13.09.2021 - 07:52 | Son Güncellenme:
Biz Yeşim ve Tunç. İkimizde otuzlu yaşlarımızdayız, İstanbul’da doğup, göç edene kadar hep bu şehirdeydik. Alemiz, okullarımız, işlerimiz ve anılarımızın çoğu bu metropole dair aslında. İşlerimizse etkinlik ve organizasyon sektörünün renkli, eğlenceli ama bir o kadarda zorlu, uzun çalışma saatleri olan fotoğraf bölümüydü. Birimiz bu sektörün fotoğraf ve videolarını çekerken diğerimizse satış, koordinasyon ve iletişim tarafındaydı. Evimiz, şehrin en hareketli yerlerinden biri olan Şişli’deydi ama biz her fırsat bulduğumuzda köpeğimiz Justinle birlikte apartman karmaşasından kaçıp doğaya atardık kendimizi. Zaman zaman kamplar ve kimi zamansa uzun trekkingler(Likya Yolu - Troya Yolu gibi rotalar) yapmak için yollara düştüğümüz çok oldu.
Aslında ikiside desek mi? Çünkü oturup plan yapmasakta zaman zaman zihnimize ve kelimelerimize düşen bir fikir 'göç'. Özellikle kamp akşamlarında sessizliğin verdiği dinginlik hissi, doğanın bizi yenilemesi konuyu çok kez ‘’Bir köye mi göçsek’’ döngüsüne getiriyordu. Pandemiyle birlikte sıkışıp kaldığımız daire, sektörün belirsizliği ve biraz cesaretle anlık bir karar verip bir kaç ay içinde toparlanıp düştük yola.
Ailelerimiz bizi tereddütsüz destekledi diyebiliriz hatta köyde geçen çocukluk yıllarından tecrübelerini ve dikkat etmemiz gerekenleri de karşılıklı oturup konuştuk. Yakın çevreyse 'Deli cesareti yapamazsınız’' ile 'Kesinlikle tam sizden beklenecek adım' cümleleri arasında gidip geldi.
Çocukken yaz tatillerinde gittiğimiz köy gezmeleri haricinde böyle bir deneyimimiz olmadı. Herkes inanılmaz geniş bir kavram ama beklentileri bu hayata yönelik olan ve gerçekten isteyen herkes yapabilir.
Köye göç denilince ilk akla gelen Ege ve Akdeniz oluyor. Fakat bu bölgelerde maalesef kendi özgün mozaiğini koruyabilen köy adeta kalmamış durumda. Hatta bilindik adı çıkmış bazı köylerde yerel halktan çok göç ederek gelen şehirliler var. Birde yerleşmek istediğiniz konumun sadece coğrafyasını değil insanını da baz almalısınız. Nasıl ki seçtiğiniz coğrafyanın sıcağına soğuğuna alışabilir miyim diye değerlendiriyorsanız yöre halkının örf adetine uyum sağlar mıyım diye de düşünmek lazım."
"Biz bu konuda aslında şanslıyız. Çünkü Kırklareli’nin Babaeski ilçesine bağlı Alpullu Belde’sinde var olan, şans eseri yatırım amaçlı alınmış aile evine taşındık. Trakya halkının sohbetini ve eğlenceli kimliğini yaptığımız gezilerde az çok tecrübe etme şansımız olmuştu. Alpullu’nun az nüfusu, tüm mevsimlerin yaşanabilir olması, gerektiğinde şehir merkezlerine hızlı ulaşılabiliyor olması ve İstanbul’dan bir an evvel gitme isteği bu süreci çok kolay bir hale getirdi.
Öncelikle bir ev satın almadan ya da kiralamadan önce emsali örneklerin fiyatı hakkında bilgi edinilmeli hatta muhtarlarla fikir alış verişinde bulunulmalı. Markalaşmış köyler çemberinin haricinde alternatiflere bakıldığında ‘’yeter ki evimde biri otursun’’ diyen bir çok kişiye ulaşmak hiçte zor değil.
İkimizin ailesinden de hiç kimse Alpullulu değil fakat Yeşim'in annesi yıllar önce buradan yatırım maksatlı bir köy evi almış. Biz boşta duran bu evi değerlendirdik. Kira ödemiyoruz.
Tam iki ay sonra birinci yılımız doluyor. En zorlandığımız şey her konudaki opsiyonların azalma durumu oldu. Örneğin köyde minibüsler saat başı, kaçırdığınız zaman bir sonraki minibüsü beklemek zorundasınız. Beklemek istemiyorum taksiye binerim gibi bir seçenek de yok çünkü köyde taksi yok. Sipariş veriyim alışverişim yemeğim eve gelsin kolaylığı yok çünkü eve teslimat yapan hiçbir uygulama köylere dağıtım yapmıyor. Kıyafet alışverişi, kuaför ve kişisel bakım için en yakın merkezlere gitmeniz gerekiyor. Köyde terzi var ama giyim mağazası yok.
