Ateşkesi bozan İsrail, iki aydır Gazze’ye gıda, ilaç, çadır veya başka bir yardım girişine izin vermiyor...
İki milyondan fazla Filistinli açlıktan ölüme mahkum edilmiş durumda. İnsani yardım kuruluşları tarafından yapılan bir çalışmaya göre, sadece mart ayında 4 bin civarında çocuk, akut yetersiz beslenme nedeniyle hastaneye kaldırıldı... Bebekler, çocuklar açlıktan ölüyorlar artık... Bırakalım yağdırdığı bombaları soykırım sürüyor yani... Nitekim BM, daha yeni İsrail’in Gazze’ye iki aydır uyguladığı “acımasız ablukayı kaldırma” çağrısında bulunarak, yardımın bir pazarlık konusu olmaması gerektiğine vurgu yaptı... Ama her zamanki gibi İsrail’in BM’yi taktığı, dinlediği falan yok. Başbakanları katil Netanyahu bunu bir de Hamas’a baskı uygulamak, İsrailli rehineleri kurtarmak amacıyla yaptıklarını söylüyor hiç utanmadan... Bu durumda da normalde dünya ülkelerinden “yeter artık” demelerini bekliyor vicdanlar... Ama başından beri katliamı soykırımı seyrettikleri gibi hiçbirisinden yine tepki
Özgür Özel’in, bir gün arayla yaptığı iki açıklama CHP’lilerin de siyaset dünyasının da kafasını karıştırdı... Herkes Özel’in ne dediğini ya da ne demek istediğini sorguluyor, anlamaya çalışıyor. İmamoğlu’nun vazgeçilmezliği ama Yavaş’ın da sanki oyuna dahil ediliyor algısı üzerine de senaryolar, öngörüler havada uçuşuyor... Oysa Özel’in ne dediğini ya da ne demek istediğini sorgulamaktan ziyade ne demediğine odaklanmak CHP’deki denklemi çözmek adına çok daha doğru yöntem gibi… Mesela Özel çok net bir şekilde Yavaş Cumhurbaşkanı olsun, İmamoğlu başbakan olsun demiyor. Kesin tek adayımız dediği İmamoğlu’nun olamama olasılığında ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız Yavaş olur falan hiç demiyor… Yavaş olursa ya da düşünülüyorsa da sonrası için, o da belki... Dolayısıyla “alacağız” iddiasındaki seçim başarısı ve sonrasında hızlıca güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş yolunu açacak, CHP’yi iktidara taşıyacak,
ABD ve İsrail, nükleer silah geliştirme potansiyeli endişesiyle İran’a tehditler savururken, hatta hafiften yoklarken, Tahran nükleer programın yalnızca sivil amaçlar için sürdüğünü, silah geliştirmediğini iddia ediyor. Ancak küresel nükleer gözlemci Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) dahil birçok ülke ve kurum buna ikna olmuş değil. Bu da, İran dahil neredeyse tüm ülkelerin imzaladığı Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na (NPT) aykırı bir durum... Ama diğer yanda da dünyada nükleer silah geliştirmiş olarak kabul edilmesine rağmen açıklamayan ve Nükleer Silahsızlanma Antlaşması’nı imzalamamış olan İsrail var.. İsrail resmi olarak nükleer belirsizlik diye tanımlanan bir siyaset izliyor. Dolayısıyla ABD ile nükleer görüşmeleri süren İran’ın, İsrail de uluslararası denetime açılmalı şartına karşı “ben anlaşmaya taraf olmadığıma göre beni alakadar eden bir durum değil” havasında Netanyahu... Böyle bakıldığında da yanıtı son derece anlamlı soru şu:
İran’da nükleer
İstanbul’u korkutan Silivri hattındaki fay kırılması deprem uzmanlarını ikiye böldü… Tamam artık daha büyük deprem olmaz diyende var, önemli bir sarsıntıydı ama bu korkulan İstanbul depremi değil görüşünü ısrarla savunanlar da... Dolayısıyla buna bağlı olarak hangisine inanma tartışması, polemiği sürüyor bir yandan da... Hatta keskin dilde suçlamalar veya övgüler içeren bir kutuplaşma havası söz konusu... Felaket tellallığı yaparak, halkın korku panik ivmesini tetikleyenler ya da yüreklere su serperek, insanları rahatlatan, sakinleştirenler anlamında... Yani fayların, adlarını yerlerini, boylarını, deprem üretme özelliklerini bıraktık, şimdi de kafayı “İstanbul’da korkulan o büyük deprem olacak mı olmayacak mı” konusuna taktık. Herkes kafasına uygun şeyler söyleyen ya da istedikleri cevabı veren hocayı bulmaya çalışıyor, onun dediklerine itibar ediyor. Aksini söyleyenlere tepki gösteriyor, onu dinleyenleri de eleştiriyor, küçümsüyor, kızıyor. Bu arada popüler olmak uğruna şov yapanlar da var.
