Doç. Elif Küçük Durur’un araştırması, medyanın sağlık çalışanlarına yönelik şiddet haberlerini adi bir vaka gibi sunduğunu, kaynağını sorgulamayıp şiddeti meşrulaştırdığını ortaya koyuyor.
Son altı yılda sağlık çalışanlarına yönelik kayda geçen şiddet vakası sayısı 68 bin 375... Dikkate alınması gereken bir rakam. Peki, sorunun kaynağı nedir? Sağlık çalışanları ve çalışma koşullarındaki eksiklikler, hasta ve yakınlarının eğitimsizliği, sosyo-kültürel sebepler yanında medyadaki sağlık içerikli haberler de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin nedenleri arasında sayılabilir mi?
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Elif Küçük Durur “Medyada şiddetin bir başka yüzü: Doktora saldırı” başlıklı bir araştırmayla konuya ışık tutuyor. Gündelik suç olayları olarak haberleştirilen doktora saldırı haberlerinde çoğunlukla bu tür olaylara kaynaklık eden toplumsal ya da sistemsel sorunlara değinmekten ziyade yüzeysel bir şekilde olayın görünen yüzüne, şiddetin kendisine ve taraflarına (hatta bazen tek tarafına) odaklanıldığını hatırlatıyor. Başka ifadeyle, medya bu olayları kamusal bir sorun olmasına rağmen bireysel problemler olarak resmediyor.
Doç. Dr. Durur araştırmasında; son beş yıl içerisinde haber arşivlerinde yer alan toplam 235 “doktora yönelik saldırı” haberini, eleştirel söylem çözümlemesi yöntemiyle analiz ediyor. Söz konusu haberlere yönelik yapılan analizde, şiddetin bayağılaştırılması, gerekçelendirilerek meşrulaştırılması, şiddet fiiline yönelik şüphe uyandırılması ve şiddetin sürekliliğinin vurgulanması gibi başlıklar medyanın en çok dikkat etmesi gereken konular… Örneğin sağlık çalışanlarına yönelik şiddet haberlerinde özellikle, başlıklarda kullanılan “sopayla dövdü, saçından sürükledi, hastanelik etti” ya da “meydan dayağı, karnına tekme” gibi ifadelerle olaylar kamusal bağlamından koparılıp, adi bir vaka gibi sunularak bayağılaştırılıyor.
Mağduru bir kez daha mağdur ediyor
Doktorlara yönelik saldırı haberlerinde şiddet olayını gerekçelendiren “reçete yazmama, rapor vermeme, iğne yapmama, ölüm haberini verme” gibi ayrıntılar da şiddeti meşrulaştırıyor. Ya da saldırı fiilinin gerçekleşip gerçekleşmediğine yönelik bir belirsizlik oluşturan “iddia” gibi bir kelimenin seçilmiş olması bağlamında, mağdurun yalan söylemiş olabileceğine gönderme yapılıyor ve bu şekilde şiddet mağduru bir kez daha mağdurlaştırılıyor. Şiddetin sürekliliğinin vurgulanması ise “doktora şiddete devam, yine doktora saldırı, bir doktor daha saldırıya uğradı” gibi başlıklar üzerinden sürdürülmekte; böylece hiçbir önlemin bu olayları durduramayacağına yönelik bir algı yaratılarak ümitsizlik inşa ediliyor. Söz konusu araştırmada sosyal paylaşım ağlarında dolaşan ve doktorlara yapılan saldırıları onaylayan bir karikatüre de yer verilmiş. Çizerin şiddeti karikatürize ederek “boşuna dövmüyorlar” ifadesi adeta gerçek hayatta karşılığını buluyor; bir saldırganın “Sizi boşuna öldürmüyorlar” sözünü başlığa taşıyan bir başka haberle… Bu ifadenin başlık olarak seçilmiş olması, bu tür şiddet olaylarının onaylanmasına yönelik bir anlam taşıması bakımından da sorunludur. Bu haberlere yönelik bir başka dikkat çekici nokta da haberlerin saldırıya uğrayanın mağduriyeti, çaresizliği ve suçsuzluğu üzerine inşa edilerek tek yönlü bir bakış açısı sunması…
Medya, sorunu sürekli hale getiren bu şiddetin kaynağını sorgulamalı. Örneğin sağlıkta dönüşüm sistemi nasıl işliyor? Sayıları her geçen gün artan ancak çoğu “ticarethane” mantığı ile hareket eden hastanelerin kendisinden kaynaklanan bütün sorunlar, sağlık çalışanlarına yükleniyor olabilir mi? Sağlık alanındaki vahim doktor hataları ya da hastanelerdeki araç gereçlerin yetersizliği hasta-hekim ilişkisinde nasıl bir rol oynuyor? Medya bu soruların da peşine düşmeli, yaşanan sorunlara dikkat çekilmeli ve ortadan kaldırılabilmesinin yollarını ilgili kurumların desteği ve işbirliği ile aramalıdır.
HAFTANIN FOTOĞRAFI
BİR YERGİ
Yunanistan’ın başkenti Atina yakınlarında ormanlık alanda başlayan yangında onlarca insan hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı, binlerce ev zarar gördü; yüzlerce araç eriyerek kullanılamaz hale geldi. Buna rağmen başkasının acısından, yaşadığı felaketten şeytani bir sevinç duyanlar, Türk-Yunan tarihine gönderme yapanlar oldu. Irkçılığın ve nefretin milleti, dili, dini, ırkı olmaz. Haliyle sosyal medyada seviyesiz, çirkin söylemlere “Onlar kayıplarını arıyor biz de kaybolan insanlığımızı” şeklinde verilen yanıtlar bence yeterince umut verici. Bizde “kimliğinden” başka övünecek hiçbir şeyi olmayan, etrafa sürekli nefret kusan insanlara Nietzsche’den hatırlatalım: “Sizin kökeniniz, nereden geldiğiniz değildir... Tersine, bundan sonra onurunuzu oluşturacak olan, nereye gittiğinizdir.” John Steinbeck ise daha anlamlı bir şey söyler: “Elinizde başka bir şey olmadı mı, neyiniz varsa onunla övünürsünüz. Hatta ne kadar az şeyiniz varsa, o kadar çok övünmek gereğini duyarsınız.”
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024