Kartalkaya faciasında kahreden gerçeklerle bir kez daha yüzleştik maalesef... Derin acı kadar öfke de var toplumda. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu diye... Bu bağlamda süren tartışmaların odağında da “sorumlu kim” polemiği var. 36’sı çocuk 78 insan yanarak can vermiş, hiç kimse üstüne almıyor, birbirlerini suçluyor... Siyasette, sosyal medya platformlarında kutuplaşma vicdansız boyutta... Bunun aksi de pek alışık olmadığımız bir durum zaten. Oysa İzmit Körfez Geçişi Asma Köprüsü’nde kedi yolu olarak bilinen halatın kopmasını kendisine yediremeyen Japon mühendis “Sorumlu benim” notu bırakarak intihar etmişti malum. Demek ki böyle bir hassasiyet söz konusu olsa ülkede harakiri yapanlar saymakla bitmezdi... Zira geriye dönüp bakıldığında yaşanmış o kadar çok acı ve kahreden gerçeklik örneği var ki. İlk akla gelen de depremler olmak üzere, daha başka yangınlar, patlamalar, maden faciaları, sel, heyelan, kara, hava, deniz, demiryolu, kimyasal madde kazaları saymakla bitmiyor. Her biri sonrasında da sorumluları sorgulamak kadar bu ders olsun diye verilen sözler de hafızalarda... Tabii kahreden gerçeklerin asla değişmediği de...
***
Mesela o kadar büyük depremler, acılar yaşamamıza rağmen biz ne yaptık? Yıllardır sadece her sallantıdan sonra depremi konuştuk, konuşuyoruz. Fayların, adlarını yerlerini, boylarını, deprem üretme özelliklerini dahi hepimiz ezberledik. Bir başka deyişle herkes deprem uzmanı oldu ama evde, iş yerinde binaların sağlamlığını önemsemedi, konutunda en basit önlemleri dahi almadı. Binası için “iyi görünüyor” diyene inandı ya da “çürük” diyene kızdı, Gitti “iyi” diyeni buldu. Evdeki eşyaların sabitlenmesini önemsemiyor, deprem anında neler yapılması gerektiğini ise hiç bilmiyor. Bu parası olan için de, eğitimi olan ya da olmayan için de geçerli, ancak konuşuyoruz. İcraat yok... Hem de bu işin şakasının olmadığını bile bile... En basitinden herkes kendisine sorsun aileniz ile beraber yaptığınız bir afet acil durum planınız var mı? Bulunduğunuz binada, çalıştığınız yerde hiç bu konulara zaman ayırıp, kafa yordunuz mu? Bunlar yoksa, bilmiyorsanız bitti o zaman. Siz hazır değilseniz istediği kadar devlet hazır olsun. Depreme dayanıklı yapıyı sanki bizi koruyacak tek yöntemmiş gibi düşünüyoruz, doğru değil, bizim de dirençli bir toplum olmamız gerekiyor...
***
Dere yataklarına oy uğruna verilen yapılaşma izni, bu bağlamda da sel, heyelan bölgelerine dikilen apartmanlar, iş yerleri de maalesef bir başka ülke gerçeği. Bunun sonucundaki can kayıpları da. Üstelik de bu sadece belli yerler değil ülkenin hemen her köşesi için geçerli...
Yangın merdiveni dediğinizde de hala çok sayıda iş yeri ve tesiste, hatta konutta yok. Varsa da ya vatandaş farkında değil ya da ne kadar hayati bir işlevi olduğunu anlamamakta direniyor. Bırak yönetmeliğe uygun yapılıp yapılmadığını hepsi daha çok eşya, malzeme deposu olarak kullanılıyor. Kontrol ve denetim falanda hak getire... Sadece ruhsat ya da iskan alınırken var mı var niteliğinde... Tıpkı araç muayenesine giderken bir arkadaştan emanet alınan yangın söndürücüler ya da kiralık takılan sağlam dişli lastikler gibi...Sonrasında da herkesin bildiğini okumasına devam...
***
Bir de toplumun her kesimince hiç önemsenmeyen tatbikat meselesi var. Yekten tatbikat yapma özürlüyüz, tatbikat yapmıyoruz. Yapılanların da adı tatbikat, kendisi değil. Tatbikatlar gösteriş aracı daha çok, her şeyi mış gibi yapıyoruz. Oysa ilim dünyasına göre; insanlar, afetlerde, travma anında okuduğunu, duyduğunu değil, yaptığı şeyi hatırlar. Dolayısıyla aile, birey, okul, iş yeri, müdür herkes sorumluluğunu alıp, eğitim alması gerekiyor. İtfaiyeden yangın söndürme, ilk yardım, arama, kurtarma eğitimi özellikle de. Mesela ABD’de müzik dersinde çocuklara yangında nasıl davranılacağını anlatan şarkıyı söyletiyorlar.
***
Yani yaşanan onca acılara rağmen insanlarda davranış değişikliği olmuyor... Herkes konuşuyor ama bildiğini okuyor... Peki ama neden? Dün bunu sorduğum bir profesörün yanıtı şuydu:
“Bu sosyolog, psikologların çözmesi gereken bir mesele...”