Katil Netanyahu ve takımı Hamas’ı cezalandırma adına çocuk, kadın, gözetmeden 55 bin sivili, öldürdü, öldürmeye de devam ediyor. Bunlar da bilinenler ve kayda geçenler. Yaralı kurtulan çocukların da bir çoğu sakat, kiminin kolu, kiminin bacağı yok.. Kana doymayan, aylardır Gazze’ye uyguladığı ablukayla, insani yardım girişini engelleyen, çocukları açlıktan ölüme mahkum eden Netanyahu şimdi de ne diyor? Gazze’deki saldırıların sona ermesi ABD Başkanı Trump’ın Filistinlilerin sürgününü öngören planına bağlı. Bu ne demek? Filistin halkı vatanlarını terk edecek, bölgenin tamamı İsrail ordusunun kontrolünde olacak. Yani Netanyahu, ABD Başkanı’nı kullanarak Gazze’yi kalıcı olarak işgal etmeyi hedefliyor. Dolayısıyla Netanyahu’nun şu sıralar kendisinin önemli müttefiklerinden İngiltere, Fransa ve Kanada’dan gelen İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki askeri harekâtını genişletmesine dönük eleştiri ve uyarı içeren ortak açıklamayı falan takmadığı da açık. Kaldı
Deprem uzmanlarının İstanbul’da deprem beklenilen yer dediği Kuzey Anadolu Fayı’nın kuzey kolu en son 22 Mayıs 1766’da kırılmıştı. Bu, İstanbul’da 1509’dan sonra ikinci büyük depremdi. Tarihsel verilere göre; 1766’daki Kurban Bayramı’nın üçüncü günü (22 Mayıs Perşembe) meydana geldi, bu depremin artçısı olan sarsıntılar aylarca devam etti. Bu büyük depremden sonra ikinci bir kırılma 5 Ağustos 1766’da Tekirdağ açıklarında oldu ve İstanbul’daki yıkımın faturası daha da ağırlaştı. Dört binden fazla kişinin öldüğü İstanbul’da Topkapı Sarayı, Fatih Camii, Yedikule, Eğrikapı, Edirnekapı, şehir surlarında ağır hasar, Galata ve Pera, Kapalıçarşı, Ayasofya ve diğer camilerde hasar meydana geldi.
Şehirdeki depo ve hanların yıkılması yiyecek sıkıntısı yarattı, fırınlar ve değirmenlerin çalışamaz hale gelmesi halkın ekmek teminini zorlaştırdı. Şehre su sağlayan Ayvad Barajı hasar gördü, yer altı su dağıtım şebekesinin bir bölümü çöktü, bundan dolayı bazı bölgeler susuz kaldı.
Her sallantıda aklımıza gelen korkulan İstanbul depremi gibi Marmara Bölgesi’nde gizli fay endişesi de tartışılan konuların başında geliyor... İçinden Kuzey Anadolu Fayı geçen Marmara Denizi’ne kıyısı olan 7 tane il ve 50 tane ilçe var. O fayın yan kollarının doğrudan tehdidi altında olan yerler bile. Yani Marmara’nın içinden geçen Kuzey Anadolu Fay Zonu çok parçalı. Güney kol var, orta kol var, kuzey kol var ve bu kolların da birçok parçaları bulunuyor. Tıpkı bir ağaç gibi. Kolların birinde hangi deprem olursa olsun sarsılma anlamında İstanbul’u da etkiler Bursa’yı da etkiler, Kocaeli’ni de, Yalova’yı da... Ki bu bağlamda MTA’nın hazırladığı mevcut haritalarda görülmeyen ama aktif durumda olan gizli ya da gömülü diri faylardan da söz ediliyor. Bunlar da ancak deprem olduğunda keşfediliyor ya da özel araştırma projeleriyle... Üç üniversitenin Bursa’daki aktif fay hatları üzerine yaptığı ortak çalışmada keşfedilen ve 7.3 büyüklüğünde bir deprem üretebileceği
Trump-Şara görüşmesinin tarihsel önemi malum. ABD ile Suriye arasında devlet başkanları düzeyindeki son görüşme Mart 2000’de Cenevre’de dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ile Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad arasında gerçekleşmişti.11 Eylül saldırıları, ABD’nin Irak işgali ve Suriye iç savaşı gibi krizler sonrası oğlu Beşar Esad ise tam bir diplomatik izolasyona uğradı. Daha bir yıl öncesine kadar da böyle bir fotoğraf karesinden, hele de bunun Türkiye sayesinde geçekleşme olasılığından söz edilse “yürü git, hayal görme, saçmalama “ derlerdi söyleyene... Dolayısıyla bu görüntünün tarihe yeni notlar düşülmesi adına önemi var bir de... Bu bağlamda fotoğraf karesi için yanıtı son derece kritik soru “Türkiye olmasaydı ne olurdu” elbette... Hem kirli oyunları bozmak, hem de şimdilerde Suriye’nin yeni lideri Şara ile temas kurmak için yarışan, atıp tutan ülkeler açısından alınması gereken dersleri de bilip, görmek anlamında... Böyle bakıldığında da
