Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bize öğretilen şudur; “Gazeteci taraf tutmaz”
Gerçek biraz daha farklıdır. Gazeteciler de taraftır. Ancak bu bir siyasi parti veya kişilerden yana taraf olma hali değildir. Gazeteci, siyasi iktidarın ya da muhalefetin kendisinin değil, mevcut ya da olası politikalarının ‘demokrasi ve hukuk devletinde’ doğuracağı sonuçlar itibariyle ancak meselenin tarafı olabilir.
Buna karşın meslek etiğine uygun olmayan durumlarda yok değil. Basının bir süredir gerilimli ve çatışmacı bir üslupla sürdürdüğü, komplo iddiaları üzerinden şekillenen gerçeklik algısı, ve tarihinin en gergin kampanyası doğal olarak dün seçim sandıklarına da yansıdı.
Türkiye’de medya nefret söylemlerinin uzun dönemli etkilerini ve sonuçlarını göz ardı eden, toplumun çatışmalardan nasıl etkilendiğini sorgulamayan ve hatta giderek çatışmanın yeniden üretilmesine hizmet eden bir “güce” mi dönüştü?

Haberin Devamı
GAZETECİ TARAF  TUTAR MI

Özellikle sosyal medyanın bu çatışmacı ortamda iyi sınav vermediği artık bilinen bir gerçek... Küfürlerin, ağır hakaretlerin, hatta tehditlerin havada uçuştuğu sosyal medya karşısında, yazılı ve görsel medyanın soğukkanlılığını yitirmemesi, bu kutuplaşmayı daha da derinleştirmemesi açısından önemli
Tam da bu nedenle; Milliyet gazetesinin son birkaç aydır seçim haberlerini sunuş biçimi ve sandığa giden partilere eşit mesafede duruşu okurlarımızın da dikkatinden kaçmadı.
Sadullah Çıplak gönderdiği açıklamada kısaca şöyle diyor: “... sosyal medya sitelerinde bazı meslektaşlarınızın şiddeti, nefreti ve düşmanlığı kurcalayan haberlerle birbirlerine nasıl hakaret ettiklerini, nasıl gündem yarattıklarını gördükçe dehşete kapılıyorum. Gazeteci böyle açıkça seçime taraf olur mu? Bir partinin neferi gibi davranır mı? Fakat buna karşın belirtmeden geçemeyeceğim. Milliyet’in özellikle son birkaç aydır gerek AK Parti iktidarına gerekse muhalefetin sesine eşit mesafede durmasını, herkese söz hakkı tanımasını, sadece iç sayfalarınızda değil, birinci sayfadan hepsine yer açmasını takdirle izliyorum. İyi ki varsınız. Bu kavgacı ortamda tarafsız ve dürüst gazeteciliğiniz elbet hatırlanacaktır.”
Sonuç itibariyle; gazeteyle okuru buluşturan yol bellidir: Medya sadece iktidar odaklı habercilik ya da etrafa saçılan kasetler ve komplo teorileri üzerinden oluşan algıyla okuru kazanamaz. Demokrasi ve barıştan yana bir hukuk devleti için toplumsal bir bilinç yaratmak taraftar olmanın değil, sorumlu gazeteciliğin bir gereğidir.

MAĞDUR KADIN HEP MAĞDUR!

Kadın odaklı habercilikte eşitlikçi yaklaşım; kadınların yaşadığı mağduriyete gerekçe üretmeden, doğal bir insanlık durumu olarak yansıtmayı gerektirir.
Ancak kadınlara yönelik şiddetin boyutu cinayetle de sonuçlansa sonuç hiç öyle olmuyor. İşte bütün özensizliğiyle yine sayfalarda yerini bulan iki kadın haberi...
Birini Deniz Sertkaya adlı okurumuz hatırlatıyor: “Geçtiğimiz günlerde “Boşanmak isteyen eşini bıçakladı” başlıklı haberiniz oldukça tuhaftı. Çünkü başlıkta ‘bıçakladı’ diyorsunuz ama haberde kadın bıçaklanmakla kalmamış ölmüş. Yani bıçaklanması mı önemli ölmesi mi? İkincisi haberin içerisinde adam zaten ayrı yaşadığı karısıyla boşanmak istediği için değil, çalışmasını istemediği için tartışmış. Dokuz yıldır evli olan üç çocuk sahibi işsiz bir adam karısı çalışıyor diye öldürüyorsa bu hakikaten vahim bir haberdir. Bunu böyle geçiştirmeniz hoş olmamış” diyor.

‘Kimlik niye gizli?’
İsmini vermeyen bir başka okurumuzda “Kıskanç kocadan 5 kurşun” başlıklı haberimize benzer eleştiriyi yöneltmekte. “Olayın faili belliyse öldürülen kişinin kimliğini açıkça verip öldüreni niye saklıyorsunuz? diye soruyor. Okurumuz haklı. Karısından şüphelenerek cinayet işleyen bir adamın kimliğini saklayıp, doğruluğu kanıtlanmamış bir şüphe yüzünden öldürülen evli iki çocuk babası bir adamın kimliğini açıklamak etik değil. Bu tür olaylarda ailelerin yaşadığı travmaları da dikkate almak, haberin geride kalanlar açısından, özellikle çocukların ruh sağlığını bozacak sonuçlar doğurmamasına da dikkat etmek gerekiyor.

‘Bulmaca gibi haber!’
Antalya’da 170 kişinin yargılandığı Gezi davasında, kimlik tespiti sırasında sanıklara dini inanışlarına ilişkin soru sorulması, iki sanığın inancını ‘Deizm’ olarak değiştirmesi, avukatların yasada dini inanış sorulacağına yönelik bir durum olmadığı yönündeki itirazı üzerine mahkemenin bu soruyu sormaktan vazgeçmesi Milliyet gazetesinde “Din sorusunda geri adım” başlığıyla yer buldu. Ata Zengin adlı okurumuz habere yönelik eleştirisini esprili bir şekilde bizimle paylaşıyor:: “Her şeyi bilmeyebiliriz ama gazete okurken yanımızda sözlük de taşımayabiliriz. Bulunduğum Cafe’de on kişiye sordum biri Deizm nedir? Bilmedi. Takıntı yapınca bir sözlük bulduk ve Deizm’in hiçbir aracı olmaksızın sadece akıl yoluyla kavranabilecek yalın bir Tanrı inancı olduğunu öğrendik. Bulmaca çözer gibi haber okuduk, sağolun sayenizde çok eğlendik.”