Yeni oyuncular dahil oldukça Fenerbahçe’nin kazanma alışkanlığı kaybolmuş takım özelliğinden giderek daha fazla mücadele eden ve kazanan takıma doğru evirileceği sinyallerinin alındığı bir karşılaşma izledik.
Son top Josef’in değil de mesela Guiliano’nun ayağına gelse ve bu vuruş gol olsaydı muhtemelen Fenerbahçe’de çok şeyin değişeceği bir milat yaşanırdı.
Fenerbahçe ekmeğini taştan çıkaran emekçi gibi gol atan ancak bir miras yedi gibi basitçe goller yiyen takım olma özelliğini koruyor.
Kalesine gelen her topun gol olabildiği Avrupa’da böyle başka bir takım var mıdır, izlediklerimiz arasında benzerine rastlayamıyoruz.
Sekiz gün içinde kalesinde gördüğü 6 golün hiçbiri rakiplerin pozisyon ve yerleşim çalışmasıyla attıkları türden değildi.
Daha karşılaşmanın ilk dakikalarında gelen şok gol hem stadyumdaki taraftarın hem de sahadaki takımın başlangıç enerjisini aldı götürdü.
Trabzonspor tipik bir deplasman takımı gibi mücadele etti. Ersun Yanal’ın geçen sezonu bu futbolu oynatmak için mi heba ettiğini insan kendisine sormadan edemiyor.
Maç sonundaki faullere ait 28-17’lik istatistik herhalde Trabzonspor’un ne oynadığına dair önemli bir ipucu verir bizlere.
Futbolda bazı futbolcuların kadersizliği vardır; birçok yerde oynatma opsiyonu varmış gibi görünür ancak o futbolcular zaman içinde orijinal futbol karakterlerini ve oyun melekelerini bile yitirirler.
Mehmet Topal çok iyi futbolcu olmasına karşın her geçen gün bu tür erozyonu yaşıyor; sevimsizleşiyor.
Dün geceki maçın Fenerbahçe adına en kötüsüydü, yenilginin baş sorumlusu olacaktır; ancak çok iyi biliyoruz ki şu karşılaşma öncesinde Türkiye’de futbol bildiğini iddia eden kime sorsanız Mehmet Topal’ın stoper oynamasını yadırgamazdı.
Fakat ihale Mehmet Topal’a kaldı ve ülkenin futbol iklimi gereği hem Aykut Kocaman hem de oyuncu günah keçisi olarak uçurumdan aşağı atılmaya çalışılacak.
Ortada şöyle bir gerçek var Fenerbahçe’nin savunması geçen senenin kat be kat gerisinde; peki Fenerbahçe böyle golleri geçen sene de yemiyor muydu?
Kuşkusuz!
Normal şartlarda asla bir araya gelemeyecek kötü senaryoların hepsi peş peşe yaşanıyor.
İlk golde Mehmet Topal’ın ters kafası rakip takımı bire birde pozisyona soktu, ancak sezonun en hazır ve en güvenilir oyuncusu Skrtel’in ayakta duramaması ne rakip oyuncunun becerisiydi ne de Skrtel’in beceriksizliği…
Fenerbahçe’nin geçen seneki kadrosunun neler yapabileceği, nasıl oynayacağı, nasıl hatalara sebebiyet verebileceğini üç aşağı beş yukarı artık biliyoruz; bu nedenle Volkan Demirel’in yediği birinci gol de savunma hatalarıyla gelişen ikincisi de aslında çok şaşırtıcı olmuyor.
Fenerbahçe geçen sezon öncelikle böyle goller yediği için lig yarışında geride kaldı, bir türlü aradaki puan farkını kapatamadı.
Üzerine şu yorumu da yine tekrar edelim; Fenerbahçe yıllardır yediği gibi goller gibi gol atamıyor, attığı goller gibi de yiyemiyor.
İlkinde Volkan Demirel plonjon gösterisi yapmak yerine topu yumruklayıp çıkarmış olsaydı Fenerbahçe böyle bir gol yemeyecekti.
Buna benzer gol atabiliyor mu?
Attığı zaman ülkenin tüm spor iklimini zehirlemiş duayenleri Fenerbahçe’nin yine üçüncü türden bağlantılar içinde olduğuna dair andropozlu yorumlarıyla ellerinden başka bir şey gelmediğinden nasıl nefret tohumları saçtığını da biliyoruz.
İkinci golde peş peşe iki savunma zafiyetini görüyoruz; Scarione topu aldığı yer itibarıyla pozisyonun gole dönüşeceğini düşünmek oldukça zordu.
Roman rakip sahadaki savunmanın yapmayacağı şekilde hücum oyuncusunun yolunu açtığı sırada arkadan yetiş
Yıllardır Fenerbahçe’nin birçok eksik, yanlış, hatalı tarafını konuştuk durduk; bir kere hatırlıyor musunuz “Fenerbahçe ne gol yedi, adamlar nasıl da yaratıcı bir atak organizasyonuyla golü buldular” şeklinde bir tepki verdiğimizi?
Yediği golü hatırlayalım…
Sağ kanatta takımın en kalabalık olduğu bir bölgede topun havada yere düştüğü anda bir kere fazla sekmesi ile kaçırılan rakip oyuncunun attığı ara pasa koşan diğer oyuncu ters tarafta kademeye giren Fenerbahçe’nin sol kanat bekini yumuşak bir bilek hareketiyle kolayca geçip, üç pasla golü buluyor…
Atağın başladığı andan itibaren peş peşe üç müdahale yanlışı var ve bunlar rakip oyuncunun pozisyon bilgisi ve yeteneğinden kaynaklanan bir durum değil.
