Selva Demiralp

Selva Demiralp

sdemiralp@ku.edu.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

8 Mart Dünya Kadınlar günü yaklaşırken Türkiye’de kadınların iş gücündeki yerini gözden geçirmekte fayda var. Kadınların işgücüne katılımının artması nüfusumuzun yarısını oluşturan bir kitlenin ekonomik özgürlüğüne kavuşmasını sağlayacak, ekonomik büyüme potansiyelimizi arttıracak ve kişi başına gelir seviyemizi yükseltecek önemli bir faktör. Ancak yurdumuzda kadınların işgücüne katılım oranı maalesef yüzde 30 civarında.
Yani her üç kadından sadece biri ücret karşılığı çalışıyor ya da iş arıyor. Kayıt dışı olarak çalışan kadınları da göz önünde bulundurursak bu rakam belki bir parça daha yukarıya çıkabilir. Fakat yine de oldukça düşük bir katılım oranından bahsediyoruz. Dünya Bankası tarafından hazırlanan çalışmada 183 ülke arasında 164’üncü sıraya yerleştirmiş bizi bu rakam.
Listede bizim altımızda kimler var diye bakarsak en aşağılardaki ülkelerin ağırlıklı olarak Irak, İran, Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan gibi Ortadoğu ülkeleri, en üst sıralardaki ülkelerin ise Zimbabve, Uganda, Rwanda, Tanzanya gibi Afrika ülkeleri olduğunu görüyoruz.

Milli gelir ile ilişkiler
Yapılan çalışmalar işgücü katılım oranı ile kişi başına düşen milli gelir arasında U şeklinde bir ilişkiye işaret ediyor. Yani kişi başına düşen milli gelirin en düşük ve en yüksek olduğu ülkelerde işgücü katılım oranı daha yüksek. Buradan Afrika ülkelerindeki yüksek kadın işgücü katılım oranlarının altında yatan temel sebebin fakirlik olduğunu söyleyebiliriz.
Gelişmiş ülkelerdeki yüksek katılım oranı ise öncelikli olarak eğitim imkanlarına bağlı. Meslek sahibi olabilmek için eğitim şart. Eğitim için de para lazım. Türkiye’deki mevcut eğitim sistemi eşitlikçi bir eğitime imkan sağlamıyor. Böyle olunca ataerkil toplum yapısının etkisiyle aileler kıt kaynaklarını öncelikli olarak erkek çocuklarının eğitimine aktarıyorlar. Bu da daha çok kız çocuğunun eğitimsiz kalması ve daha az kadının işgücüne katılması anlamına geliyor.

Nasıl artar?
Kadınların işgücüne katılımının artırılabilmesi için ilk önce eğitim sisteminin eşitlikçi bir yapıya oturtulması ve devlet okullarında kaliteli eğitim imkanları sunulması ön şart. Fırsat eşitliği ancak eğitim imkanlarının tabana indirilebilmesi ile mümkün.
İkinci olarak kadının yerinin evi ve çocuklarının yanı olduğunu düşünen geleneksel düşünce yapısının değişmesi lazım. Kültür yapısını değiştirebilmek eğitim reformundan daha zor.
Bu hedefi gerçekleştirebilmek için kadına saygı duyan, iyi eğitilmiş liderlere ve yüksek mevkilere gelmiş kadın rol modellerine şiddetle ihtiyaç var.
Yine bu kültürel değişimin bir sonucu olarak meslek sahibi kadınlarımızın aynı meslekte çalışan erkeklerle eşit maaş ve yükselme imkanına sahip olmasını sağlayacak kural ve kanunlar gerekiyor.
Son olarak, çalışan anne olmak başlı başına bir fedakarlık. Hamilelik, doğum ve doğum sonrası dönem tam zamanlı ikinci bir iş kadar yoğun ve yorucu bir dönem. Dolayısı ile kadınların hem anne olup hem çalışabilmelerine imkan tanıyacak ideal bir sistemde doğum izninin öyle üç beş ay değil bir iki yıllık süreyi kapsaması lazım.
Fakat böyle bir varsayımın işveren açısından yaratacağı olumsuzluklar bir yana, pek çok kariyer gerektiren işin de bu kadar uzun süreli ayrılığı kaldırabilmesi mümkün değil. Böyle olunca da eğer hem bebek sahibi olup hem de kariyerinizi sürdürmek istiyorsanız kendinizden fedakarlık ederek sözde doğum izninde olsanız da çalışma arkadaşlarınızın o sırada ellerinde kahve ile okudukları raporları siz kucağınızdaki bebekle okumaya devam ediyorsunuz.