Selva Demiralp

Selva Demiralp

sdemiralp@ku.edu.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kriz dönemi merkez bankacılığında ön plana çıkan bir özellik, iletişim politikaları vasıtasıyla öngörülebilirliğin arttırılması ve bu yolla belirsizliklerin azaltılması oldu. Geçen hafta Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı’nın yapmış olduğu açıklamalar merkez bankası öngörülebilirliği konusunda dönüm noktası niteliğindeydi. Merkez bankacılar genelde en fazla bir sonraki toplantıda faizlerin ne yöne değişebileceği konusunda eğilim bildirirken, Başçı aralık sonuna kadar politika faizinin sabit kalacağı mesajını verdi. Bence Başçı’nın temel amacı 21 Ağustos’ta Fed tutanaklarının yayınlanması sonrasında çıkış takvimi ile ilgili belirsizliklerin artmasına cevaben piyasa oyuncularının elindeki bir bilinmeyeni azaltmak ve en azından politika faizi konusunda yapılacak spekülasyonların önüne geçmekti. Ancak cesur bir konuşma yaptığı da bir gerçek.

Lagarde ve Başçı...
Merkez bankacılar tarafından dikkatle izlenen bu yılki Jackson Hole toplantılarında konuşan IMF başkanı Christine Lagarde, çıkış sürecinde gelişmekte olan ülkelerin büyüme potansiyellerinde yakın vadede bir yavaşlama beklediklerini ve sürecin bu ülkelerce uygulanacak politikalarla orta vadede kalıcı bir büyümeye dönüştürülmesi gerektiğinin altını çizdi. Kurlarda oynaklığın azaltılmasının yardımcı olacağını ancak bunu “her ne pahasına olursa olsun” sağlamaya çalışmanın sakıncalı olacağını vurguladı.
Yabancı sermayenin gelişmekte olan piyasaları terk etmesi ile birlikte bu ülkelerde önemli bir finansman kaynağı kesilecek ve bu durumun ekonomide yavaşlama getirmesi bekleniyor. Bu durumda ekonomik büyümeyi koruma amaçlı iki şey yapılabilir. Birincisi yabancı sermayeyi geri çekebilmek için faizleri yükseltmek. Ancak unutmamak gerek ki faiz artırımı sıkı para politikasıdır ve bir yandan yabancı sermayeyi çekerek büyümeyi desteklerken öte yandan iç talebi kısarak büyümeyi yavaşlatır. İç talebin yeni toparlanma sinyalleri verdiği bir ortamda gelecek faiz artırımı büyüme oranını yüzde 4’ün daha da altına çekebilir. Bu noktada yapılması gereken faiz artırımı ile yurda çekilecek yabancı sermayenin büyüme üzerindeki olumlu etkileri terazinin bir kefesine, iç talebin kısılmasının yaratacağı olumsuz etkileri ise terazinin öteki kefesine koyup hangi tarafın ağır bastığına karar vermek. Maalesef bu pek kolay bir hesaplama değil.

Diğerlerinde son durum
İpuçları vermesi amacıyla 21 Ağustos tarihinden sonra Türkiye gibi benzer sermaye çıkışları yaşayan gelişmekte olan ülke piyasalarına bakılabilir. Gerek
28 Ağustos’ta faiz artırımına giden Brezilya’da gerekse
29 Ağustos’ta faiz artıran Endonezya’da yerel para birimleri o tarihten beri değer kaybına devam etti. Elbette bir haftalık bir trende bakıp karar verilemez ancak ilk sinyalleri vermesi açısından faiz artırımının da her derde deva olmadığını söylemek zor değil. Bu şartlar altında ekonomik büyümeyi korumak amacı ile faiz dışı araçları seçen Merkez’in haklı nedenlerini daha rahat görebilmek mümkün.