Cumhurbaşkanı Erdoğan eğitimde işlerin yolunda gitmediğine yönelik uyarılarını sürekli yeniliyor ama görünen o ki hak ettiği etkiyi görmüyor.
O ne derse desin MEB, YÖK ve ÖSYM bildiğini okumaya devam ediyor.
Günlerdir yurtdışında öğrenim görecek öğrencilere yönelik alınan son kararı tartışıyoruz. Neresinden bakarsanız bakın ne hukuken ne vicdanen ne de akademik anlamda bir karşılığı yok. Diğer tüm ayrıntılar bir yana aldığı kararların zerrece sorgulanmaması, içinden çıkılmaz problemler yaratıyor.
Örnek mi istersiniz alın size örnek: YÖK’ün dünya sıralamaları ile ilgili kararının fakültelere hatta bölümlere yönelik değil de “üniversite bazında” ele alması! Örneğin Hacettepe Tıp ile üniversitenin diğer fakülteleri aynı sıralamada mı? Örneğin bir öğrenci yurtdışında 200-250 bandındaki bir tıp fakültesinde okuyor ama üniversitenin genel sıralaması 500-600 bandında ise oradan mezun olan birinin yeterlilik sınavına alınması ne kadar doğru?..
MEB, YÖK, ÖSYM
Eğitim
YÖK’ü kuruluş yıllarından bu yana 40 yılı aşkın süredir yakından izliyorum. Tam taşlar yerli yerine oturuyor derken bir anda her şey toz duman oluyor.
Gelen her Başkan kendine göre bir kadro ve kendine göre bir düzen oturtmaya çalıştığı için kurumsal hafıza diye bir şey kalmadı.
MEB ve ÖSYM’de de olduğu gibi pek çok karar daha mürekkebi kurumadan ya iptal ediliyor ya da değiştiriliyor. Bazen de öylesine çelişkiler yaşanıyor ki “Böylesi devasa kurumlar, böylesi hataları nasıl yapar” demekten kendinizi alamıyorsunuz…
Hatırlanacağı gibi son yıllarda üniversitelerdeki yabancı öğrenci sayımızı artırmak için kapılarımızı ve imkânlarımızı sonuna kadar açtık. Ciddi sayılara ulaştık. Öğrenci kalitesi dibe vursa da artan sayılarla övündük.
Madalyonun bir yüzünde böylesi bir tablo öteki yüzünde ise daha da vahim gidişat söz konusu…
Kendi kendini tanıyor
YÖK, geçtiğimiz hafta kalite adına öne çıkan çok önemli 4 kural
Öğretmen, öğrenci, bilim insanı ve velilerimiz için özel öğretim kurumları bir hayli revaçtaydı.
Hem de uzun süredir.
Öğretmenlerimiz daha iyi bir gelecek ve daha iyi bir öğrenim ortamı için kolejlerde çalışmayı öncelikli bir seçenek olarak görüyor, öğrenciler için de cazibe merkezi olarak gösteriliyordu.
Velilerimiz, özellikle de genç anne babalar için genelde tek olan çocukları için en iyi seçeneğin kolej ya da vakıf üniversitesi olduğu algısı adeta kafalara kazınmıştı.
İyi kazanmalarına rağmen, asgari hayat standartlarına razı olup tüm gelirlerini biricik çocuklarının geleceği için harcıyorlardı…
Eğitim fakültelerinin en iyi mezunları ve devlet okullarının en gözde öğretmenleri için özel okullar ve dershaneler gitmek istedikleri ilk adresti.
Devlet okullarının sürekli kan kaybetmesi nedeniyle, bu çok uzun yıllar böyle devam etti.
Şu günlerde ise tam tersi bir tablo söz konusu!
Ülkemizin dört bir yanını üniversitelerle donattık. O yetmedi KKTC’yi de bir üniversite adası haline getirme hayali kurduk. Fena mı oldu? Kesinlikle hayır. Atılan adımlar doğruydu ama devamı gelmedi.
Bu noktada MEB, YÖK ve ÖSYM inanılmaz hatalar yaptı. Yapmaya da devam ediyor.
Üniversiteler açılırken, doğru yere doğru fakülteler açılmadı, istihdam odaklı insan gücü planlaması yapılmadı, yeterince öğretim kadrosu yetiştirilmedi, içi doldurulamadı, en önemlisi de üniversiteler özellikle de vakıf üniversiteleri bir kazanç kapısı olarak görüldü.
Başvuru dibe vurdu
İşte birkaç gösterge:
*Bu yıl üniversitelere başvuran sayısı yarım milyon azaldı. Başvuranların 600 bini halen üniversite öğrencisi ya da üniversite mezunu.
