13.04.2025 - 07:01 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - "İrlanda’ya hayatımın zor bir dönemecinde vardım. Evimden uzak düşmüştüm, Ailemi, arkadaşlarımı, öğrencilerimi terk etmiştim. (…) Çok ama çok yorgundum. Bir sabah yataktan kalkamadım. O gün yorganların arasına sığınmış yatarken içimden gelerek şunu diledim: Havası yumuşak, insanları sevecen bir yerde bir nefes boyu durmak istiyordum. Bunlardan birincisi değil ama ikincisini tutturdum. ‘İrlanda Defteri’ böyle açıldı…”
Mary’nin hikâyesi
Meltem Gürle bu önsöz ile başlıyor “İrlanda Defteri”ne… Bu kitabın yazımı Trinity College Dublin’de karşılaştırmalı roman üzerine araştırmalar yaptığı döneme denk geliyor. Üç yıllık yolculuğun bir yılını paylaşıyor Gürle okuyucuyla. James Joyce, W.B Yeats, Samuel Beckett, Anne Enright, Brian O’Nolan’ın içinden çıktığı topraklarda dolaşıyoruz yazarla birlikte. Bu açıdan bakınca “İrlanda Defteri”ne yazarlar ve şairler üzerinden bir İrlanda okuması demek mümkün. Bir taraftan da pansiyoner olarak kaldığı evin sahibi Mary ile aralarındaki sıcak arkadaşlık hikâyesini anlatıyor bize Gürle.
Gürle’ye sadece evinin kapısını değil dostluğunu da sunan Mary’nin hikâyesi ise bir kitaba konu olacak kadar zengin. ‘70’li yılların başında evlenmeden çocuk sahibi olacak kadar cesur bir kadın Mary. Cesur çünkü o dönemde evlilik dışı çocuk sahibi olan kadınların gönderildiği Magdalene Çamaşırhaneleri’ni göze almış biri. Söz Gürle’de; “Magdalene Çamaşırhaneleri, İrlanda’da 20. yüzyılın sonlarına kadar faaliyet gösteren ve Katolik Kilisesi’ne mensup rahibeler tarafından yönetilen kurumlardı. Kadınların çok sert disiplin altında zorla tutulduğu Magdalene Çamaşırhaneleri aslında birer çalışma kamplarıydı. Bazılarının dövülerek ya da hapsedilerek öldürüldüğü iddiaları vardı.”
Meltem Gürle, edebi seyahatname sayılabilecek denemelerini bir kurgu eşliğinde aktarıyor bize. Bu da başka bir tat katıyor esere. İrlandalı edebiyatçıların yaşam öykülerinden kesitler sunan yazar, anlatının başlıklarına uygun gelen tadımlık metinleri koyuyor önümüze. Üstüne bir de kimi kült roman ve öykülere yönelik çözümlemelerini paylaşıyor. Deyim yerindeyse sertifikasız da olsa bir İrlanda edebiyatı seminerine dahil ediyor okuyucuyu… Hem de sıkmadan ve yormadan.
Şairin vasiyeti
Meltem Gürle; “Dublin’e Giderseniz Bir Gün Eğer” başlıklı denemesinde İrlandalı şair Patrick Kavanagh’tan söz açıyor. Şairin bir şiirinde suya yakın bir yerde anılmak istediğini anlatan “Ah, beni suya yakın bir yerde hatırlayın / tercihen kanal suyu olsun hatta” dizelerine yer veriyor. Hikâyenin devamını yine Meltem Gürle’den dinleyelim;
“Patrick Kavanagh, 1976 senesinde öldüğünde arkadaşları onun ardından hep uğradığı Baggot Caddesi Köprüsü’nün yakınlarında kanal kıyısında bir bank yaptırırlar. Bankın yanına da bu güzel şiiri koyarlar. Böylece bir anlamda şairin son arzusu da yerine gelmiş olur. Kanal kıyısındaki bu bankı Dublin’de geçirdiğim ilk hafta keşfetmiştim. Güneşli bir günde şehri dolaşmak için yürüyüşe çıkmışken köprünün yakınlarında iyice yorulmuş ve biraz soluklanmak istemiştim. Bankın kenarında yazılanları görünce, bunun Patrick Kavanagh’ın hatırasını canlı tutmak için yerleştirilmiş bir anıt olduğunu fark edip sevindiğimi hatırlıyorum.” Gürle satırlarını Kavanagh’ın şu dizeleriyle noktalıyor: “Dublin’e giderseniz bir gün eğer / Bundan yüz yıl kadar sonra / Baggot Caddesi’nde beni sorun / Nasıl davranmışım tanıdıklarıma?”
Gidişimizin ardından bu soruya verilecek yanıtlar geliyor ister istemez insanın aklına… Ardımızda iyi sözlerle anılacağımız temiz bir geçmiş bırakabilmeyi umalım. Ve Meltem Gürle’nin ‘sonsöz’de alıntıladığı İrlandalı şair, rahip ve filozof John O’Donohue’ye ait şu temenniye ortak olalım;
“İyi dostların yakınlığıyla kutsanmış olasınız.”
'Kızılcık Şerbeti'nde 'Pembe' karakterini canlandıran oyuncu Sibel Taşçıoğlu'na veda paylaşımı yapmayan Evrim Alasya'dan sert açıklama geldi.