Özellikle şehirde içinden çıkamadığımız fast-food buralarda olmadığı için bizim adımıza harcamalarımızda ciddi bir azalma oldu. Köyde dolaplarca kıyafet ihtiyacınız hiç olmuyor ve bu aslında ciddi bir gider. Yaz süresince domates, biber, kabak gibi bir çok sebzeyi kendimiz yetiştirdiğimiz için mutfak masrafımız azaldı. Peki ya meyve? -evet her evin bahçesinde farklı bir meyve ağacı var ve komşuculuk burada takasa dönüyor. Bizden onlara ve onlardan bize gerçekten hiç bu kadar meyve yememiş bile olabiliriz. Apartman aidatı yok. Süt alıp kendi yoğurdumuzu yapıyoruz gibi bir çok küçük görünen kalemi alt alta topladığımızda maliyetlerimiz gerçekten azaldı.
Şimdilik freelance, uzaktan hizmet verebileceğimiz video montajı, fotoğraf editi gibi işler alıyoruz. ''Azıcık aşım ağrısız başım’’ diyebilene çok zor değil. Hatta çalışmak isteyene köy hoparlörlerinden duyduğumuz yakın merkezdeki iş ilanları anonsları oluyor.
Yaşamadık demek gerçekten haksızlık olur. Küçükte olsa bir bahçemiz var, güneşi görebildiğimiz ve çok soğuk olmayan her anı hatta ilk bahar akşamlarını bahçede geçirdik. Bir şeyler ektik, kendi becerilerimizi, yapıp ya da yapamayacaklarımızı deneyimledik. Sadece çarşıya giderken maske taktık, az nüfus olduğu için daha az risk olduğu için sinirlerimiz yıpranmadı. Üretebileceğimiz el işleri denedik ve zaman nasıl geçti bilmiyoruz.
En önemli zorluk sahip olduğumuz alışkanlıklar olacaktır. ‘’Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır’’ Platon’un bu felsefesiyle harmanlanmak lazım ‘’zor’’u görmeden ya da yola çıkmadan hemen önce. Tecrübe etmediğimiz her konu bize zor gelebilir, belki bize zor gelen bir başkası için ‘’çocuk oyuncağı’’ olacaktır. Henüz hayvancılık ve kazanç amaçlı ekip biçmediğimiz için net başlıklar vermeyiz gibi duruyor.
İlk soruya başımızdan gecen anımsadıkça içimizi ısıtan bir anımızla cevap verelim. İlk gün eşyalar kamyondan indirildi ufak tefek yerleşmelerimizi yaparken kapımız çaldı. Komşulardan biri ''hem hoşgeldiniz hem mutfağınız hazır değildir, yorulmuşsunuzdur da'' diyerek bir tepsi yemek getirdi. Bağın oluşturulma şeklindeki naiflik ve şevket büyüleyiciydi."
"Metropol yaşantımızda bırakın mahallenizdeki komşuyu aynı apartmanınızdaki insanı tanımazken, köyde kasabınızdan tutunda haftada bir gelen pazarcı amcanın bile halini hatırını ailesini sorar selamlar olduk. Biri evinde turşu mu yapmış, kapımız çalındı bize de ikram edildi, bir evin bahçesinde saç da gözleme mi var, semaverde çay mı var mutlaka bize de verildi. Alışverişin ve takasın iyi niyetin ve komşum aç mı tok mu düşüncesinin bizde filizlenmesini komşularımıza borçluyuz.
Hiç olmadı ve umarız da yeniden şehre dönmek zorunda kalmayız.
Maalesef hala öğün atlıyoruz, iş hayatımızın kazandırdığı düzensiz uykuları yeni yeni atlatabildik gibi bir kaç küçük detay.
Kendi yaşadığımız tecrübeye istinaden; istemek ve yapmak arasında sadece bir adım var. Gerçekten istiyorlarsa o adımı atmaktan çekinmesinler. Hayalini kurdukları ya da plan yaptıkları lokasyonu sadece internetten edindikleri teorik bilgilerle değil mümkünse yerinde görerek değerlendirsinler. Hayatını devam ettirebilecekleri kazancı, kendi bilgi ve becerilerine göre değerlendirsinler.
Karavan hayatını deneyimlemek istiyoruz ve bunun için gerçekten çok çalıştık, zorlu süreçlerden geçtik ve mental olarak hazırlandık. Bir süre karavanla, 15 M3 bir panelvanın içinde gezerek hem çalışıp hem yaşamayı hedefliyoruz. Köy hayatında büyük aksilikler olmazsa kesinlikle kalıcıyız. Gezip gezip köyümüze döneceğiz:)