Türkiye, son yıllarda yürüttüğü aktif diplomasiyle dünya genelindeki sıcak çatışma ve krizlerde barışın sağlanması adına kritik bir arabulucu aktör haline geldi. Yalnızca bölgesel değil küresel barışa da katkı sunan bir ülke konumunda... Doğudan batıya, Asya’dan Afrika’ya hemen her yerdeki krizlerde Türkiye’nin barış çabası var... Taraflar nezdinde güvene dayalı ilişkileri ve daha önceki başarılı arabuluculuk deneyimleri, Türkiye’yi doğal bir arabulucu aktör haline getiriyor. Bütün devletlere eşit mesafede duran, çıkarlar ve karşılık ya da gizli ajandalar üzerine değil küresel barışa odaklı pozisyon alan bir ülke olduğunu herkes görüyor biliyor... Putin’in Ukrayna ile doğrudan barış görüşmelerinin 2022’de kesildiği noktadan devam etmesi için İstanbul’u adres göstermesinin nedeni de bu zaten... Trump’ın da bunu çok net anladığı, gördüğü ortada... Dolayısıyla dünyanın gözü bir kez daha İstanbul’a çevrilmiş durumda... Kimi kalıcı barış
PKK’nın ilk silahlı eylemlerini gerçekleştirdiği 1984 yılından başlayarak bölgedeki saldırılarına karşı yapılan birçok harekâtı ve gelişmeleri izleyen, o günlerdeki katliamlara, acılara yakından tanıklık eden bir gazeteciyi örgütün fesih kararını duymaktan daha başka ne mutlu edebilir ki?..
Bu süreçte şehit haberleriyle canımız yandı, acımız çok büyük… Canımızı çok daha yakan ise şehitlerimiz üzerinden yapılan kısır siyasi tartışmalar, polemikler oldu. Hele de sosyal medya mecralarındaki haddini aşan paylaşımlar, yorumlar bu acının daha da artmasına yol açtı. Birileri Türkiye’nin terörle mücadelesine karşı psikolojik harp söylemleri, algı operasyonları yaptı... Kimileri de orada ne işimiz var diye Silahlı Kuvvetlerin sınır ötesindeki varlığını bile tartışmaya açtı... Hatta komplo teorileri havada uçuştu... Oysa tam da orada olduğumuz için bugün ülke sınırları içerisinde huzur ve güven ortamı sağlanmış durumda…
Dolayısıyla herkesin bugünkü manzaraya bakarken, değerlendirirken öncelikle
ABD Başkanı Trump’un duyurduğu ama karşılıklı ihlal edilen Hindistan ve Pakistan arasındaki “tam ve acil ateşkes” anlaşmasına dünyada üzülen tek ülke İsrail olmuştur kesinlikle... Çünkü İsrail Başbakanı Netanyahu ile Hindistan Başbakanı Modi aynı kafadalar. Netanyahu gibi Modi de kendi ülkesindeki Müslüman nüfusu baskı altına alma yönünde strateji izliyor. Netanyahu’nun Filistin topraklarında uyguladığı demografik dönüşüm politikasının benzerini yapıyor. Çoğunluğu Müslüman olan bölgeye Hindu yerleşimciler, Hindu grupların Müslümanlara saldırılarını görmezden gelme gibi... Bu ideolojik yakınlık, Hindistan ile İsrail arasında son yıllarda giderek derinleşen diplomatik ve askeri ilişkilerle de örtüşüyor. Dolayısıyla Hindistan’ın Pakistan’a saldırma bahanesi, Keşmir’in Hindistan idaresindeki bölgede gerçekleşen terör eylemi de her ne kadar üstlenen bir örgüt olsa da fazlasıyla İsrail tarzı tezgâhı kokuyor... Hatta doğrudan MOSSAD aklı, taktiği sanki... Hindistan’ın
Terör örgütü PKK kongresini topladığını duyurdu. DEM parti de yaptığı açıklamada “tarihi kararlar alındı” dedi. Ankara’nın beklentisi en başından beri örgütün en kısa süre içerisinde kongresini toplayıp İmralı’dan gelen çağrının gereğini yapmasıydı... Hep yinelenen de şuydu: Bu süreci ne kadar çok konuşursak ne kadar çok tartışmaya açılırsa zarar görme, provoke edilme olasılığı yüksek.. Ki İmralı Heyeti’nden yapılan açıklamalara bakıldığında da yazılı ya da sözlü çok kısa bilgilendirmeler oldu, sadece sürecin devam ettiğine yönelik vurgular öncelendi...
Bir yandan da Ankara, devlet zirvesi ısrarla şunu yineledi: Eğer çağrının gereği yerine getirilmezse zaten kesintisiz devam eden terörle mücadeleye hız verilecek. Bu bağlamda da b, c, d, hatta z’ye kadar planlar hazırdı bildiğimiz kadarıyla. Mesela Sincar’a yönelik kapsamlı bir süpürge harekatının başlayacağı konuşuluyordu... Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti sabırla ve hassasiyetle süreci