İlkokulu Samsun’un Havza ilçesinde okudum. Öğretmenimiz anne babalarımızın ne iş yaptığını sormuştu. Bir arkadaşım babasının Yeni Çeltek’te çalıştığını söylemişti. O zaman Yeni Çeltek’in bir maden olduğunu ve maden işçiliğinin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Birkaç yıl sonra Yeni Çeltek’te bir patlama oldu. Ölen işçiler listesinde arkadaşım Meryem’in de babası vardı. İşte o zaman benim yaşımda bir çocuğun babasını kaybetmesinin dehşetini hissetmiştim içimde.
Soma’da yaşanan facia beni o günlere götürdü. Arkadaşımın hayatı nasıl şekillendi kim bilir? Ve Soma’da babalarını yitiren çocukları nasıl bir gelecek bekliyor?
Bizim zamanımızda eğitim sistemi nispeten daha eşitlikçi idi. Hemen herkes devlet okullarında okuduk. Elbette Meryem’in benimle aynı fırsatlara sahip olduğunu iddia edemem ama bugünlerde artık eline biraz para geçen her anne babanın çocuğunu özel okula göndermeye çalıştığı düşünülürse eğitimde fırsat eşitliği getirecek, bireysel yetenekleri vurgulayan bir reformunun şart olduğunu söylemek hiç zor değil.
Eğitim reformunun hedefleri şu şekilde özetlenebilir:
1) Fırsat eşitliğine dayalı bir eğitim sistemi sayesinde nitelikli işgücü yaratılarak gelir dağılımındaki eşitsizlik azaltılır.
2) Gelişmekte olan ülkelerin gelişmişlere ekonomik açıdan yaklaşabilmeleri için bilgi ağırlıklı üretim yapısına geçmeleri gerekir. Bu da eğitim sayesinde mümkün olabilir.
Güney Afrika örneği
Eğitim konusunda uzman olmamakla birlikte eğitiminin büyük kısmını Türkiye’de tamamlamış ve Türkiye’de çocuk yetiştiren bir insan olarak sistemin en önemli eksikliklerden birinin yaratıcı ve özgür düşünceye verilmesi gereken önem olduğunu söyleyebilirim. Mevcut sistem maalesef yaratıcı düşüncenin önemi tam olarak kavrayabilmiş değil. Oysa ABD’nin en prestijli üniversitelerinden MIT’de profesör olan Daron Acemoğlu, Robinson ile yazmış olduğu “Milletler Neden Çöker?” adlı kitabında eğitimin ekonomik başarının ön şartlarından biri olduğunu dile getirmiş. Ekonomik yapıyı oluşturan kurumların bireyleri sisteme dahil eden ve yaratıcı güçlerini ortaya çıkaran bir yapıda olması gerektiğinin de altını çizmiş. Keza ABD’deki bir diğer değerli Türk akademisyen olan Dani Rodrik de uzun vadeli ekonomik büyüme için beşeri sermaye gelişimini şart koşuyor ve üretim yapısının düşük verimliliğe sahip geleneksel sektörlerden katma değeri yüksek modern sektörlere geçmesi gerektiğini belirtiyor.
Dünyadan bir not: ABD eğitime ayırdığı yıllık 750 milyar doların üzerindeki payla dikkat çekerken, “kırılgan beşli” ülkeleri arasında bizim yarımız kadar üreten Güney Afrika’nın eğitime ayırdığı rakam (14 milyar dolar) Türkiye ile aynı düzeye işaret ediyor.