Bazı gelişmiş toplumlara bakıyorsunuz; ellerinde muazzam cihazlar, son derece komplike aletlerle yepyeni buluşlardan söz ediyorlar. İnanılmaz bir teknolojiyle kendi geleceklerini inşa etmenin peşindeler. Biz ne yapıyoruz? Elimizde bir kılıç, sağa sola sallayıp, iki ucunun da ne kadar keskin olduğunu anlatıyoruz. Huzursuzluktan ve kaostan besleniyoruz. Son dönemde kılıca ilginin artması da bundan. Üstelik bu ilgi sanki tarihe, tarihten gelen simgelere duyulan bir merak gibi görünse de bunun zamanla bir güç gösterisine, bir silaha dönüşeceğinin de gayet bilincindeyiz.
***
Hatırlarsanız; genç bir kızın, sokak ortasında hiç tanımadığı bir kişi tarafından samuray kılıcıyla öldürülmesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Kimsenin bu olayı unuttuğunu sanmıyorum. Çünkü bu trajik ölüm ülkeyi ayağa kaldırdı. Siyasiler kılıcın kanunen satışı “yasak” dedi. Medya buna rağmen kılıç satışlarındaki artışa dikkati çekti. Makam odalarında, iş yerlerinde, birbirlerine kılıç hediye edenler, kılıçla poz verenler, kılıcı alanlar, satanlar
Gökyüzü hep bulanıktı, hep gri. Başında bareti, elinde feneri, kazması ve küreğiyle güne, gün ağarmadan başlayan maden işçilerinin şehrinde büyüdüm. Belki de bu nedenle ne zaman maden ocaklarında bir felaket yaşansa bütün o felaketleri dönüp yeniden hatırlatmak isterim. Zonguldak’ı, Kozlu’yu, Soma’yı, Ermenek’i, Bartın’ı… Bir ülkenin madenciler tarihinin neden her defasında felaketler tarihi gibi tekerrür ettiğini anlayabilmek için belki de.
***
Hem kusurlu hem ihmalkârız. Sorun istemiyoruz. Sorun varsa da yok sayıyoruz. Bu yüzden önlemini almadığımız, yatırım yapmadığımız, çözümsüz bıraktığımız her iş bir felakete dönüşüyor, her felaket de en fazla iki gün konuşabileceğimiz bir mesele haline getiriliyor.
Felaketlere ilişkin bütün zamanların metni, haberi, kurgusu, dili, içeriği hep aynı. Tek yapacağımız şey; Karaelmas’ı silip yerine Yeni Çeltik yazmak. Kozlu’yu sil Ermenek, Ermenek’i sil Soma, Soma’yı sil Amasra… Sonra 1940’lardan
Türkiye’nin gündemi sürekli değişiyor. Bir olayla ilgili bir durum tespiti yapmak ya da gelişmeleri değerlendirmek ya da bir çözüm üretmek mümkün değil. Anında başka bir olay patlak veriyor. İşin tuhaf yanı “farklı” gibi görünen hep “aynı” olaylar. Ortak noktaları kötülük! İsimler değişiyor, tarihler değişiyor, mekan değişiyor, olayların nedeni, niçini, nasılı değişiyor ama olayın kendisi değişmiyor.
Birkaç gündür sosyal medyada paylaşılan, zaman zaman yazılı ve görsel basında da yer bulan birkaç dakikalık, 100’e yakın video izledim. Çoğu mobeselere yakalanmış, bıçaklı, sopalı, silahlı çığırından çıkmış insanların sudan sebeplerle yol açtıkları şiddet üzerine. Bir kısmı da insanları aşağılayarak komiklik yaptığını sananları konu alan videolar.
***
Mesela medyada da geniş yer bulan, yoğun bakımda yaşlı bir kadının yüzüne para fırlatarak, onu aşağılayan, dalga geçen sağlık personelinin videosu. İzlediğim şey Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin “Bir insanın nasıl
1960 darbesinden hemen sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes dâhil tüm Demokrat Partililer Yassıada’ya gönderildi ve Türkiye için, 14 Ekim sabahı kendi başbakanını asacak bir süreç başladı.
592 sanık, bin 68 tanık ve 150 bin izleniyle…
62 yıl önce Yassıada’da kurulan mahkeme, suçlamaları 19 ayrı dava dosyasıyla gündemine aldı: Anayasa’yı İhlal Davası, Köpek Davası, Bebek Davası, Zimmet ve İrtikap Suçlamaları, Radyo Suistimali Davası, Örtülü Ödenek Davası, Kayseri Olayları Davası diyerek.
11 ay süren yargılamalar üç idam, onlarca yıllık hapis cezası ve memuriyetten men edilmelerle kapandı. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve partinin diğer ileri gelenlerine ise hapis cezaları verildi.
