Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila’nın “Doğru haber, özgür yorum, demokrasi ve cumhuriyet değerlerine bağlı yürüttüğü gazetecilik anlayışını bizlere miras bırakmıştır” diye tanımladığı Abdi İpekçi’yi her yıl olduğu gibi bu yılda unutmadık...
1 Şubat 1979 tarihinde öldürülen Abdi İpekçi gazeteciliğini 36 yıldır sayısız dizi, makale ve haberlerle gelecek kuşaklara anlatıyoruz. Cinayette adı geçenler, yakalananlar, yargılananlar, defalarca ifade değiştirenler, kaçanlar; onları koruyan saklayan, onlarca insan, kurum ve kuruluşu her defasında okurlarımıza hatırlatıyoruz. İmha edilen gizli ifadeler, kaybolan,
zaman aşımından düşen dosyalarla birlikte..
‘Katilleri unutturmayın’
Buna rağmen geride sayısız soru işareti bırakmış olmalıyız ki; Cem Dayı adlı okurumuz şöyle diyor: “Bizim evimize Abdi İpekçi zamanından beri Milliyet girmektedir. Bugün Türkiye’de onun gazeteciliğinin kalmadığını üzüntüyle görsem de böyle bir gazeteciyi çocuklarımıza yeni nesillere hatırlatmanızı takdirle karşılıyorum. Ancak emin olun biz çocuklarımıza Abdi İpekçi’yi zaten unutturmayız ama siz de bize cinayetin sanıklarını unutturmayın. İpekçi’nin ilk nişanlısını yazmanıza gerek yok mesela. Ama onun katillerini hâlâ niçin bulamadığımızı da yeniden hatırlatabilirdiniz.”
Gülistan Çorak adlı okurumuz da benzer bir eleştiriyi dile getiriyor. İpekçi’nin gazeteciliğinden çok özel hayatının aktarılmış olmasından şikâyetçi: “Özel hayat teyit edilmesi gereken bir konudur. Asu Maro’nun İpekçi yazısındaki kaynakları bu nedenle merak ettim. Olaya şahit olan Leyla Umar’ın daha önceki ifadelerinden biliyorum ki eşinin “Abdi’yi vurdular” sözü bu kez “Tanrım Abdi’yi vurdular” olarak değişmiş. Bu tür ifadeler sizin için bir şey ifade etmeyebilir. Ancak “Allah” yerine “Tanrı” dedi gibi ifadelerden yola çıkıp, soy ağacı inşa eden katillerin olduğu bir ülkede yaratılan algıya dikkat etmeniz gerekmez mi?” diye soruyor.
Cinayette cevapsız sorular
Okurlarımız haklı.
Türkiye’de sayısız cinayet işlendi, hiçbirinin gerçek sorumluları bulunamadı. Buna rağmen her yıl öldürülenleri sadece ‘anılan’, ‘hatırlatılan’ bir konu olmaktan çıkartıp gazeteci olarak üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Ayrıca öldürülenlerin özeline ilişkin yıllardır birçok yanlış bilginin, kopyala yapıştır yöntemiyle devam ettiği de bilinen bir gerçek. Tarih dediğimiz şey sürekli kendini yeniler. Dolayısıyla geride bıraktığımız sorulara yanıt aranması daha yerinde olurdu.
Aslında bütün bu sorulara yanıt arandı. Üzerine onlarca kitap, binlerce makale yazıldı. Ve biz bu cinayete ilişkin hem çok şey biliyoruz hem de hiçbir şey bilmiyoruz.
Çünkü hâlâ cinayetleri kimlerin planladığını bilmiyoruz. Abdi İpekçi cinayet sırasında ikinci resmi bir araç var mıydı bilmiyoruz. İpekçi’nin katili Ağca’yı ihbar ettiği için öldürülen şahsın üzerinde niçin hiç durulmadığını, bu iki zanlının dosyalarının niçin birleştirilmediğini de bilmiyoruz. Ağca’nın cinayetin kilit ismi Mehmet Şener’i ihbar edip, Oral Çelik’in ismini uzun süre neden sakladığını bilmiyoruz. Sıkıyönetim ek soruşturmasına niçin izin verilmediğini, “Ömer Astsubay” kimdi neden hiç yargılanmadı bilmiyoruz... Abdi İpekçi cinayetinin organizasyonunda yer alan Mehmet Şener, Yalçın Özbey ve Oral Çelik bu cinayetten dolayı hiç sorgulanmadılar ve hiç ceza almadılar. Oral Çelik’in adını veren Abdullah Yavuz adındaki tanık, güvenliği sağlanmadığı için ifadesini geri aldı şimdi ne yapıyor bilmiyoruz. İpekçi’yi öldüren silahın nerede kimlerin elinde olduğunu bilmiyoruz. Yoksa biliyor muyuz?
Gazetecilik zor bir meslektir. Bu soruların peşine düşmeden sadece arşiv ve anılar üzerinden habercilik yapamayız. Araştırmacı ve sorgulayan gazeteci olmaktan vazgeçmek, olayı kendi gerçekliğinden koparmak demektir. Zamanla faili meçhul cinayetlerin de ‘alzheimer’ olması kaçınılmazdır.