Rumeli Kavağı’nda, Otuzbir Suyu kadar belki de ondan da meşhur olan bir diğer mesire yeri, gününün tabiriyle bahçe ise “Fırıldak Bahçesi”ydi. Mahmut Yesari, 1943 yılında yazdığı “İstanbul’un Bahçeleri” isimli yazısında “Otuzbir Suyu ve Fırıldak Bahçesi”nden bahseder. Rumeli Kavağı’nın meşhur iki bahçesinden biri olan Fırıldak Bahçesi, özellikle Sarıyer ve Yeni Mahalle sakinlerinin beğendiği ve sıklıkla gittiği mesire yerlerinden önde gelenidir
Henüz ilkokula başlamamıştım; muhtemelen 1949 veya 1950 yılıydı. O dönemde Köprü’den kalkan Boğaz vapuru, Boğaziçi’nin neredeyse tüm iskelelerine uğrayarak Anadolu Kavağı’na kadar gider, daha sonra aynı iskelelere uğrayarak geri dönerdi. Haziran ayının başlarında bir gün, konu komşu oldukça kalabalık bir grup olarak Rumeli Kavağı’na, o dönemin tabiriyle mesireye gidilmeye karar verildi. Daha önceki yıllarda da gidilip gidilmediğini hatırlamıyorum. Ama daha sonraları birkaç kez daha gidildiğini unutmuyorum.
Kuzguncuk’tan Rumeli Kavağı’na
Kuzguncuk’tan, hemen hepsi kadın ve çocuklardan oluşan kalabalık bir grup olarak vapura doluştuk. Kuzguncuk’tan Boğaz’a doğru pek çok iskeleye uğrayarak Rumeli Kavağı’na vardık. İskelenin Sarıyer’e doğru olan bölümünde, deniz kıyısında masalarına kareli örtüler yayılmış bir kır kahvesine gittik. Her aile kendi getirdiği yiyeceklerle masalarını donattı. Biz, çocuklar, oyun oynamaya daldık. Bu arada büyükler sıkı sıkı tembih ettiler; “Daha karpuz kabuğu suya düşmedi, sakın denize girmeyin, üşütür hasta olursunuz!” Benden biraz büyük çocuklar yanlarında getirdikleri oltalarını açtılar ve iğnelerine, midyelerin içinden çıkardıkları yemleri takıp balık tutmaya başladılar.
İstanbul’da yaz henüz başlamamıştı, ama kırlara çıkma, bir dönem çok meşhur olan suları ziyaret etme vakti gelmişti de geçiyordu bile. Bunca yıl sonra o günün bazı anılarını bugün gibi hâlâ hatırlarım.
Otuzbir Suyu
Seneler sonra o gün gittiğimiz mesire yerinin adı neydi diye araştırınca, “Otuzbir Suyu” mesiresiyle karşılaştım. Deniz kıyısında, büyük çınar ağaçlarının gölgesine yayılmış çok güzel bir bahçe olduğunu hatırlıyorum. Rumeli Kavağı’nı çevreleyen tepelerin gerisindeki ormanlık alanda çok sayıda içme suyu pınarı olduğu bilinmekte. Bir dönem çok rağbet gören bu sulardan bazılarının hâlâ şişe suyu olarak satıldığı görülmektedir. Otuzbir Suyu’nun hangi hastalığa iyi geldiğini ise hatırlamıyorum. Ama İstanbul, özellikle de Boğaziçi köylerinde oturanlar için özel bir su olduğu unutulmamalı.
İlginç hikâyesi
Rumeli Kavağı’nda, Otuzbir Suyu kadar belki de ondan da meşhur olan bir diğer mesire yeri, gününün tabiriyle bahçe ise “Fırıldak Bahçesi”ydi. Mahmut Yesari, 1943 yılında yazdığı “İstanbul’un Bahçeleri” isimli yazısında “Otuzbir Suyu ve Fırıldak Bahçesi”nden bahseder. Rumeli Kavağı’nın meşhur iki bahçesinden biri olan Fırıldak Bahçesi, özellikle Sarıyer ve Yeni Mahalle sakinlerinin beğendiği ve sıklıkla gittiği mesire yerlerinden önde gelenidir. Adı nedeniyle sıkça anılan Fırıldak Bahçesi ile ilgili bir anıyı Halit Ziya Uşaklıgil aktarmaktadır. Suriye Katoliklerinden Nuh Efendi’nin başından geçen bu anı, bir dönem İstanbul’un kültürel zenginliğini anlamamız açısından da önemlidir.