***
Duruşmalar süresince basın, sadece davayı ve idamları haklı çıkaracak bir propaganda aracına dönüştürüldü. Tutanaklar olmadan haberler yapıldı. İddialar araştırılmadan, gerçekmiş gibi yazıldı. 10
1950’ler…
Amerika’da siyahilerin aşağılandığı, zulme uğradığı daha da önemlisi yok sayıldığı yıllar… O tarihlerde siyahi Eugene Allen’ın, 34 yıl boyunca Beyaz Saray’da “başkanların hizmetkârı” olarak kalmasındaki “başarısı”nın sırrı nedir bilir misiniz? Allen’a nasıl hizmet edeceği öğretilmişti: “Oda sen varken bile boş olmalı…” denilerek. 1980’li yılların ortasına kadar Allen, sekiz devlet başkanı gördü; O varken bile oda boş olduğu için. Yıllar sonra siyahiler protesto gösterileriyle haklarını tek tek almaya başladığında, Allen da Başkan Ronald Reagan’ın Helmut Kohl onuruna Beyaz Saray’da verdiği davetin artık hizmetkârı değil, “en görünür” konuğu olarak o masaya oturacaktı.
***
Bugün şeriat hükümleriyle yönetilen ülkelerin “zencisi” ise kadınlar… İran, Sudan, Afganistan gibi ülkelere bakın. İslamiyet ile alakası olmayan hükümlerle bu çağa yakışmayan bir rejimi, ülkenin bütün kadınlarını “görünmez” kılarak
Demokrasinin ve kalıcı barışın ön koşulu olan ifade özgürlüğünü koruma çabalarından dolayı Nobel Barış Ödülü’ne layık görünen gazeteciler Maria Ressa ve Dmitry Muratov, gazeteciliği desteklemek ve dezenformasyonla mücadele etmek için 113 imzacıyla on maddelik bilgi ekosistemi çözüm planı hazırladı. Oslo Nobel Barış Merkezi’nde gerçekleşen İfade Özgürlüğü Konferansı’nda sunulan metin, günümüz teknolojisinin toplumları ileriye taşıma potansiyeli, baskın internet platformlarının iş modelleri ve tasarımlarının sonuçları üzerine. Metin insanlığın ilerlemesi için teknolojinin birkaç kişinin zenginliği ve gücü için değil, herkesin hak ve özgürlüklerini ileriye taşımak için kullanılmasının önemine vurgu yapıyor. Büyük teknoloji şirketlerinin iş modellerinin tahrif ettiği bilgi ekosisteminin karşı karşıya kaldığı varoluşsal tehdide karşı sunulan çözüm önerileri şöyle:
*Teknoloji şirketlerinin, kamuya açıklanması gereken bağımsız
Neredeyse hepimizin “12 Eylül” darbesiyle ilgili bir hikâyesi, anısı, acısı, cenazesi, davası var. Elinden alınan bir hayat, bedeninde ve ruhunda yer etmiş bir iz var. Kayıpları var. Ve darbeler üzerine yazılmış, çizilmiş binlerce kitap, makale ve belgesel var. Ama kendisine yaşatılan bu travmayı, “oldubitti, geçti gitti” ruh haliyle savsaklayan ya da unutturma eğiliminde olanlarla yargı önünde hesaplaşamamış da bir toplum var.
Oysa 12 Eylül sabahı, Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve sosyal bunalımına en kestirme “çözüm” yolu askerden geldi; apoletleri, postalları, tankları ve anayasasıyla...
Toplum darbeden hemen sonra, siyasetin yasaklandığını, parti faaliyetlerinin durdurulduğunu, bütün demokratik kitle örgütleri ve derneklerin kapatıldığını unutmuş olabilir mi? Ya da 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiğini, 30 bin kişinin sakıncalı olduğunu, 9 bin 400 kamu görevlisi işten atıldığını, 650 bin kişinin gözaltına alındığını, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldığını, 210 bin dava açıldığını, 517 kişi hakkında idam cezası verildiğini, 49
Eskiden bir haberin doğruluğunu teyit etmenin çeşitli yolları vardı. Tek bir kaynaktan edinilen bilgilere kuşkuyla yaklaşılırdı. Habere konu olan şey neyse ya da kimse onun bütün taraflarıyla görüşülürdü. Örneğin masa başı gazetecilik yaparken bile bir siyasetçinin, bir sanatçının ya da kamuoyunu ilgilendiren bir şahsiyetin sağlık durumuyla ilgili ortaya atılan bir iddia çeşitli kanallardan teyit edilmeye çalışılırdı. Ailesi aranırdı, hastane aranırdı, çalıştığı kurumdan bilgi alınırdı, olmadı bizzat hastaneye giderek o kişinin sağlık durumu hakkında doktor görüşüne başvurulurdu.
Bugün tek bir kişiye telefon dahi açmadan sosyal medyada çıkan haberleri kendisine referans alan gazeteciler var.
***
1990’lı yıllarda borsadaki yatırımlarıyla adından sıkça söz ettiren ve medyada ‘Borsa Kralı’ olarak tanınan iş insanı Nasrullah Ayan, gazete, televizyon ve internet sitelerinde “öldü” haberi çıktıktan beş gün sonra hayatını kaybetti. 29 Ağustos’ta Ayan, Artı TV’de Fatih Yapıcı’nın programında borsa