Eğitimin saymakla bitmeyecek kadar farklı amaç ve hedefleri var. Yaşam kalitesi, sürdürülebilirlik ve önemlisi de yaşadığı her anı en verimli şekilde kullanabilecek bireyler yetiştirmektir.
Peki sınav odaklı eğitimle bunu ne kadar başarabiliyoruz?
Örneğin zamanımızı, kaynaklarımızı, enerjimizi ne kadar verimli kullanabiliyoruz?
Zaman konusunda titiz olduğumuzu söylemek abartılı olur. Saniyelerin önemli olduğu çağımızda bırakın dakikaları, saatlerin, günlerin, ayların ve hatta bazen yılların bile önemi yok.
Enerjimizi doğru kullandığımızı söylemek de abartılı olur. İncir çekirdeğini dolduramayacak konuları günlerce tartışıyoruz. Kendimiz ya da ülkemiz için çok önemli konulara ise ya hiç kafa yormuyoruz ya da sürekli geçiştiriyoruz…
İsrafa gelince, bu konuda herhalde bizimle yarışanı zor buluruz. Hemen her konuda “Bugün git, yarın gel mantığı” hakim. Göç yolda düzülür deyip, ne bir planlama yapıyoruz ne de süreci doğru yönetiyoruz.
Zamanımızı, kaynaklarımızı, moral ve motivasyonumuzu hovardaca harcıyoruz. Şaşalı
MEB’den çok büyük reformlar bekliyoruz. Oysa o daha öğretmen sorunumuzu çözebilmiş değil! 100 bine yakın öğretmen, diğer öğretmenler ile birlikte aynı okulda, aynı derse girmesine rağmen, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan asgari ücretin altında bir maaşla çalışıyor. Üstelik kapıda bir milyona yakın öğretmen atama beklerken!..
Ücretli öğretmenlerin pek çoğu ön lisans mezunu. Bazı kentlerde ücretli öğretmen sayısı kadrolu öğretmenden daha fazla. En fazla ücretli öğretmen ise İstanbul’da.
Kimileri bu uygulamaya “taşeron taktiği” diyor ve şöyle devam ediyor:
”Düşük ücret ve mutsuz öğretmen ile nitelikli bir eğitim mümkün değil!..” Peki MEB ücretli öğretmenlik konusunda neden ısrar ediyor?
Onlarınki bir tercih değil zorunluluk!
Maliye’den kadro alabilseler eminim ki bu sorun bugüne kadar bu çoktan çözülmüş olurdu ama elleri kolları bağlı. Aynı hükümetin bir başka bakanlığını hedef göstermemek
Mardin, ülkemizin görülmeye değer en görkemli kentlerinden biri. Tarihiyle, kültürüyle, mimarisiyle, gelenekleriyle ve özellikle de taş işçiliğiyle dünya mirası olmayı fazlasıyla hak ediyor.
Bir milyona yakın nüfusun dörtte biri öğrenci. Üniversitesi, aynı dönemde kurulan diğer üniversitelere göre fazla gelişmese de liseli öğrencileri sorularıyla, donanımlarıyla, üniversiteli öğrencileri aratmayacak bir donanıma sahipti. Milli Eğitim Müdürlüğünün 800 kişilik salonu tıklım tıklım doluydu ve soru sormak için eller hep havadaydı…
Şehre indiğiniz andan itibaren her adımda Aziz Sancar ismiyle karşılaşıyorsunuz. Havalimanının ismi de Aziz Sancar, pek çok okulun, caddenin, parkın, kültür merkezinin adı da Aziz Sancar’dı…
Sancar, Nobel Ödülü aldıktan sonra ülkemizin dört bir yanına ziyaretler yaptı. Hatta nerede bizden birileri varsa o ülkelere de gidip konferanslar verdi.
Memleketi Mardin’e kaç kez geldiğini sordum. “Hiç gelmedi” yanıtı
Adana her zaman farklıydı ama karın, kışın kenti esir aldığı İstanbul’dan sonra çok daha güzel geldi. Çukurova Üniversitesi de öyle. Her gelişinizde farklı bir sürpriz sizi bekliyor. Kampüs her zamanki gibi harikaydı. Yeni rektörle yeni bir heyecan gelmiş, kabına sığmayan iletişim fakültesi de heyecanını hiç kaybetmemiş…
Üniversitenin bugünlere gelmesinde çok büyük katılıkları olan ve hem üniversitede hem de kentte hemen herkesin saygıyla andığı Kurucu Rektör Rahmetli Mithat Özhan’ın adını taşıyan salonda bir kez daha öğrencilerle geleceği konuştuk. Aynı salonda daha önce de hem söyleşi hem de Genç Bakış için öğrencilerle, hocalarımızla defalarca bir araya gelmiştik. En ilginci başta Rektör Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş olmak üzere, pek çok hocamızın üniversiteye hazırlandıkları yıllardan bugüne yazılarımızı, yaptıklarımızı yakından takip ediyor olmalarıydı. Milliyet olarak eğitimde adeta kurumsal bir hafıza haline gelmenin gururunu yaşadık…
“Gazeteciler tarihin tanıklarıdır” denir, bizimki
Akademik donanımları birbirinin aynı olan birini seçmeniz gerekirse artı özellik olarak önceliğiniz ne olur?