Bir anı
“-Sen Sarıyer’de oturuyorsun değil mi? Fırıldak Bahçesi’ni bilir misin? Bilmiyor musun? Tavsiye ederim, gidip orada bir kahve iç. Dünyanın en güzel noktalarından biridir. Ben bir yaz, Yenimahalle’de oturuyordum. Bize bir gün Ermeni bir hanım konuk geldi. Dames de Sion Fransız Okulu’ndan yetişmiş bir hanım, konuğu gezdirmek gerekmez mi? Her şeyden önce Fırıldak Bahçesi aklıma düştü.
‘-Fırıldak Bahçesi’ne gidelim’ dedim.
‘-Neymiş, neymiş fırıldak mı? Püf!’ diye tiksindi. Sustum.
Aradan iki dakika geçtikten sonra bu kez Fransızca olarak:
‘-Madem ki orasını istemiyorsunuz, ‘Jardin de la Girouette’ var, oraya gidelim’ dedim. Hemen sevinçten ellerini çırparak, ayağa kalktı.
‘-Ne iyi! Ne iyi! ‘Jardin de la Girouette! İşte oraya gideriz” dedi. Böylelikle onu, tiksindiği Fırıldak Bahçesi’ne götürdüm.”
Fırıldak yani Rüzgâr Gülü Bahçesi, Türkçe olarak kulağa hoş gelmeyen bir kelimeyken Fransızca söylenince daha fazla itibar görmesi ilginçtir. Sanırım yazımın başlığında “Fırıldak” kelimesini görenlerin aklına ilk olarak argo tabiri gelmiş olmalı. Hâlbuki son zamanlarda hemen her yerde ve hemen her boydaki örneklerinin satıldığı rüzgâr güllerinin dilimizdeki yaygın adı, fırıl fırıl dönmesine atıfta bulunarak “fırıldaktır.”
Hem kahve içilir hem de yemek yenir
Fırıldak Bahçesi’nde kahve içildiğini bilmekteyiz. Acaba gündüzleri kahve hizmeti veren bu bahçede akşamları yemek de verilmekte miydi? Halit Ziya Uşaklıgil, 1896 yılında kızı Güzin’in doğumunu kutlamak için bu bahçede bir yemek verdiğini anlatır. Eğer yemek servisi varsa, mutlaka içki de bulunmalıydı. Ancak bu dönemde halka açık yeme içme yerlerinde içki satışı hoş görülmemekte, işletmenin kapatılmasına neden olmaktaydı. Bu nedenle, tıpkı Göksu Mesiresi ve Hünkâr İskelesi Mesiresi’nde olduğu gibi, burada içki, özellikle arak denilen rakı, “Ekşi ayran” adıyla ikram edilirdi.
“Tüm bu açık hava kahvelerinde Müslümanlara sadece kahve ya da limonata servisi yapılır; ama müşterilerin üstüne gecenin örtüsü indiğinde kahveci -eğer Hristiyan ise- efendilere ikiyüzlü bir şekilde kahve fincanlarına saklanmış rakı ikram edilir.”
Bir dönemin İstanbul gezginlerinden çoğu, Fırıldak Bahçesi’nden ve orada geçirdikleri mutlu günlerden söz eder. Zaman içinde, çoğu mesire yerinin olduğu gibi, Fırıldak Bahçesi’nin akıbeti de tarihe karışmak olur ve sadece bazı kitapların sayfalarında adı geçer olur. Günümüzde, Fırıldak Bahçesi’nin bırakın yerini, adını hatırlayan bile neredeyse kalmamıştır.
“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.”