Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Değerli okurlarım, son yıllarda bir demokrasi edebiyatıdır tuturmuş gidiyoruz.
- İsmet İnönü “Milli Şef” suçlamaları ile yerden yere vuruluyor.
- Demokrat Parti ve Adnan Menderes bir demokrasi kahramanı olarak göklere çıkartılıyor.
Bir bakalım gerçek nedir...
İsmet Paşa, 1938 sonunda Atatürk’ün ölümü ile iktidara geldi. Altıbuçuk yıl sonra siyasi partilerin kurulmasına olanak veren her türlü yasal hazırlık yapılmış olarak Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Partiyi kurmalarına olanak sağladı. 1946’da şaibeli de olsa ilk demokratik seçimler yapıldı. 1950 yılında iktidar seçimle el değiştirdi. Diktatör olarak damgalanan İsmet İnönü iktidarı, kavgasız gürültüsüz Demokrat Parti yöneticilerine devretti. 20’ci yüzyılın birinci yarısı Türkiyede çağdaş demokrasinin miladı oldu. İnönü, aynen Hüsnü Mubarek gibi, Kaddafi gibi, 1974’de vefat edene kadar 24 yıl daha iktidarı elinden bırakmayabilirdi. Amerika’ya yakın bir yönetim göstererek, NATO’nun da desteğini alarak ülkeyi demir pençe ile yönetmeye kalksa ona kim mani olacaktı.
İsmet Paşa’nın barış içinde iktidarı devrettiği yıl olan, 1950 Yılında dünyada demokrasi ile yönetilen ülkeler yok denecek kadar azdı.
Avrupa’nın yarısı ve Rusya diktatörlük.
Latin Amerika’nın hemen tamamı diktatörlük.
Tüm Arap ülkeleri ve İran despot kralların yönetiminde. Uzak doğu ya sömürge olarak emperyalist ülkelerin demir yumruğu ile yönetiliyor veya dikta ile.
İspanya, Portekiz diktatörlük, Almanya ve İtalya dünyayı ateşe veren diktatörlerin pençesinnden müthiş bir yenilgi ile yeni kurtulmuş birer enkaz yığını.
Avrupa’nın kendilerine “demokrasi“ diyen emperyalist ülkeleri de işgalleri altında tuttukları mazlum milletlerin ciğerlerine korkunç demir pençelerini geçirmiş müthiş insanlık suçları işliyorlar.
İnönü böyle bir dünya’da Türkiye’de demokrasiyi inşa ediyor ve seçimle iktidarı devrediyordu. O gerçek bir demokrasi kahramanı idi.
Peki onun iktidarı barış içinde devrettiği, bu gün göklere çıkardığımız “seçilmişler“ Adnan Menderes ve ekibi nasıl bir “demokratik“ yönetim uyguladılar. En önemli toplu iletişim aracı olan radyo devlet tekelinde. Örneğin Menderes’in İstanbula gitmesi birinci haber olarak şöyle okunurdu, “Sevgili Başbakanımız Adnan Menderes bu gün İstanbul’u şereflendirdiler. Tayyarenin kapıları açıldığında Başbakanımız orada içtima etmiş bulunan İstanbul halkının büyük tezahüratı ile karşılandı. Kendisi uçağın merdivenlerinden behşuş bir çehre ile indiler.” Televizyon 1960 sonrasında TRT dönemine kadar, kurulmamış. Halk devlet radyosuna mahkum bırakılmıştı.
Yapılan seçimlerde Radyo daha seçim başlar başlamaz Türkiye’nin her tarafından gelen Demokrat partinin “kahir bir ekseriyetle” kazandığı seçim sandıkları sonuçlarını okumaya başlar, seçmenleri Demokrat Parti’ye oy vermeleri için yönlendirirdi. Seçim hilelerini şikayet edeceğiniz hiç bir merci bulunamazdı, çünkü hakim ve savcılar hükümetin denetimi altında idiler.
Menderes Hükümeti, Kıbrıs’ta EOKA’yı görmezden geliyor, Yunanistan ile yakınlaşmak ve Batı’nın gözüne girmek için her türlü tavizi veriyordu. O yıllarda Yunanistan dışişleri bakanı Averof’un bir Türkiye ziyareti öncesinde bizim dışişleri bakanımız Fuat Köprülü beyanat veriyor. “Türkiye’nin bir Kıbrıs meselesi yoktur!” Bu beyanatın yandaş basında çıkmasının ertesi gününde Hürriyet gazetesi bir manşet atıyor “Türkiye’nin bir Kıbrıs Meselesi Vardır!” Sadece bu manşet için Hürriyet’in kurucusu ve sahibi Sedat Simavi hükümetin manevi şahsiyetine hakaretten yıllarca mahkemelerde süründürülüyor!
Özlem yaratılmak istenen o yılların demokrasisi böyle bir demokrasi idi değerli okurlarım!