” gibi başlıklarla sürdürülmesi bunun en iyi örneği. Oysa yabancılara yönelik yaratılan nefret algısı, bu tür davaları nasıl haberleştirdiğinize, kamuoyuna sunuş biçimiyle de ilgilidir. Haliyle davanın ibresi nefret ve ırkçılık sarmalında gidip gelirken onu üreten derin yapılanmalar giderek kimsenin dokunamayacağı kurumsal bir yapıya dönüşüyor. Bu da demektir ki, bu davadan çıkan karardan hepimiz sorumluyuz!…
BİR OKUR BİR YERGİ
Bir televizyon kanalında yaptığı programla tartışılan ve kamuoyunda Adnan Hoca ismiyle bilinen Adnan Oktar’ın 200 destekçisi ile gözaltına alınması medyada geniş yer buldu. İsmini vermeyen bir okurumuz adaletin gecikmesini ve bir suç örgütünü bugüne kadar görmeyen medyayı eleştirirken şöyle diyor: “Bazen bir suç örgütü gözünüzün önünde büyür, parayı, gücü kullanarak dokunulmaz bir hale gelir ve siz işlenen suçların sadece izleyicisi durumuna düşersiniz. Basının en büyük ayıplarından biri bu şahıs hakkındaki iddiaları, şikâyetleri, ihbarları neredeyse 20 yıldır yok saymasıdır. Peki, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada hakkındaki suçlamaları biliyor musunuz? Çocukların cinsel istismarı, cinsel saldırı, reşit olmayanla cinsel ilişki, çocuğun kaçırılması veya alıkonulması cinsel taciz, şantaj, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, siyasi ve askeri casusluk, dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, nitelikli dolandırıcılık, rüşvet, eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi, eziyet, kişisel verilerin kaydedilmesi, siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin engellenmesine dair kanuna muhalefet”. Okurumuz haklı. Bunca ağır iddia bir günde ortaya çıkmadı. Ancak Milliyet‘in arşivlerine girdiğimizde bu konuda yazılmış haberlerimize rastlamak mümkün. Dolayısıyla medyanın bir bölümü bu iddiaları değerlendirmemiş değildir.
HAFTANIN FOTOĞRAFI
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da yaşanan en büyük insanlık trajedisi olarak nitelendirilen, en az 8 bin 372 Boşnak sivilin katledildiği Srebrenitsa Soykırımı’nın 23. yılı. Tarihi anmak, hatırlamak ve hatırlatmak, öç almak için değil, aksine bir daha yaşanmasın diye. ÜNAL ÇAM
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024