Son zamanlarda ilginç bir siyaset yapma şekli ortaya çıktı.
Sadece bizde değil dünyanın her yerinde benzer uygulamaya şahit oluyoruz.
Peki, bu çok ilginç yöntem ne?
İktidarlar muhalefetin yerini aldı. Pek çok konuda sanki icra makamı kendileri değilmişçesine yapılanları ya da yapılmayanları en sert şekilde eleştiriyorlar.
Ekonomiden turizme, tarımdan dış politikaya, terörden asayişe o kadar çok şaşkınlıklar yaşanıyor ki şaşıp kalıyorsunuz…
Diğer konuları ilgili meslektaşlara ve muhalefete bırakalım, eğitime göz atalım...
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, eğitime ve özellikle de Türkçe’ye yönelik öylesine çarpıcı tespitlerde bulunmuş ki, son 15, 20 yıldır bu çorbada hiç tuzu, biberi yokmuş gibi konuşuyor.
Neler mi demiş? Gelin önce onlara bir göz atalım:
İspanya’da hükümet, okullarda öğrencilere verilen yemeklerde şeker, tuz ve kızartmalara sınırlama getirdi. Günlük menülerde ise sebze ve meyve zorunluluğu kararı aldı.
Öğrencilerin okullarda sağlıklı beslenmelerine yönelik benzeri önlemler, artan bir şekilde pek çok ülkenin de gündeminde.
Bizde ise bırakın okul yemeklerinde nelerin verilip verilmeyeceğini, devlet okullarında öğrencilere öğle yemeği verilmesini öngören yasa teklifi TBMM’de reddedildi.
Oysa yasanın gerekçesinde şu görüşlere yer verilmişti:
“Yaklaşık her dört aileden biri gün içerisinde en az bir öğün et, balık veya tavuk yiyemiyor. Sağlıklı beslenmek çocuklar için bir lüks değil, temel ihtiyaçtır. Bu ülkede milyonlarca insan açlık sınırının altındaki ücretlerle hayatta kalmaya çalışıyor. Çocuklar okula boş beslenme çantası ile gidiyor. Bugün bir okul kantininde bir tost yeseniz, bir su ve bir ayran içseniz 100 lira ediyor. Bunu da her öğrencinin karşılaması mümkün
Eğitimin onlarca sorunu vardı, bir yenisi daha eklendi. Proje okullarda yaşananlar, moral bozucu etkilerin yanı sıra umarız eğitimde gelinen noktanın sorgulanmasına da vesile olur! Böylece öğretmen yetiştirme, atama, kariyer sistemi ve özellikle de okullar arası ayrıştırma bir kez daha masaya yatırılır, şapka düşer, kel görünür!.. Okulun ve öğretmenin “nitelikli”si, “niteliksiz”i olmaz. Hele ki devlet okullarında ama oldu!..
Eğitim, yaşam hakkından sonra gelen en temel Anayasal haktır. Bu dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de böyledir. Eğitim, ebeveynler ve devletler de dahil hiç kimsenin keyfiyetine bırakılamaz. Zorunlu eğitim de bu yüzden vardır. Eğitimin öncelikli görevi sınavlara öğrenci yetiştirmek değil, iyi insan, iyi yurttaş, karşılaştığı her sorunun üstesinden gelen mutlu bireyler yetiştirmektir. Din, dil, etnik köken, zengin, fakir, köylü kentli, doğulu, batılı fark etmeksizin her çocuğun en iyi eğitimden yararlanma hakkı vardır. Bunu onlara sağlamak da devletlerin, hükümetlerin, ebeveynlerin ve öğretmenlerin en temel
MEB, eğitimde “dünyaya farklı bir model sunabiliriz” diyor. Bu mümkün mü? Neden olmasın diye onlarca cümle kurulabilir ancak hepsi de “ama” ile başlar ya da “ama” diye bitecektir.
Farklı bir model olarak neyi önerebiliriz?
4+4+4 mü, mülakat mı, proje okulları mı, sınav ve diploma odaklı eğitim sistemimizi mi, liyakat yerine sadakat odaklı bakış açımızı mı, öğretmen yetiştirme ve atama sistemini mi ya da ülke olarak bizim bile hâlâ anlayamadığımız Maarif Modeli’ni mi? Eğitimde başarılı modellerimiz yok değil. Örneğin köy enstitüleri, örneğin Anadolu liseleri, örneğin öğretmen okulları, örneğin uzmanlık gerektiren meslek liseleri! Hepsi de yok oldu gitti. Ya kapandılar ya da tabela okullar haline geldiler… MEB şu konuda haklı:
Binlerce yıllık birikimimiz var. Dünya değişiyor. Geçmişle, geleceği harmanlamak gerekir!..
Peki ama nasıl? Bu harmanlama, bu bakış açısı ideolojik mi olmalı yoksa pedagojik mi? Milli ve manevi değerler olmazsa olmazımız olmalı ama kalite, liyakat, yönlendirme, planlama, istihdam da mutlaka
Sınav maratonunda son yüz metrelere gelindi.
