Nesiller arasında sağlıklı bir ilişkide büyükanne ve büyükbabalar sadece torunlarıyla yeni bağlar kurmakla kalmıyor, aynı zamanda çocuklarıyla eski ilişkileri onarıp yeniden şekillendirme fırsatı sunuyor
Ülkemizde 18-24 Mart arası “Yaşlılara Saygı Haftası.” Türkiye’nin yaşlı nüfusunun, son 5 yılda 96 ülkenin toplam nüfusunu geçtiği görülüyor. 2060 yılında nüfusun yüzde 30’a yakınını yaşlıların oluşturacağı öngörülüyor. Öyle ki, yaşlı ve hasta bakımı geleceğin en çok ihtiyaç duyulacak meslekleri arasında gösteriliyor. Öte yandan, yaşlılarımız giderek yalnızlaşıyor. Özellikle büyük şehirlerde geniş aileler tarihe karıştı. Nineleri ve dedeleri ile birlikte vakit geçiren, aynı evi paylaşan, onların deneyiminden öğrenen çocuklar kalmadı.
Psikolojik dayanıklılığı artırıyor
Eskiden aile büyükleri ile yaşamak ve onların değerlerinden, deneyimlerinden hayatı öğrenmek büyük bir şanstı. Kadim bilgi, nesiller boyu aktarılırdı. Bu durum çocuklar için olduğu kadar, anne babalar için de büyük bir nimetti. Çünkü bir çocuğu bir köy büyütür. Ama artık o köyler yok! Çocuklar artık aile büyüklerinden görüp öğrenmek yerine, odalarında tek başına ekranlar karşısında öğreniyor. Oysaki araştırmalar, daha geniş ailelerin içinde, farklı kişilere maruz kalarak büyüyen çocukların psikolojik dayanıklılıkların daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş, içinden geçilen dönemin olumsuz yanlarından birinin geçmişe ihtiyaç duyulmaması olduğuna şöyle işaret ediyor: “Geçmişte genç kuşakları yaşlı kuşaklara bağlayan süreçler vardı. Tarım toplumlarında deneyimler bir kuşaktan diğerine aktarılırdı. Anadolu’da kırsal yaşam koşullarının sürdüğü dönemlerde anne ve babalar tarlada çalışır, büyükanne ve büyükbabalar, çocuklara bakarken onlara kendi deneyimlerini aktarır ve çocuklar da onların geçmişe dönük anılarını öğrenirdi. Bu döngü, günümüzde en başta kentleşme ve metropolleşme olmak üzere, birçok sebeple kırıldı.”
“Deneyime itibar edilirdi”
Prof. Dr. Acar Baltaş, yaşam biçiminin değişmesinin yanında, geçmiş deneyimlerin tümüyle önemsiz ve değersiz görüldüğünden de söz ediyor: “Eskiden deneyim sahibi büyüklere itibar edilirken, şimdilerde sosyal medya fenomenlerine ilgi duyulduğunu, çocukların tanımadıkları bu kişileri rol model olarak gördüklerini anlatan Baltaş, bu durumun sakıncalarını şöyle gözler önüne seriyor: “Her kuşak tarihin kendisiyle başladığına inanır. Böylece genç insanların bildiği tek geçmiş kendi kişisel geçmişleridir. Geçmiş zaman gelecek zaman tarafından yok sayılınca yıkım kaçınılmaz olur. Bunun sonucunda toplumları yöneten davranış kuralları önemsizleşir ve değersizleşir. Örneğin nezaketsizlik ve kabalık norm oldu. Nefret söylemleri, ayırımcılık ve yalancılık doğal karşılanmaya başlandı ve şiddet demokratik bir hakka dönüşmüş durumda. Sorumluluğun yerini hak aldı.”
Anne - baba kontrolünde büyümek!
Günümüzün çocukları, anne-baba kontrolü altında büyüyor. Her adımları, ebeveynleri tarafından planlanıyor ve kontrol ediliyor. Sorunlar ebeveynler tarafından çözülüyor. Oysa eskiden anne-baba dışında aile büyükleri, çocukları harekete geçmek için cesaretlendirir ve bu durum onlara deneyim kazandırırdı. Kalabalık ailelerin içinde çatışmalar, çözüm yolları, iş birliği öğrenilir ve bu sayede psikolojik dayanıklılık gelişirdi. Acar Baltaş, konunun bu boyutunu şöyle değerlendiriyor: “Erken yaşlardaki hayat yolculuğu kişiye, verdiği kararların veya davranışlarının sonuçlarıyla karşılaşmasını ve sonuçlarına katlanması gerektiğini öğretir. Bu mücadele sırasında başarısız olduğunda düşmeyi, daha sonra kalkıp devam etmeyi öğrenir. Ancak başarıyla zehirlenen çocuklar, en küçük bir zorlanma karşısında geri çekiliyor ve vazgeçiyor. Aileler de ‘istemiyorsa yapmasın, zorla olmaz’ diyebiliyor.”
“Küçük yaşta sorumluluk vermek önemli”
Öte yandan, ekonomik imkânı kısıtlı ailelerin çocukları, erken yaşlardan başlayarak aile hayatı içinde sorumluluk üstlenebiliyor. Prof. Dr. Baltaş bu durumu şöyle yorumluyor: “5 yaşındaki çocuklar, Karadeniz’de geniş aileleriyle birlikte çay topluyor, köylerde hayvanların bakımını üstleniyor. Böylece bu çocuklar hayata ve zorluklara karşı dirençli oluyor ve yüksek düzeyde sorumluluk duygusu geliştiriyor. Sık duyduğum ‘ayağına taş değmesin’ sözü bana göre dua değil bedduadır! Çünkü ayağa değen taşlar, çocuğu konfor alanının dışına çıkarır ve potansiyelini geliştirmesine imkân sağlar.”