Örneğin pratik zekası mı, sorun çözme yeteneği mi, ekonomiye olan ilgisi mi, sportmen olması mı, sanata duyduğu ilgi mi, doğaya saygısı mı, insanları sevmesi mi?..
Bu konuda yapacağımız seçimin özelliğine ya da aradığımız kriterlere göre yüzlerce madde daha sıralayabiliriz. Önemli olan belirlenen kriterler dışında sizi en çok etkileyen ya da etkileyecek olan ne? ”Temel bilimlerde, örneğin fizikte araştırma yapacak bir grup öğrenci seçmeye kalksam (hepsinin okuma ve matematik yeteneği testleri eşit düzeyde olduğu takdirde) kesinlikle rock müzik dinleyenleri seçerdim, klasik müzik değil!”
Yukarıdaki paragraf ilginç hem de çok ilginç.
Müzik dinliyor olması yetmiyor. Daha da detaya giriyor ve ille de “rock müzik” diyor.
Benzer yaklaşım hemen her alanda söz konusu. Sporun her türlüsü değil kimileri için takım sporları, kimileri için bireysel sporlar, kimileri için de doğa sporları
Çok kutuplu yeni bir dünya düzeni söz konusu.
Uluslararası ilişkilerden siyasete, ticaretten ideolojilere, dinden bölgesel farklılıklara kadar hemen her alanda dayatmacı kültür yerini yeni ortak değerlere ve yeni paydaşlara bırakıyor. Eğitimin de bu rüzgardan etkilenmemesi mümkün değil.
Dün ne söyleniyorsa bugün tersinin söylenmesi, dün kime en çok kızılıyorsa bugün onunla kol kola girilmesi, dün neye karşı ise bugün onun taraftarı olunması biraz da bu yüzden. Geneli bir tarafa bırakıp eğitime yöneldiğimizde de çok kutuplu eğitim anlayışının da zamanının geldi de geçtiğini görüyoruz.
MEB sınav odaklı eğitimden asla vazgeçmiyor. Okula başlayan her öğrenciyi üniversite önüne yığıyor, YÖK de her birini üniversiteye almak için kapıları sonuna kadar açıyor. Kuralları MEB, YÖK belirliyor, ÖSYM de taşeronluğunu yapıyor. Her üçü de “Biz ne dersek o olur” diyor ve kendilerini asla yenilemiyorlar. Daha da önemlisi diğer paydaşları, eleştirileri,
Otoyollarda ya da şehir içi ana güzergahlarda emniyet şeridine girmek en önemli trafik suçlarından birisi!. Zorunlu haller dışında emniyet şeridine girilmez! Girilirse de ağır cezalara çarptırılır.
Arabanız arızalandığında trafiği altüst etmemek için emniyet şeridine girersiniz ya da cankurtaranla acile hasta yetiştirmeye çalışıyorsanız emniyet şeridini kullanmanıza müsamaha gösterilir! Suçlu takibindeki emniyet ve yangına yetişmeye çalışan itfaiye araçları için de emniyet şeritleri cankurtaran simidi gibidir.
Bu yüzden emniyet şeritlerinin gereksiz yere işgal edilmesi asla kabul edilemez!…
Peki emniyet şeridi ihlalinden daha büyük bir suç ve çok daha önemlisi vicdani sorumluluk ne olabilir?
Uzun uzadıya farklı kural ihlalleri aramanıza gerek yok. Başta İstanbul olmak üzere pek çok kentte rastladığımız emniyet şeritlerinin en önemli güzergahlarda kaldırılması asla kabul edilemez. Bundan daha büyük bir suç da olamaz!.
Peki bunu yapanlar kim?
Kamu otoritesini koruması gerekenler, kural ihlallerine herkesten önce karşı
“Hayalin kadar güçlüsün” derler.
Kimi bunu tiye alır kimi de başarıya giden yolun altın anahtarı olarak görür…
Gençlerimizin hayalleri büyük hem de çok büyüktü. Örselene, örselene
öylesine sıradanlaştırıldı ki moral ve motivasyon açısından dibe vurdular.
Buna rağmen asla pes etmediler.
“Onun ölüsü, diğerinin dirisinden daha güçlü” atasözü, sanki bizim gençlerimiz için söylenmiş.
Zoru seviyoruz, son dakikaya kadar direniyoruz ve her defasında küllerimizden yeniden doğuyoruz. Başta Milli Mücadele olmak üzere tarihimiz böylesi örneklerle dolu…
Eskiden de güçlüydük ama şimdi kızlarımızla çok daha güçlüyüz. Hayatın her aşamasında ve özellikle de eğitimde erkeklerden hep bir adım daha öndeler.