Ankara’daki barış mitingine yapılan bombalı saldırıda hayatını kaybeden insanların hikâyelerine medya geniş yer verdi. Kızını, oğlunu, kocasını, karısını, torununu kaybeden insanlarla konuştu ve hemen her birinin parçalanan ‘gelecek’ umudu gazetelerin satır aralarında kaldı.
Türkiye’de sivil halkın yaşam hakkının korunmasını, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını, şiddetten ve baskıdan arınmış seçimlerin demokratik bir ortamda yapılmasını talep eden ve aralarında hukukçuların da olduğu okurlarımız söz konusu katliamla ilgili soruşturmada gizlilik kararı alınmasına tepkili.
Bir katliama ilişkin soruşturmanın güvenliğini gerekçe göstererek katliama ilişkin soruşturmanın akıbetini bilmemek, kamuoyunu olası terör eylemlerine karşı insanları endişeye sevk ediyor:
“Bu ülkede terör her zaman oldu. Yarın terör yüzünden bizim de gerçekleştiremediğimiz hayallerimizi mi yazacaksınız? Peki, ama basının görevi bununla mı sınırlıdır. Bu terörün organize bir iş olup olmadığını, arkasında kimlerin bulunduğunu, hangi amaca hizmet ettiğini bile yazamayacak mısınız?” diye soruyorlar.
Yasak çözüm değil
Öyle görünüyor. Yazamayacağız. Soruşturmaya yönelik kısıtlama kararına göre; avukatlar bile dosyadan bazı istisnalar dışında bilgi, belge alamayacaklar. Oysa katliamı yapanlarla ilgili devletin elinde olaydan üç gün önce kendilerine gelen bir ihbar varken, isimler belliyken, fotoğrafları ellerindeyken, ellerinde biri hakkında arama varken soruşturmanın mağdur/ müşteki/ maktul yakınlarından uzaklaştırılması saldırıyı gerçekleştirenlerin amacına hizmet etmekten başka bir anlam taşımayacaktır.
Hrant Dink cinayeti de böyle göz göre göre gelmedi mi? Bunları yazdığımız için o dönemde bizi yargılayan yargı, o dönemde soruşturulmasına dahi izin vermediği devlet görevlilerini sekiz yıl sonra bugün yargılıyor. Terörü bu yasaklarla engelleyemeyiz. Tıpkı Suruç ve Diyarbakır’daki patlamalara ilişkin soruşturmalara yasak getirerek Ankara’daki patlamayı engellemediğimiz gibi.
CEZA HUKUKUNUN BUMERANGI
Sosyal medyada birbirlerini sürekli olarak diğerlerine karşı kışkırtan, aşağılayan, ırkçı, ayrımcı ve sonuçları itibarıyla şiddete ve hukuksal yaptırıma dönük söylemlerdeki tırmanış var. Çağdaş Hukukçular Derneği Ankara katliamından sonra sosyal medyada ırkçı ve nefret içerikli söylem içeren iletileri ekran profillerinin fotoğrafını da çekerek kendilerine iletilmesini istedi. Oysa İfade özgürlüğü, ifade edilmesinden hoşlanmadığınız fikirleri de kapsar.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr Öykü Didem Aydın’a göre; şiddet içeren nefret suçları bir tarafa, “nefret söylemi” adı altında ifade özgürlüğünün bastırılmasına, “nefret” saydığınız her konuda savcılıklara ihbarda bulunmaya karşı son derece ihtiyatlı olmamız gerekiyor.
Aydın şöyle devam ediyor:
İnsan haklarına saygı
“Çünkü bu çok kaygan bir zemin. Bu araç, ceza hukukunun bumerangıdır. Bir gün döner, gayet meşru açıklamada bulunduğunu sanan ve yeri geldiğinde örneğin bir siyasetçiyi eleştirdiğini sananları da vurur. Birbirimizin ağzını büzmekle vakit kaybetmek yerine, gözlerimizin önündeki ‘şiddet’e dur diyebilmemiz gerekir.
Nefret yoğun öfkeye, öfke eyleme dönüşebilir ama nefret, kaynağında kaldığı noktada suç değildir. Bunu dışarı taşırmanın suç olması çok sınırlı koşul ve ölçütler içinde mümkün olabilmeli. Yeri geliyor, şiddet propagandasını bile serbest bırakalım diyoruz. Çünkü söz, şiddetin kendisi değil. Çünkü söz, ‘nisbi zarar’ verir, ‘mutlak zarar’ vermez. Çünkü söz, yeterince keskin ve cüretkar olabildiği zaman demokratik hayatın güvencesidir.
Türkiye’de ‘etik’e aykırı eylemlerle suç oluşturan eylemler birbirinden ayrılmıyor. Sivil toplum örgütleri bile hemen cezalandırma, ‘hapislerde süründürme’ peşinde. Oysa sivil toplum karşıtları da onun peşinde! Her türlü eylemin kınanmasını her koşulda ve ‘ölçütsüz’ olarak hukuka, hele hele ceza hukukuna havale etmek toplumsal bir aczin ifadesidir. İçimizden nefreti söküp atmak ve barışçıl bir toplumsal ortam yaratmak yolunda, ‘herkesin, her yerde, her zaman’ insan haklarına saygılı bir sivil topluma olan ihtiyacımız, cumhuriyet savcılarına olan ihtiyacımızdan fazladır...”