DEĞERLİ okurlarım dünya, ve özellikle de bölgemiz Ortadoğu, öylesine karıştı ki bir aydan fazladır dönüp ekonomiye bakamıyorum. Halbuki bütün bu kargaşanın ortasında ülkemizin ekonomisi olumlu bir gelişme içinde görünüyor.
Bazı rakamlar vermek istiyorum. İlk önce şunu iyi anlamalıyız ki toplum ekonomik gelişmeleri olumlu algılıyor. Tabi ben bunu çarşıda dolaşarak, şehir meydanlarında yürüyerek yaptığım görüşmelere dayanarak söylemiyorum. Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarına bakıyorum.
Örneğin; “Tüketici Güven Endeksi” (TGE) diye bir ölçü var. Bu endeksin 100 olması, tüketicilerin kendi gelecekleri ile ne olumlu ne de olumsuz düşündüklerini gösteriyor. Bu endeks ülkemizde çok uzun süredir 100’ün altında seyrediyor, yani insanlar kendilerini güvensiz hissediyorlar. Bugün de TGE, 90’ın biraz üzerinde, yani olumsuz. Olumsuz ama, endeks 2008’in Kasımında 68,9 mertebesine kadar inmişti. Şimdi düzenli olarak yükseliyor. 2010 Kasımında endeks 91,3.
* * *
İnsanların, “Satınalma gücünüz önümüzdeki 6 ayda bugünkünden daha mı iyi, yoksa daha kötü mü olacak?” sorusuna, 2008 yılı Temmuz ayında verdikleri cevaplar şöyle:
“Daha iyi olacak” diyenler yüzde 8,5; “daha kötü olacak” diyenler ise yüzde 54,5. Aynı soruya 2010 Kasım’ında verilen cevaplarda ise “daha iyi olacak” diyenler yüzde 13,4’e yükselmiş, “kötü olacak” diyenler ise yüzde 37,2’ye inmiş. Doğal olarak bu tablo da kötümser, ama 2008’e oranla beklentilerde küçümsenmeyecek bir düzelme var.
İşsizlik istatistiklerine bakıldığında ise gene olumlu bir gelişme izleniyor. 2009 Şubat’ında işsiz sayısı 2 milyon 833 bin kişiye kadar yükselmişken gerek nüfus, gerekse iş gücündeki artışa karşın işsiz sayısı 2010 yılı Ekim’inde (ki eldeki son rakam budur) 1milyon 931 bin kişiye, işsizlik oranı da yüzde 16,3’den yüzde 10,5’e gerilemiştir.
Sanayi üretimi de artmakta, kapasite kullanımı yükselmektedir.
Ekonomideki bu olumlu gelişmeler temelde iki önemli karar’ın sonucudur:
* * *
Birincisi, T.C. Merkez Bankası’nın global kriz henüz Türkiye’ye gelmemişken bankalar arası gecelik kredi piyasası için Merkez Bankasında bir havuz oluşturup, sisteme verilen kredilerin geri dönüşünde endişeleri ortadan kaldırmasıdır. Bu surette bizde bankacılık sektörü aksamadan çalışırken, böyle bir önlemi düşünmeyen ABD’de bankacılık sektörü darmadağın olmuştur. Bence bu karar yaratıcı, özgün ve etkili bir karardı.
İkincisi de, hükümetin IMF ile anlaşmamakta direnç göstermesidir. Ben de 20 Mart 2010’da yazdığım “IMF’siz Yaşam” adlı köşe yazımda aynen şöyle demiştim,
*”Hükümetin IMF ile anlaşma yapmamış olmasını,
*IMF’nin öne sürdüğü şartlara direnmiş olmasını,
*IMF ile müzakerelerin bitmiş olmasını, tümüyle içtenlikle onaylıyorum. Bu müzakereleri yürütenleri de kutluyorum!”
Esasen yazılarımı izleyenler benim senelerdir IMF reçetelerinin bizim gibi ülkelerde kriz yaratan ve krizleri uzatan zehir etkisinde olduğunu vurguladığımı bileceklerdir.
Bu olumlu gelişmelere karşın, dış ticaret açığının 2010 yılında 71.6 milyar dolara ulaşması, ithalat için gerekli olan dövizin yıl bazında sadece yüzde 61.4’ünün, Aralık ayında ise yüzde 57,8’inin ihracattan elde edilen dövizlerle karşılanabilmesi önemli ve düzeltilmesi gereken bir olumsuzluktur.
Bu açığın sıcak parayla karşılanıyor olması da ayrı bir tehlikedir. Bu konulara ileriki bir yazımda bir kere daha değineceğim değerli okurlarım.