Hasan Ali gibi yıllardır Fenerbahçe forması giyen bir oyuncunun bire bir kaldığı pozisyonda savunmanın en temel bilgisini unutup yeni başlayan bir futbolcu gibi rakibin karşısında kalmak yerine onun bilek hareketine aldanarak oyundan düşmesi ve eksilmesi “nereye kadar” sorusunu da ister istemez beraberinde getiriyor.
Hasan Ali’nin bir başka pozisyonda Valbuena’nın boşa açtığı bir organizasyonu rakip kaleciye teslim etmesi oyunun her iki tarafında da tüm tepkileri üzerinde
Aykut Kocaman’ın maç öncesinde forvette yapacağı oyuncu seçimiyle ilgili yorumunu tekrar hatırlayalım.
“Santraforda, tecrübesi yüksek oyuncu yerine pozisyon tecrübesi olan oyuncu kullanacağız.”
Türkiye’de böyle bir cümle kurabilecek kaç teknik adam var; aklınıza ikinci isim geliyor mu?
Bu adam Fenerbahçe teknik direktörüdür.
“Ahmethan’ın genç olmasına rağmen pozisyon tecrübesi var.” Diye oynatıyor.
Pozisyon tecrübesini bugün Fenerbahçe için söyleyebilmek mümkün görünmüyor; ancak zaman, tekrar, çalışma ve özellikle kendine güvenen bir oyuncu topluluğuyla başka bir Fenerbahçe izleyebileceğimizin sinyalini aldık.
Aykut Kocaman 2010 yılında Fenerbahçe’nin başına geçtiği ilk dönem böyle bir hamleyi kuşkusuz yapamazdı. Bugün de ne yaptığını anlayamayan birçok fikrisabite rağmen geride bıraktığımız yılların kazandırdığı tecrübe ve kendine güven ile belki de yedi sene önce kafasında olan modeli hayata geçiriyor.
Gerçekten çok önemlidir!
Sayın Başkan mealen diyor ki “basketbola bu kadar para harcamak aptallıktır!”
Ama işin ucu öyle değil işte…
Mesela 3-4 milyon euroya bir takım kuruyorsun, sezon boyunca en fazla 50 maç falan izliyorsun.
Oysa 25-30 milyon euro harcadığında üzerinde 20-25 maç daha yapan bir takımın oluyor; üstelik Avrupa’nın birinci sınıf takımlarıyla bir arada oluyorsun, onlarla final four’lar falan yapıyorsun.
Şampiyon oluyorsun!
Bu kadar mı?
Hayır!
Üzerine herbiri başka bir senaryoya sahip 75-80 maç yapıyorsun.
Karşılaşmanın son 8 saniye kala hücum setiyle zar zor uzatmaya taşındığı yanılgısından hareket ederek; “Fenerbahçe 25-30 milyon eurolar harcayarak takım kuruyor, 3-5 milyon euro ile Beşiktaş takımı Euroleague Şampiyonuna parkeyi dar ediyor” genel kanısına sahip basit düşünemeyi alışkanlık haline getirmiş bir spor kamuoyumuz var.
Onların içinde barınan bir takım yorumcuların buna “basket geyiği” adını verdiğini de görüyoruz, kuşkusuz şaşırmıyoruz.
Spor dediğimiz şeyi sadece futbol penceresinden bakarak gören, onu da beceremeyen, rekabet, sportif ruhtan bihaber anlayışın zaten bize neler yaşattığını geçen hafta Milli Takım özelinde yaşadık gördük.
Geçtiğimiz senelerde meseleyi “salonu doldurur sana cehennemi yaşatır ve kazanırım” şeklinde değerlendiren ve Obradovic’e saha ortasında “beni dolu tribünler önünde asla yenemezsin” diye kafa tutan Ergin Ataman’ın bu sezon Euroleague ve Basketbol Ligimizde yaşadığı hüsran ve son ortadadır.
Dün akşam Akatlar’da dolu tribünler önünde karşılaşma dört defa durdu ve sonuncusunda da boşaltıldı.
Üstelik dördüncü sefer durmasına Beşiktaş’ın kenar yönetiminin bir sporcunun terini silmek için bir kaç saniye beklemesine gösterdiği
Bu sezona dair bir kaç olayı tarihe not düşmek gerekiyor.
Belki yazarken daha iyi anlar, okurken görmediğimiz bir şeyler varsa bunu değerlendiririz.
Çok çarpıcı üç tuhaf olayı konuşacağız.
Galatasaraylı yönetici Nasuhi Sezgin Antalyaspor ile oynanan ve kazandıkları bir karşılaşma sonrasında “takımın geçmiş dönemde bilerek ve telkinle maçlar kaybetmiş olduğunu” ağzından kaçırdı.
Açıklamanın bir ironi ya da ima ile yakından uzaktan ilgisi yoktu.
Vücut dili itibarıyla espri de yapmıyordu. Zaten ortada “fol” ve yumurtanın olmadığı bir yerdeydiler.
Ha bu arada fol nedir, bir fikri olan var mı?
Küçüklüğüme dair tarihlerde babam evde kanarya beslerdi. Zaman zaman da onları çiftleştirirdi. Yuva olarak kafesin yanına yerleştirilen yerin içine yalancı yumurta koyduğunu hatırlıyorum. İlk defa o zaman duymuştum. Yalancı yumurta hem dişi kanaryaya yumurtlayacağı yeri gösteriyor hem de onu motive ediyordu.