Adayların üzerindeki sınav baskısı her geçen daha da artacak, stres tavan yapacak, “Ya istediğim liseye, üniversiteye, işe girmezsem ne olacak?“ sorusu kafaları kemirmeye artan bir şekilde devam ediyor…
Sınavların bir çözüm olmadığını, kazananların hatta mezun olanların bile aradığını bulamadığını herkes biliyor ama önlerinde başka bir seçenek olmadığı için bu yarışa katılmaya mecburlar! Sınav cengaverlerine olduğu kadar ailelerine de sabır diliyoruz.
Evet çok zor günler ama bu günler de geçecek. Ne olur, “okumak karın doyurmuyor”, “okudular da ne oldu”, “boşa zaman kaybı” gibi söylemlerden uzak durun.
Bunları söyleyenlerin yaşanmışlıktan gelen haklılık payları olsa da eminiz ki hayata yeni bir başlangıç yapsalar ilk tercihleri yine okumaktan yana olacaktır.
Eğitim ve diploma bugün için çok işe yaramıyor olsa da, onsuz hiç olmadığını da sakın aklımızdan çıkarmayalım, daha iyi eğitim ve daha iyi bir gelecek için
Hemen her konuda olduğu gibi eğitimde de kafamız karmakarışık. Bir tarafın “en iyisi bu” dediğini, diğer taraf yerden yere vuruyor. Örneğin 4+4+4, örneğin ara tatiller, örneğin mülakat, örneğin, öğrenci affı, örneğin dijital eğitim, örneğin sınav ve ödev yükü, örneğin herkese üniversite diploması, örneğin mesleki eğitim…
Daha onlarca konu belirlemek mümkün. Peki, bu bizde böyle de dünyada farklı mı?
Yarısı çok farklı olsa da diğer yarısı benzer özellikler taşıyor. Örneğin öğretim sürelerinin uzunluğu, okul içi eğitimin ve diplomanın cazibesini yitirmesi, giderek artan dijitalleşmenin ve sosyal medya kullanımın öğrencileri eğitimden soğutması, devlet, özel fark etmeksizin okullarındaki eğitimin vasatlaşması, özel okul ücretlerinin altından kalkılamayacak boyutlara gelmesi, bilgi hamallığı yerine bilginin kullanımına geçilememesi, eğitimin tarifinden paydaşların rollerine kadar değişimi zorunlu kılan gelişmelere karşı direnilmesi…
Yapay zekâ destekli yeni dijital dünya düzenine yönelik model
Atatürk “Köylü milletin efendisidir” derken köyde yaşayanlardan çok üretenleri onore etmişti. Bu söz bugünün Japonya’sında hâlâ çok geçerli...
Yaşam dün kırsaldaydı, bugün kentlerde. Üretenler de dün köylülerdi, bugün herkes. Peki köylülük, çiftçilik öldü mü? Tarıma, hayvancılığa, yerel üretime gerek kalmadı mı?
Cevabı zor sorular ve üzerinde uzun uzun düşünmek ve konuşmak gerekir… Kuraklık ve kıtlık gümbür gümbür geliyor ve temel gıda ürünleri, fazla değil çok yakın bir zaman her şeyden çok daha önemli hale gelecek…
Peki gelinen son nokta ne?
Dünya tarıma daha çok yönelmeye başladı bizde ise tarım ve hayvancılık can çekişiyor.
Köylerimiz boşaldı. Çiftçilik yapan kalmadı gibi.
Birkaç nesil sonra hayatın olmazsa olmazı olan bu alanda iş bilen, çalışan, bunu bir yaşam tarzı olarak gören sayısı daha da azalırsa hiç şaşırtıcı olmaz! Oysa Avrupa’nın ve dünyanın en
İşini sevmek çok önemli. Hem o işi yapan hem de hizmet alanlar için. Bu yüzden öğrencileri doğru yönlendirmek ve özellikle de kendileri için en doğru mesleği seçmelerine olanak sağlamak gerekir. Yoksa ne üretim ve hizmet kalitesi mümkün olur ne de mutluluk!
Peki bunu yapabiliyor muyuz? Evet demek mümkün değil. Erken yönlendirme söz konusu değil. Doğan her çocuğu üniversite önüne yığmayı ve diploma sahibi yapmayı bir marifet sanıyoruz. Bu sayede hemen her alanda milyonlarca diplomalı gencimiz oldu? Peki, ne kadarı öğrenim gördüğü alanda iş bulabiliyor? Çok daha önemlisi, ne kadarı yaptığı işi canı gönülden seviyor?..
Bugünkü dershane ve sınav odaklı eğitim sistemiyle daha farklı bir tablo ile karşılaşmak mümkün değil. Daha vahim olanı ise yanlışı bile bile, göre göre bunda ısrarcı olmamız!..
Ustalık, zanaatkarlık diye bir şey kalmadı. Hizmet sektörü keyifle yapılan bir iş olmaktan çıktı, iş bulunamadığı için zoraki yapılan bir meslek haline geldi. Tarım ve hayvancılık can