23 Nisan çoşkusuna, yurdun dört bir yanındaki törenlere odaklanmışken, İstanbul genelinde hissedilen Silivri merkezli sallantılarla korku fayı tetiklendi ve büyük panik yaşadık. İletişim çöktü, bayram günü, resmi tatil olmasına rağmen trafik kilitlendi, sosyal medyadaki yalan yanlış ya da abartılı paylaşımlarla insanlar sokaklara döküldü, parklarda, bahçelerde toplandı. O arada da bildik endişe ve tartışmada vizyona girdi yine:
Sallantılar büyük depremin öncüsü ya da habercisi mi, o meşhur fayı tetikler mi?..
Bunlar merakları gidermek, vatandaşı anlık rahatlatmak açısından elbette ki önemli ama korkulan sonu değiştirecek bir gösterge olmadığı da açık. Çünkü deprem bilimcilere göre, korkulan o fayın tek ya da parçalı olarak kırılması kaçınılmaz. Bilimsel anlamda 1999’dan itibaren öngörülen zaman da dolmak üzere,belki de doldu bile...Yakın zamanlarda sıklaşan ve art arda gelen son sallantılarda bunun en ciddi uyarıları...Onun içinde artık anlık rahatlamalarla durumu geçiştirmek yerine
Suriye’deki değişimi kabullenemeyen, Türkiye’nin hem bölgede daha da güçlenmesinden hem de İsrail’in Gazze’deki soykırımı, alçaklıklarına tepkisini ve dünyaya duyurmasından rahatsız olan Netanyahu, ABD’nin asker sayısını azaltma kararıyla hepten şuursuzlaştı?... Bölgeyi, Suriye’yi karıştırmak, istikrarsızlaştırmak için terör örgütü YPG/PKK’yı hepten sahiplenip, “arkanızdayım” diyerek gazlıyor pervasızca. Hatta Türkiye’ye karşı “düşmanım” dediği İran ile iş birliği girişimleriyle daha da alçalıyor... İşgal ettiği topraklarda kalıcı olduğunu söylüyor, İsrail jetleri Suriye üzerinde uçuyor, kafasına göre de istediği yeri vuruyor... İsrail saldırgan ve yayılmacı politikalarından vazgeçmiyor yani… Bunlara karşı Türkiye de diyor ki: Suriye’de artık yeni bir dönem var, buraları ben tutuyorum kafana göre takılamazsın... Jetlerimizin karşı karşıya gelme durumunda hava teması olabilir... Malum yıkılan Esad rejiminde alenen İsrail’e göz yumulma durumu dahi söz
Terör örgütü PKK, Öcalan’ın “silah bırakma” ve “kendisini feshetme” çağrısının gereklerini henüz yerine getirmedi. Ama süreç ağır da olsa işliyor… Nisan sonu ya da mayıs başı tarihlerine dönük beklentiler söz konusu derken, DEM Partili Pervin Buldan’ın “Haziran sonuna kadar sürecin tamamıyla başarıya ulaşması bekleniyor” sözleriyle buna eklenen bir tarih daha oldu malum... Sürecin anlamlı aktörlerinden DEM Partili Sırrı Süreyya Önder’in geçirdiği kalp rahatsızlığından kaynaklı bazı yeni gelişmeler de olabilir. Zira Allah şifa versin, Önder’in geçirdiği rahatsızlık uzun bir nekahet dönemi gerektiren bir durum. Dolayısıyla haziran deniliyorsa, önümüzdeki 2,5 ay içinde süreçle ilgili gelişmelere fiilen katılması zor görünüyor. Yine İmralı Heyeti’nden Ahmet Türk’ün de sağlık sorunları nedeniyle bazı görüşmelere katılamadığı biliniyor... Bu durumda da önümüzdeki günlerde DEM Parti, muhataplarıyla da
CHP Genel Başkanı Özgür Özel,19 Mart’tan bu yana sergilediği performansla çok farklı bir görüntü veriyor… Saraçhane buluşmalarında oluşan rüzgârı arkasına alan ve Maltepe mitingiyle de yüksek bir ivme yakalayan Özel artık dümeni hepten müzakereden mücadeleye kırmış durumda... Konuşmaktan, suçlamaktan çekinmeyen, gerekirse kavgaya davet eden bir lider pozisyonunda. Hem de oldukça sert bir dozda ve dilde...
İlk başlardaki parti içerisinden gelen tepkilere rağmen siyasette yumuşama ya da normalleşme adına ne derseniz deyin daha uzlaşmacı tavrı, yaklaşımının tam aksi bir görüntü içinde yani… Dolayısıyla Özel’in bu tarzı, üslubuyla önceki Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu mu anımsatıyor ya da Özel, Kılıçdaroğlu’nun dediğine mi geldi, ona mı benzedi tartışmaları yapılıyor bir yandan da... Bu bağlamda da epey görece, kafa karıştıran yorumlar var. Mesela Kılıçdaroğlu’nun daha sakin ve sabırlı olduğu, Özel’in ise fevri, çok atak, gözü pek, lafını