*Açık öğretim lisesi mezunu rekor seviyede. Başvuranların yarım milyonu açık lise mezunu. 3 milyon adaydan sadece 1.1 milyonu lise son sınıfta. 5 ve üzeri başvuruda bulanan 173 bin aday var!
* Son 5 yılda 2 milyon öğrenci üniversiteyi bıraktı.
“Eğer diploman yoksa sen bir hiçsin!..” Bu yüzden, diploması olmayanların en büyük hayali bir an önce ona kavuşmak.
Çocukların çocukluğunu, gençlerin gençliğini yaşayamamalarının ve sınav köleleri haline gelmelerinin en önemli nedeni, yaratılan bu algı.
Peki, diploması olana tüm kapılar açılıyor mu?
Öğrenim gördükleri alanda iş bulabiliyorlar mı?
En önemlisi de gelecekleri diplomayla garantiye alınıyor mu?
Evet demek mümkün değil.
İşte tam da bu noktada, hele ki günümüz koşullarında “İlle de diploma sahibi olun” derken ya da “Boş ver diplomayı, git bir meslek öğren, bir an önce hayata atıl” önerisinde bulunurken de on kere düşünmek gerekir.
Her iki yönde karar verenlere yönelik o kadar çok negatif ve pozitif örnek var ki, hangi seçeneği seçerseniz seçin, aklınız hep diğerinde kalacaktır…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dünyada donanımın sadece diplomayla ölçüldüğü dönemler çok geride kaldı. Artık bireysel birikimler, kabiliyetler, beceriler çok daha önemli hale geldi” dedi.
Çok önemli bir tespit.
Biz bunu yıllardır dile getiriyoruz ama ne MEB’e anlatabildik ne de YÖK, ÖSYM ve üniversitelere.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu net tavrından sonra umarız eğitime bakış açılarını yeniden gözden geçirirler.
MEB, YÖK ve ÖSYM’nin bu çelişkili tavrı dünden bugüne hiç değişmedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ne söylediyse tam tersini yapmayı sanki kendilerine görev edindiler.
“Sınavları azaltın, çocuklarımızı rahatlatın” dedikçe sınav sayısı daha da artırıldı, “Dershaneler kapatılsın, dershanelere bağımlılık azaltılsın” dedikçe sayıları daha da arttı, bağımlılık vazgeçilmez hale getirildi.
En vahimi ise istihdama yönelik bir süreç izlenmesi gerektiğini hatırlattıkça ihtiyaç fazlası on binlerce, yüzbinle
Her ne olacaksak en iyisi olmak için çaba harcamalıyız.
Her ne yapacaksak en iyisini yapmak için mücadele vermeliyiz.
Temel eğitimde öğrencilere kazandıracağımız öncelikli davranışlardan birisi de bu olmalı. Oysa sadece öğrencilikte değil yaşam boyunca günü kurtarmanın peşindeyiz. Şartlar mı bizi buna zorluyor yoksa geleneksel bir alışkanlık biçimi mi bizi bu noktaya getiriyor, uzun uzadıya araştırmak gerekir.
Martin Luther King, gençlere yönelik yaptığı bir konuşmada, yapılan işe değer katmanın önemini vurgulamak için “Sizden sokakları süpürmeniz isteniyorsa, Beethoven’ın beste, Michelangelo’nun resim, Shakespeare’in şiir yazdığı gibi yerleri süpürün. Öyle bir süpürün ki, yürüyen ve konuşan herkes ve her şey dursun. Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin…” uyarısında bulunmuş.
Bu sadece çöpçüler için değil her meslek için geçerli ama özellikle de kamuya açık meslekler için olmazsa olmazların başında
Bir ülkenin en büyük sermayesi okumuş insan gücüdür. Birinci Dünya Savaşı’nda lise öğrencileri de dahil bu en büyük sermayemizi savaş alanlarında kaybettik.
Cumhuriyetle birlikte toparlandık, küllerimizden yeniden doğduk…
Bizim gibi eğitimi seven, değer veren, evlatlarının eğitimi için her türlü fedakârlığa katlanan çok az millet vardır.
Yine aynı şekilde sınavlar nedeniyle çocukların çocukluğunu, gençlerin gençliğini, üniversite mezunlarının diploma keyfini yaşayamadığı çok az ülke bulursunuz…
“Söz konusu eğitmese, gerisi teferruattır” diyen ve bu konuda lafın ötesine geçen bir ulusuz.
Ebeveynler olarak yemez, içmez, gezmez çocuklarımızı okuturuz, devlet olarak da her şey bir yana deyip bütçeden en büyük payı eğitime ayırırız.
Sonuç?
Onu ne siz sorun ne de biz anlatalım.